28 February 2009

Haber Türk sloganı ve etkisi

Haber Türk adında bir gazete çıkıyor. Slogan ise “ Türkiye’nin tek değişik gazetesi “

Değişik kelime anlamı olarak farklı , ilginç anlamına gelir ancak burada istenilen farklı vurgusunu sağlayabilecek , en son seçilmesi gereken kelimedir.

Bir slogan seçilirken ; anlam derinliği olması , mecazi olarak başka bir şeyi çağrıştırması gibi noktalara dikkat edilir. Normal bir konuşma üslubunda slogan seçtiğinizde etkileyici özelliği olmaz. Kitlelerin dikkatini çekmez ve iyi bir çıkış sağlayamazsınız.

Haber Türk’ün seçtiği slogan gerçekten de çok “değişik”

TwitterTakip

27 February 2009

Finans emeklilik reklamı


Bireysel sigorta için yapılan reklamlarda maddi boyutun çok ön plana çıkartıldığını düşünüyorum. Genelde küçük birikimlerinizin toplamı mesajı ile tüketici cezbedilmeye çalışılıyor. Bu reklam ise zamana vurgu yapıyor.
Elinde küçük birikimleri dahi olsa tüketici genç , çalışan ve kazanan durumundayken ,bu kazancının bir kısmını ayırması mesajı ,bu reklamdaki kadar anlamlı durmayacaktır.

TwitterTakip

Kriz döneminde Fiyat indirimleri ne kadar etkili olur , marka algılamasını nasıl etkiler ?

Home Trend dergisi Röpörtaj ;
Mustafa bey , krizde daralan talebi canlandırmak için bazı firmalar % 50 ye varan indirimlere gittiler , sizce bu indirimler piyasayı canlandırır mı , bu bir çözüm mü ?

Bu tür kriz durumlarında ,tüketicide alışveriş için bir direnç noktası oluşur. Bu direnç noktasının aşılmasını beklemeden aşağı doğru hareket etseniz dahi tüketici daha da aşağı ineceğinizi düşünerek satın alma kararını erteler. Fiyata vurmak yerine biraz beklemek , bu süreç içerisinde kendi iç verimliliğinize ve maliyetlerinize odaklanmak çok daha mantıklı bir stratejidir.

Perde lüks tüketime giren “ ertelenebilir ürün “ kategorisinde ilk sırayı alan ürünlerin başında gelir, Derya hanım. Tüketim için psikolojik eşik aşılmadan fiyatlarla oynama yaptığınızda bu “ kronik düşüş beklentisine” yol açabilir. Fiyatlar en dip noktaya düştüğünde dahi tüketici bu fiyatlara reaksiyon vermez.

Krizin psikolojik boyutu olmasaydı tıkanmayı sadece alt ve orta seğmentte yaşardık ; oysa üst seğmentte de tıkanma görüyoruz. Üst seğmentteki bu tıkanma fiyatta hareket etmenin yanlış olduğunu gösteriyor.

Peki , bir süre sonra piyasa bu fiyatlara reaksiyon vermez ve fiyatlar tekrar yükselir mi , yoksa diğer firmalar da bu rakamlara uyar ve fiyatlar aşağı mı iner ; avaraj nerede kalır , sizce ?

Büyük üreticilerin bazıları önemli indirimler yaptılar. Bunun amaçlarından bir tanesi iç talebi canlandırmak iken ,ikinci amaç diğer oyuncular pazardan çekilirken burada oluşan boşluğu değerlendirmek ve Pazar payını arttırmak idi.

Bursa’da stoklar bitmiş durumda ; yeniden üretim için ise asgari kar marjı ve talep mevcut değil. 2008 yılındaki fiyat istikrarsızlıkları bu stoklardan kaynaklanmıştı. 2009’da işler iyi olur umuduyla çoğu firma kısa vadeli çözüm olarak ürünleri “anlık fiyatlarla” elden çıkarmışlardı.

2008’de fiyatlar bir stratejiden ziyade rakibe uyum sağlama şeklinde bir reaksiyon olarak gelişti ve dip noktasını gördü.

Son 2 yıldır maliyetler sürekli artıyor ancak fiyatlar bununla ters orantılı olarak düşüyor. Bu eğri ortadayken fiyatların %50 oranlarında indirilmesi sürdürülebilir bir durum değil. İç talep canlanmaya başlar başlamaz ,fiyatlar tekrar eski seviyesine gelecek , hatta bir miktar da 2008 avarajının üzerine çıkacaktır.

Genelde fiyatlarla ufak toptancılar ve üreticiler oynarken bu kez marka diyebileceğimiz büyük firmalar böyle bir tepki verdi , sizce bir strateji değişimi mi yaşıyoruz , bu değişimi nasıl okumak lazım ?

