Van depreminden ortaya çıkan Yönetim dersleri...
Türkiye, odak noktasını çok çabuk yitirebilen bir ülke. Bu tür bir olay olduğunda bütün kurumlar dikkatini o yöne çeviriyor, bu da bu olayla birlikte gelişen birçok sürecin aksamasına neden oluyor. Bu hassasiyet, süreci baltalamak isteyen aktörlerin olayı sabote etmeye yönelik motivasyonlarını da kuvvetlendiriyor. İlk defa van depremi sırasında, anayasa çalışmalarına ara verilmemesi belki de yeni bir kırılımı işaret ediyor. Yönetim anlayışında kurumların kendi ödevlerine odaklanmaları, kendi iç süreçlerini aksatmamaları belki de yönetimimizde gördüğümüz ilk örnek.
Eğer hedefleriniz dış etkenlerden etkilenirse, rakipler de dış etkenler yaratmaya yöneleceklerdir. Türkiye’de “sabote etme” sözü çok sık kullanılıyor , bu kadar sabote etme durumuna açık olma nedeni bu etkilenme ve odaklanma eksikliğidir. Rakip böyle bir zayıf noktanızı gördüğü için her olayı istediği gibi yönlendirip, aksatabiliyor.
Van depremi sırasındaki yardımlar acaba bilinci mi gösterir, bu yardımları nasıl okumak gerekir ? Yardım etmek elbette insani ve takdir edilmesi gereken bir davranış ancak bu yardımların bir ödev haline dönüşmesinin sonuçları…modern devletlerde vatandaş vergisini verir, devlet de bu vergi karşılığında hizmet eder ya da hizmete hazır durumdadır. Diğer türlü vatandaşın ne kadar yardım edip etmeyeceğini , yardımların hangi konularda ve ne miktarda sağlanacağını garanti edemezsiniz. Yardım potansiyelini bilemediğiniz için ihtiyaç ile ne kadar örtüşeceğini de kestiremezsiniz. Dolayısıyla, yardım üzerine bel bağlanan bir organizasyonun aksamaması mümkün değildir. Bu tür olağandışı durumlara devlet hazırlıklı olmalı, yetersiz kaldığı noktalarda müttefik ülkelerden yardım istemelidir. Müttefik ülkelerden aldığınız yardımın adedi, zamanı belirli olduğu için organizasyonunuza dahil edebilir, kontrollü bir biçimde aktarabilirsiniz. Diğer türlü iyi niyetli akan dağınık , ne olduğu ve nerede kesileceği belli olmayan yardımların doğru ihtiyaç ile buluşturulması neredeyse imkansızdır. Eğer, burada bir bilinç arıyorsak, bu bilinç kamuoyu baskısı ve bundan sonraki süreçte daha sorumlu davranma motivasyonu yaratma konusunda aranmalıdır.
Planlar , bütçeler dağınık gelen gelir kalemlerine göre oluşturulamaz. Bu durum esnaf tabiriyle “alacak ile borç ödemeye” benzer. Bir şirket için önemli olan ne kadar gelir elde ettiği değil, hangi zaman diliminde, ne kadar gelir elde ettiğidir. Çoğu şirket para veya mal varlığı olmadığı için değil, bunu kontrol edememesinin sonucu nakit sıkıntısından dolayı batar.
Bu deprem sosyal medyanın işlevinin ne kadar önemli olduğunu somut olarak göstermiştir. Ancak, sosyal medyanın son derece tehlikeli , kontrolsüz bir güç olmasının da ortaya çıktığını söyleyebiliriz. En ufak , yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebilecek bir söylemin nasıl abartılıp ,tüm olayın üzerini örttüğünü bu olayda gördük. Sosyal medyanın objektif ve dengeli biçimde değil, gizli kalmış öfkenin yansıtılacağı , radarına giren her unsurun negatif biçimde lanse edildiği bir ortam olduğunu söyleyebiliriz. Kişisel fikirlerin ve söylemlerin nasıl hedef haline geldiğini görüp, kurumsal söylemlerin daha ön plana geçmesi gereğini hep beraber yaşadık. Firmalar ve yöneticiler sosyal medyaya konu olabilecek kişisel söylemlerden kaçınmalı, söylemlerini kurumsal bir kimlik ile sunmalıdırlar. Sosyal medya kişisel sorumluluğun olmadığı, sansasyonel olayların daha çok dikkat çektiği ve abartıldığı bir mekan haline dönüşmüştür. Bu görüntüsüne rağmen inandırıcılığı ve etkileme oranı geleneksel medyaya göre daha yüksektir. Bundan sonraki süreçte en çok konuştuğumuz konular arasında sosyal medya ile iletişim nasıl yürütülmeli, ne tür mesajlar verilmeli olacaktır.