Çok güzel bir soru Derya hanım. Markalar için fiyat indirimleri oldukça sakıncalıdır. Daha ucuza alan müşteri markanın %50’lik indirimi ile karşılaştığında markanın çok fazla kazandığını , tüketici olarak fazla para ödediğini ve önceden pahalı aldığını düşünüyor. Bu ise marka algılamasını ve güvenini zedeliyor.

Bu dönemlerde ürün , tarz , iş yapma modelinde de farklılaşmak önemli. Siz indirim yapmasanız dahi indirim yapan mutlaka çıkacaktır. Rakip firmayla fiyat kavgasına girmektense ,farklılaşmak uzun vadede daha çok kazandıracak bir strateji..

Kendi sektörümüzden örnek vermem hoş olmaz ama , Kiğili firmasını ele alabiliriz. Kiğili fiyatlarla sürekli oynama yapan bir firma. Sürekli % 50 ‘lere varan indirim uyguluyor, 1 alana- 1 bedava kampanyaları yapıyor. Ne zaman bir Kiğili mağazasına gitseniz bu indirimleri görebilirsiniz. Bu indirimler tüketicisini sürekli bir fiyat indirim beklentisine sokuyor. Kiğili’ni bu saatten sonra normal fiyatlardan ürün satabilmesi oldukça zor. Oysa , Coton firması fiyatla oynamak yerine ürün ile oynuyor. Farklı ürünler, farklı tasarımlarla tüketiciye benzerlerinden ayrı ürünler sunuyor , fiyat rekabetinden olabildiğince kaçınıyor.

Eğer fedakarlık yapılması zorunlu ise Firmalar fiyattan önce satış hacminden fedakarlık etmeliler. Bence bu indirimler anlık tepkiler ; devamlılığı olmayacak , ezbere bir reaksiyon.

Peki bu anlık reaksiyonlar ne zaman biter , psikolojik eşik ne zaman aşılır , tekrar eski günlere ne zaman döneriz , Mustafa bey ?

Mayıs ayının sonlarına doğru bence psikoloji düzelir ,rakamların düzelmesi ise eylül ayını bulur.

Ancak ; Krizden sonra ne olur, hesaplarının yapılırken değişecek olan tüketici bilincini de hesaba katmak gerekir. Artık tüketici daha akıllıca alışveriş yapacaktır , daha uygun fiyatlı ürünlere yönelecektir , hatır-gönül ticareti bir kenara bırakacaktır. Yani ,piyasaların canlanmaya başlayacağı 2009 eylül ayından itibaren eski modelin tekrarını beklemek yanlış olur.

Tüketici gelirindeki düşüşü , bunun tüketici davranışlarına etkisini hesap etmek lazım. HP firması 2000 kişinin istihdam edileceği Çorlu’daki fabrikasında , masa üstü bilgisayar üretmeyi planlıyor. Niçin , Laptop değil de Masa üstü. Çünkü son 10 yılda Dünya inanılmaz ölçüde zenginleşti , lüks tüketim arttı , ancak bu eğri kırılacaktır. Artık ,daha ekonomik ürünler tercih edilecek , tüketici fiyata karşı daha duyarlı olacak , alt gelir grupları asıl harcamayı yapan büyük kitle olacaktır. Kimileri piyasanın hareketlenmesini beklerken bazı firmalar da kriz sonrası tüketici profilini analiz edip ,kriz sonrası senaryolarını oluşturuyor. Elinizde bu tür projeler yoksa Dünya krizi biter ama sizin için kriz bitmez.

Peki ,tekstil sektörünün elinde kriz dışında kendi yapısı ve dinamikleri konusunda senaryoları mevcut mu , Dünya krizi bittiğinde bizim krizimiz de bitmiş sayılır mı ?

İş modellerinin bu kadar benzeşmezsi , ürünlerin talebi dikkate almadan birbirini taklit eder nitelikte üretilmeleri bu krizden bağımsız olarak sektörün kendi içindeki bir tıkanmayı işaret ediyor. Dünya ürün döneminden hizmet , farklılaşma ve inovasyon gibi çok farklı kavramların tartışıldığı bir aşamaya geçti. İmaj , Marka gibi konuların sektörümüzde ihmal edildiğini ,tüccar yaklaşımında kaldığımızı düşünüyorum. Şöyle bir örnek vereyim ;

Marlboro sigarası ilk piyasaya çıktığında ,kendisini yalnız ve cesur kovboy imajıyla konumlandırmıştı. Daha sonra mentollü sigarayı çıkarttı , oysa kovboylar mentollü sigara içmezdi , kovboyun sert imajıyla bu soft imaj çelişiyordu. Mentollü sigara piyasada çok satmasına rağmen ,bu ürünün marlboro imajına zarar verdiğini düşünerek ,bu sigaranın üretiminden vazgeçtiler. Yani , mentollü sigara marlboro algılamasını zayıflatıyor , marka imajının zedeliyordu. Siz de kendi markanız için şöyle düşünebilirsiniz ; bir kartelanız olduğunu düşünelim , o kartela setine hangi ürünü koyarsanız koyun , o ürün o set içerisinde sırıtmıyorsa ,markanızın bir kimliği yok demektir. Şu an çoğu firma bu bütünlüğü sağlayamıyor , bu tür uzun vadeli düşünüp bir alt yapı oluşturmuyor.

Son dönemlerdeki rekabetin fiyat ve kampanya düzeyinde kaldığını görüyoruz. Bu kazandırmayan rekabetin en önemli nedeni bu benzeşme ve kimliksizliktir. Ürünler benzeştiğinde fiyat ve kampanyalar devreye girer , başka bir şansınız yoktur.

Tüketiciye “ ben ucuzum “ demek bir anlam ifade etmez , siz bunu dediğinizde tüketici sizi tercih eder ama başka bir gün de bir başkası ben daha ucuzum der, mesajın anımsatıcı bir özelliği olmaz. Media Markt’ın yaptığı gibi , ben ucuzum , demek yerine “ başka yerde daha ucuzunu bulursan farkın iki katını ödüyorum “ demek daha kalıcı bir hikaye yaratmaktır.Yaptığınız kampanyayı ancak bu şekilde markanızla özdeşleştirebilir , bir tüketici grubunu etrafınızda oluşturabilirsiniz. Diğer türlü ucuz olduğunuz için sattığınız ,kısa süreli bir alışverişin ötesine geçemezsiniz.

Kampanyaların amacı ürün satmak olamaz. Penetrasyon sağlamak , sadık müşteri kitlesi yaratmak gibi daha uzun vadeli hedefleri olmayan bir kampanya kar marjınızdan fedakarlık ederek , karınızı sokağa attığınız getirisi olmayan bir ticarettir. 2009 ve 2010 benze 2008 yılının bir tekrarı olmayacak ; 2008 yılında kazanan taraf olmadı.

Umarım , fiyat ve vade dışında konuları da konuşabildiğimiz verimli bir yıl olur , 2009. Bu sohbet için Teşekür ediyoruz Mustafa bey.

Ben teşekür ederim Derya hanım.

TwitterTakip

23 February 2009

Gezer markası Gömlek satarsa ...

Gezer markasını biliyorsunuz ; terlik konusunda bilinen bir marka. Gezer 1 haftalık ilanlarla Ankara’da fabrika satış mağazası açacağını duyurdu. Bugün ziyaret ettiğim mağazada ise terlik ya da ayakkabı gibi bir ürün olmadığını ; şort , pantolon , gömlek gibi ürünler olduğunu gördüm. Ürünlerin hiçbirisinin markası ise Gezer değildi ; etiketlerdeki markaların hiçbirisi aynı değil , ürünler büyük bir ihtimalle taşeron firmalardan toplanmıştı.

Bu mağazadaki amaç “ madem bir markamız var, bu markanın suyunun suyunu içelim “ mantığı olabilir mi ? Bir terlik firması niçin üzerinde kendi marka etiketi bulunmayan tişörtler satar ?

Özellikle Çin’den ürün alan firmalar , buraya kadar gelmişken bu da ucuzmuş , diyerek , ne bulurlarsa satmaya çalışabiliyorlar. Burada bazı ürünlerin çok ucuz olduğunu görüp kendi alanlarıyla ilgili dahi olmasa faydalanma yolunu seçebiliyorlar.

Buradaki ilgiden memnun kalmış olacaklar ki ,ikinci bir mağaza daha açtılar. Sanırım ,marka birkaç deneme yaptı ,başarılı olduğunu görünce ,bu model üzerine yükleniyor. Bu durumun zarar kısmını 1-2 seneye kadar burada tekrar konu ediniriz.
Bir markanın üzerine bu kadar yüklenmek doğru mu , tartışırız. Yan ürünlerin ana ürün üzerindeki olumsuz etkisini irdeleriz.

TwitterTakip

22 February 2009

Düşüncelerinize saygı duyuyorum ama...

Kariyer Yolculuğu , sitesi önemli bir konuyu irdeliyor. Düşüncelerine saygı duyuyorum... Acaba , desteklemediğimiz , yanlış bulduğumuz bir düşünce ya da davranışa saygı duymak zorunda mıyız ?
.
Bu saygı asgari bir nezaket ve saygı göstergesi midir ?
.
Kariyer yolculuğu , eğer desteklemiyorsam saygı duymak , tasvif etmek zorunda mıyım, diye soruyor. Cevap olarak ise onaylamadığım bir şeye saygı duymak zorunda da değilim, yanıtını veriyor
.
" Düşüncelerine saygı duyuyorum ama " başlangıcı bana da oldukça saçma geliyor ancak ikna etme çerçevesinden baktığımızda benim de sık sık kullandığım bir cümle.
ilk bakışta gereksiz ve yapmacık bir nezaket cümlesi gibi duruyor. Doğru yerde kullanılmadığında ilişkiyi samimiyetsiz ve yüzeysel bir noktaya taşıdığını da düşünüyorum. Kariyer Yolculuğunun baktığı cepheden aynı saçmalık benim açımdan da geçerli.
Ancak, konu ikna etmek ya da satış olduğunda ,gerekli bir saçmalık, olarak duruyor. Bir kişiyi ikna ederken ,aynı tarafta durduğunuzu göstermek ve karşı cepheye geçmemek önemlidir. Bir karşıtlık hissi yaratır ve tartışmaya yöneltebilir. Aksi bir düşünceyi iletmeden ,karşıdaki düşünceyi olumlamak , haklı yönünü vurgulamak , doğru olabileceği olasılığını belirtmek zorundasınızdır
.
Bu cümle benim de samimiyetsiz bulduğum ama iş hayatımda çok sık kullandığım bir cümledir.

TwitterTakip

21 February 2009

Facebook anketinden CHP birinci çıkar ama...

Facebook , seçim anketine göre CHP birinci parti olarak çıkıyor. Bazı gazeteler bu sonuçlardan yola çıkarak yorumlarda bulunuyorlar.
Elbette ki bu tür , homojen grupların yer alandığı sosyal alanlardan çıkan sonuç gerçeği yansıtmaz. Aynı anketi herhangi bir halk pazarında yapsanız CHP'ye neredeyse hiç oy çıkmaz.
Demokrasi böyle birşey ; Facebook ile Pazarın ortalaması

TwitterTakip

Coca Cola, şişesindeki " Klasik " sözcüğünden kurtuluyor

Coca Cola , gençlerin çoğunun kolayı şekerli su olarak tarif etmesinden , eskiden gelen böyle bir söylem olmasından dolayı , şişesinin üzerindeki " klasik " kelimesini çıkartıyor.

ne yaparsanız yapın , sürekli bir şeyler yaptığınızda , zamanla yanlış şeyler de yaparsınız. İstemediğiniz algılamaların etiketiniz üzerine yapışmaması imkansızdır.
özellikle lider bir marka olduğunuzda iyiliğin ve kötülüğün sembolü haline gelebilirsiniz.
Sosyal projeler bu intibaayı yıkmak için önemli araçlardır. Ancak , ufak makyajlar da değiştiğinizi , yeni bir bilince sahip olduğunuzu çağrıştırır.
Yeni bir söylem , yeni bir etiket kısmen bu eleştirilerin gücünü azaltabilir. Şekerli su algılamasının değil ,ama kapitalizmin ve yoksulluğun sembolü olan Coca Cola'nın bu tür ufak değişimlerle ,eski ,olumsuz algılamasını zayıflatabileceği kanaatindeyim.

TwitterTakip

18 February 2009

Brutüs , Sezar’a niçin ihanet etti onca iyiliğine rağmen ?

Belediyeler yardım dağıtıyor ama bu yardımların ne kadar taraftar topladığı ile ilgili bir araştırma yok ellerinde.

Sen verirsen karşıdaki de destekler , şeklinde doğrudan bir mantıkla hareket ediyorlar.

İnsanlar hak etmedikleri bir şeyi aldıklarında her ne kadar bu ödülü kabullenseler de adalet duyguları zedeleniyor. Faydayı o an her ne kadar kendisi görse de bu keyfilikten ürkebiliyor.

Patronunuzun size diğer çalışanlardan habersiz olarak cebinden para verdiğini düşünelim. Yüzünüzde o an için oluşan tebessüm yanıltıcıdır. Eğer bana veriyorsa diğerlerine de veriyor olabilir , gibi soru işaretleri sizde oluşmaya başlar. Bu keyfilik sizde huzur değil huzursuzluk yaratır.

İnsanların hediye paketlerini aldıkları anda yüzlerinde oluşan tebessümün yanıltıcı olduğunu düşünüyorum.

Brutüs , Sezar’a niçin ihanet etti onca iyiliğine rağmen ? Sezar her şeyi bizzat kendi eliyle verme kötülüğünü yaptığı için…

TwitterTakip

Propaganda mı , Deneyim mi ?


Türkiye’de hükümet üstü bürokrasi , askeriye yıllardır propaganda yapar. Bu propaganda Türklüğü övmek , modern ve laik bir toplum olmak gibi unsurları ön plana çıkarır.

Oysa , toplum aşağıda farklı bir değerler sisteminde yaşar. Bu yüzden devlet tarihi boyunca toplumuyla kavgalı olmuş ,toplumu kendisine bir tehdit olarak görebilmiştir.

Youtube ,yasağında olduğu gibi toplum adına doğrunun kadarını verir , bir ebeveyn gibi toplumun kulağını çeker, kılık kıyafetine karışır.

Bu propaganda ve reklam tüm kurumlarıyla devam ederken halk ise yaşadığı hayattan bir ders çıkartır ve kulaktan kulağa bu deneyim yayılır ; burası Türkiye

“ Burası Türkiye “ sözcüğü devletin propagandasına ( reklam ) karşı , word of mount yani ,yaşanılan deneyimin yayılmasının daha etkili olduğunu gösteriyor.

Bir vatandaşı çevirip Devlet hakkında sorular sorsanız “ Burası Türkiye “ sözünü haklılaştıracak deneyimlerini anlatacaktır.

Milli olaylarda toplumun birleşmesi , dışarıya karşı gövde gösterisi yapması yanıltıcı bir tablo oluşturuyor. Dışarıya karşı dik durma kaygısı böyle bir birleşmeyi sağlıyor ama içeride vatandaş bilinçaltında oluşan algı “ Burası Türkiye”

Eğitim sisteminden başlayıp ,askerliğe kadar uzanan , insanın eğitilmeye en müsait olduğu dönemde , Devlet vatandaşını alıyor , bilincini şekillendiriyor ama buna karşı deneyimin ,bu propagandaya karşı nasıl üstün geldiğini görüyoruz.

Çağımız kitle modelinin yıkıldığı deneyimin daha üstün geldiği bir dönem.

Tv’lerde ne söylediğiniz , nasıl propaganda yaptığınız önemini yitiriyor. İnsan deneyimine sahip çıkıyor.

TwitterTakip

17 February 2009

Oktay Sinanoğlu ,Türk Einstein'i olarak nasıl pazarlandı ?

Oktay Sinanoğlu adında komik bir profesör var. Kendisi basit bir kahve sohbetinde konuşur gibi konuşuyor. Örneğin ;

“ bana Amerikalıların ciğerini dahi bilir misin diye soruyorlar , ben de iyi bilirim diyorum , çünkü ciğer yok ki “ gibi eleştiri ağırlıklı yorumları mevcut ,

genellikle de yukarıdaki cümlede olduğu gibi kendi sorularına kendisi yanıt veriyor. Burada kendisinin çarpıcı olacağını düşündüğü soru ve cevapları önceden düşündüğü anlaşılıyor.

bizi ilgilendiren kısım ise nasıl bu kişinin ülkenin gündemine oturabildiği , taraftar bulabildiğidir ,

Kanalın sunucusu Oktay beyi sunarken Türk Einstein’i olarak sunuyor. Buradaki benzetme oldukça dikkat çekici. Daha sonra da şöyle soruyor ; Hocam bugüne kadar hiçbir sınavda ikinci olmadınız değil mi , hep birinci çıktınız…

Normal koşullarda bu kişinin konuşmalarını dinleseniz çok fazla önem vermeden geçersiniz ama böyle bir sunuş ile ürün paketlenip , tüketicinin gözünde bir yere oturtulmaya çalışılıyor.

Hocanın anlattıklarının çoğu dedikodulardan ve hikayelerden ibaret. Bu hikayelerde ise ortak bir öğe var ; Türklüğü yüceltmek , Avrupayı eleştirmek gibi…. Bu duruş çizgisi hiç bozulmadan devam ediyor ve prof. Paketi içerisinde izleyiciye taktim ediliyor

Kriz ve savaş dönemlerinde her toplum kendi kahramanlarını çıkartır. Mücadelenin iletişim boyutuna kayması psikolojik boyutta da mücadele eden “sosyal kahramanlar” yaratıyor.

Tüketicisinin değerlerine tutunan ve bu değerleri tekrarlayan markalar çok hızlı parlayabiliyorlar , ama bununla birlikte de bir adım öteye gidemiyorlar

Türk mucitler programını izlerken bir elektronik mühendisi mucitini anlatırken , ürününü ithal etmek istediğini söylüyor. Sunucu ihraç demek istedin herhalde dediği zaman kendisi aradaki farkı bilmediği için bir an duraksıyor. Yani bir kişinin elektronik alanda başarılı olması onun ekonomi , siyaset alanında da başarılı olacağı garantisini vermez. Türk Einstein’in den daha çok inciler duymaya devam edeceğiz gibi…

TwitterTakip

14 February 2009

Projesiz kızılay yardımları


Havaalanlarına gittiğinizde bir karmaşaya şahit olursunuz. Müthiş bir trafik vardır , araçlar park yeri arar , polis ise onları kovalar, yakaladıkları araçları çeker.

polisin kovalamaktan , araçlarında kaçmaktan başka çaresi yoktur. Oradaki mimari bu düzensizliği yaratan asıl unsurdur.

Otopark’a park etmek mantıksızdır çünkü uçak her an gelebilir, oralarda bir yerlerde hazır bulunmanız gerekir. Dolaysıyla havaalanı içinde dolaşır durursunuz. Bu da aşırı trafik , insanların rahat hareket edememesi , stresli ve gürültülü bir ortam yaratır.

Ankara havaalanının girişinde çok büyük bir boş alan vardır , burası atıl bir durumda bekler. Oysa , bu alan araçların park edip beklemesi için dizayn edilse , burada bekleyen sürücülere çay , sandviç gibi ürünler satılsa bu kargaşa ortaya çıkmaz.

Kızılay gibi kurumlar , para dilenme dışına ,çıkıp bu tür fırsatları değerlendirip ,gelir kaynağı yaratabilse , bizim ruh sağlığımıza da bir nebze yardımda bulunmuş olurlar.

Gelecekte sürekli isteyen , hantal kurumların güven problemi yaşayacaklarını düşünüyorum. Oysa bu gibi kurumlar dinamizmleriyle , topluma yaptıkları bu tür katkılarla da güven tazelemeleri , kendilerini ispatlamaları gerekir.

Ben ilk okul yıllarımdan beri sarı Kızılay zarflarıyla karşılaşırım . O zamanlar başımızdaki öğretmen bu yardımları zorunlu kılıyordu ve yardım toplanıyordu ama kızılay’ın artık yöntemlerini değiştirmesi gerekiyor.

TwitterTakip

13 February 2009

Hikaye ve bilinçaltında yarattığı etki

Deniz Seki dün akşam uyuşturucu operasyonundan dolayı göz altına alındı. Ünlü kişiler niçin bu tür sansasyonel haberlere karışmak için özel bir gayret sarf ediyorlar ?

Yabancı dergilerde güzellik bakımından çok daha güzel kızlar olmasına rağmen dikkatinizi Türkiye’deki ünlüler daha çok çeker. Bunun nedeni yabancı güzellerin sizde çağrışım yapan bir hikayeleri olmamasıdır. Türkiye’deki ünlüler daha dikkat çekici ve anlamlı olmak için size çağrışımda bulunacak hikaye yaratmaya çalışırlar.

Çoğu ünlü kadının ünlü olmadığını ve birden size resminin gösterildiğini hayal edin. Güzellikleri o kadar çarpıcı gelmeyecektir zaten Deniz Seki de bu kadar ilgiyi hak edecek güzellikte bir kadın değildir. Ancak ,ne kadar çok hikayeye bulaşırsa o hikayeyle kitlenin bilinçaltında tutunabileceğini biliyor.

TwitterTakip

11 February 2009

Metro Turizm tesisleri

Bolu tüneli yapılmadan önce yol kenarında durup bir şeyler yiyebileceğiniz yerler vardı. Muhtar’ın yeri gibi klasikleşmiş yerler çoğu İstanbul yolcusunun uğradığı yerlerdi.

Geçiş otoban güzergahına kaydıktan sonra sadece Sebahattin’in yeri adında bir yerin açılmasına izin verildi. Sebahattin’in yeri otobanda karşılıklı iki tesisten oluşuyor.

Ancak , insanların burayı tercih etmelerinin nedeni doğa ile iç içe bir ortam olmasıydı. Yeni bölgede bunu sağlamanız önceki kadar mümkün değil ancak bahçe içinde , dışarıda da yemek yenilecek yerler açılmalıydı. Şu anki mimari önceki anlayıştan çok uzak , herhangi bir firmanın mimarisi tarzında inşia edilmiş. Normal bir Metro tesisiyle bu tesis arasında hiçbir fark yok.

Oysa ağaç evler şeklinde daha ufak bölmeli bir bina modeli uygulanabilirdi , yemekler farklılaştırılabilirdi , hayvanların beslendiği insanların 1-2 dakika ziyaret edebileceği alanlar yaratılabilirdi. Bu tesis kısa sürede müşterisini kaybedecek , Sebahattin’in yeri ismi ise tarihe karışacaktır.

Fiş aldığımda dikkatimi bir nokta daha çekti. Bu yer Sebahattin’in yeri gibi durmasına rağmen Fatura üzerinde Metro Turizm yazıyordu. Yani buranın mülkiyeti Metro Turizm’e aitti.

Otoban yapıldıktan sonra büyük ihtimalle , Metro gerekli izinleri almış , bilinen bir tesisin de isim hakkını almış , önceki müşterileri buraya toplamaya çalışıyor. Metro isim hakkını almayı akıl etmiş ama insanların o bölgeyi tercih etmesinin nedenlerini yakalayamamış.
Pazarlama yolcu taşımaya benzemez.

TwitterTakip

08 February 2009

Müşteri bazen sayılar arasına sıkışabilir

Hiroşima’ya bomba atan pilot önündeki haritalar ve kumanda kolu yerine aşağıda yaşayan insanları görebilseydi o bombayı oraya atamazdı. Sonrasında da zaten ortaya çıkan yıkımı gördüğünde intihar ediyor.

Gerçekleri anlatmakta mantıklı gerekçeler buluyor , gerekli çabayı sarf ediyor ama bir türlü ikna edemiyor musunuz ? Yukarıdaki hikaye eğer bir şekilde sondan başa ilerleseydi , bu olayda Pilot bombayı atmaması konusunda ikna olabilirdi.

Anlatarak , ikna etmeye çalışarak, uzun cümlelere sıkışmış gerekçeler arasında bazen gerçeği boğarsınız. Tartışma esnasında gerçek tablo görünmez olur , kişisel egolar , tartışmanın kendisi gerçeğin önüne geçer. İkna etmek için bazen sondan başa ilerlemek gerekir
.
yöneticilerle şu şekilde bir deneyimi çok yaşamışımdır ; Bir müşteri konusunda yöneticime ricada bulunduğumda , eğer o yönetici daha önce o müşterimle görüştüyse çözüm yönünde daha ılımlı olur , eğer tanışmıyorsa çözüm için daha mesafelidir
.
birebir tanışıklığı yok ise sorun rakamlardan ibarettir , birebir ilişki var ise durum kişiselleşir, kişiselleştikçe sorumluluk daha fazla hissedilir
.
işin içerisine girmemiş , masa başında oturan üst kademe yöneticilerin daha acımasız olduklarını görürsünüz. Siz bir müşterinizi kazanmak için uzun süre emek sarfetmişken , bu emek bir anlam ifade etmez , rakamlardan ibaret olan müşteri bir kalemde silinebilir
.
herkesten sorumlu ve vicdanlı olmasını bekleyemezsiniz ama sorumluluk kazandırmanın yolu bir şekilde sürece yöneticinizi de dahil etmektir
.
siz aşağıda yaşayan insanların durumunu anlatmadıkça , doğru iletileri veremedikçe yönetici için aşağıdakiler , rakamlardan ibaret , kumanda panelindeki bir düğme kadar anlamsız olacaktır

TwitterTakip

06 February 2009

Ürün'den müşteriye kayış

Home Trend dergisi için yazdığım yeni yazı :
.
Son ekonomik Dünya krizinde , diğer krizlerden ayrı olarak bir farklılık ortaya çıktı. Ekonomistler hatayı göstermek için haftalarca tartıştılar, birçok nedenler sıraladılar ancak hatayı gösterecek ,kriz öncesinde alınmış iradi bir karar örneği gösteremediler. Geldiğimiz noktada ,normal işleyen bir sürecin öngörülemez şekilde tıkandığını gördük , herkes toplamasını doğru yapıyordu ama sonuç yanlış çıkıyordu.

Bu kriz , bize bundan sonraki ticari model ve dünya ekonomik düzeni için yeni bir kavramı tanıştırdı ; belirsizlik…

Ticarette artık çok daha fazla değişken var. Önceden kendi ulusal sınırlarınız içerisinde aynı sokaktaki esnaf ile rekabet ediyor , rakibinizi tanıyor , değişimi tahmin edebiliyordunuz. Bu krizi kimsenin tahmin edememesi ve Türkiye’nin kendi dışında oluşan bir krizden etkilenerek ona maruz kalması yeni bir dönemin işaretçisi.

Son gelişmelerden sonra bundan sonraki süreç için birkaç öneride bulunmam gerekseydi aynen şöyle derdim ; dün ne yapıyorsan daha azını yap ama daha iyisini yap

Çünkü büyüdükçe kontrol edemeyeceğiniz alanlar fazlalaşıyor ve risk artıyor

Bu değişimi şöyle bir örnek ile açıklayalım .

Örneğin , bir ürünün fiyatı. Bir ürünün fiyatı geçmişte nasıl belirlenirdi ?

Ürünün maliyeti hesaplanır , üzerine kar marjı eklenir ve fiyat ortaya çıkardı.

Yani fiyatı belirlerleyen üretici ve satıcılardı ancak bugün için fiyatı alıcılar belirliyor.

Yani ,ürününüz etrafında yaratabildiğiniz müşteri trafiği , innovatif hareketlerle yaratabildiğiniz müşteri ilgisi ürününüzün fiyatını belirleyen unsurlardan.

Gelecek yıllarda , salt ürünün başlı başına kendi maliyetini dahi kurtaramayacağı kanaatindeyim.

Bugüne kadar şirketlerdeki büyüme modeli organik olarak gerçekleşiyordu ; ancak bundan sonra satın alma ya da stratejik ittifak şeklinde gerçekleşecektir. Üretimden pazarlamaya kadar olan süreçlerin daha karmaşık hale gelmesi ve odaklanarak çalışmayı gerektirmesi bu ittifakları zorunlu kılıyor. Bir kural olarak şunu söyleyebiliriz ; artık kendi başınıza büyüme imkanınız kalmıyor

Ölçek ekonomisinde üretim kapasiteniz arttıkça birim başına düşen üretim maliyetiniz azalıyordu. Böylece firmanız büyüdükçe maliyet olarak daha avantajlı bir duruma geçiyordunuz. Bugün ise büyük firmaların maliyetlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni büyüdüğünüz ölçüde orantılı olarak satışınızı arttıramıyor olmanız.

Milan Kundera , bugün ki Dünyayı tanımlamak için şöyle demişti ; Artık katı olan her şey buharlaşıyor… Katı olan , esneyemeyen , uyum sağlayamayan her şeyin buharlaştığı belirsiz ve öngörülemez bir Dünyanın kapısı çoktan açıldı. Hesapların tekrar revize edilmesi gerekiyor

Aslında çoğu firma bugünlerde hesaplarını tekrar revize ediyor , stratejilerini değiştiriyor ancak bu değişimler çok yavaş ve ayrıntı noktalarında yaşandığı için görebilmek zorlaşıyor.

Bu değişimlerden birisini Türk Hava Yollarının Kevın Costner ile çektiği reklam filminde görüyoruz.

Türk Hava Yollarının Kevın Costner ile çektiği reklam filmini izlemişsinizdir. THY bugüne kadar reklamlarında biz iyiyiz , biz kaliteliyiz diyor , ürününü ve hizmetini anlatıyordu. Bu reklamda ise bir değişiklik dikkatimizi çekiyor. THY artık kendisini anlatmıyor , müşteriyi anlatıyor. Reklamlarda şu sloganı kullanıyor “ kendinizi bir star gibi hissedeceksiniz”

Reklamda ne fiyattan ne de hizmetten bahsediyor , tüketicisinin duygularını yönetmeye çalışıyor ; Ürünü değil ,tüketiciyi konumlandırmaya çalışıyor.

Bu reklamla birlikte üründen tüketiciye kayan sessiz bir değişimin ipuçlarını görüyoruz.

Son dönemlerdeki tekstil sektöründeki kampanyalara baktığınızda ; geleneksel biçimde fiyat ve vade noktasında rekabetin yürüdüğünü görüyorsunuz. THY ‘nin geldiği noktayı marka evrimleşmesinin son aşaması olarak kabul edersek ; Perde sektörüde kısa sürede rekabet ürün üzerine kayacak , uzun vadede ise yukarıdaki örnekte olduğu gibi her firma müşteri seğmentini ayırıp , kendi müşterisini tanımlamaya başlayacaktır.

Her ne kadar sektörler arasında bağlantı yokmuş gibi görünse de ; bir ucunda ürün ,diğer ucunda müşteri olan her ticari süreç benzer bir evrim geçirir.

Fiyat ve vade ile büyümek , Pazar payını arttırmak mümkündür ancak değer yaratmayan ve sürdürülebilir olmayan bir büyüme yaratır. Sizden fiyat için ürün alan bir müşteri ,yine fiyat için de ürün almaz hale gelebilecektir. Dolayısıyla ,böyle bir stratejiyle hanenizdeki müşteri sayınızı sermaye olarak görmeniz mümkün olmaz. Fiyat ve vade ile müşteri sayısı suni olarak artış gösterir.

THY bu anlamda doğru bir stratejik kayış sergiliyor. Yatırımını müşteriye doğru kaydırıyor.

Müşteriye yönelik kayış tekstil sektörünün kısa sürede gerçekleştiremeyeceği bir çözüm. Kısa vadede yüklerinden kurtulacak , orta vadede süreçlerini iyileştirip farklılaşacak , uzun vadede ise müşteri seğmentini ayrıştırıp müşteriye yönelik ürün ve hizmet noktasına geçecektir. Bu günlerdeki durgunluk , her kış yaşadığımız , baharı bekleyen bir sükut döneminden ziyade değişimin habercisidir.

TwitterTakip

05 February 2009

Kurumsallık ne işe yarar ?

Ankara’da Samsung ,telefon arızası konusunda Ana Yetkili servis olan Başarı elektoniğe gidiyorum. İnsanlar ellerinde telefonla sıralarının gelmesini bekliyorlar, kapı girişinde bir numaratik , sıcak , kirli havanın olduğu bir ortam , oturup beklemek için çok az sayıda koltuk mevcut.

Niyetim buradaki ortamın uygunsuzluğu konusunda şikayet etmek değil.

İnsanların beklerken gösterdikleri dikkat çekici sabır.

Normal bir firma , bir müşteriye ürün satacak , ürün arızalı çıkacak , 10 gün sonra arıza için müşteri geri getirecek , müşteriye numaratikten sıra vereceksiniz ve bu pis ortamda ayakta bekleteceksiniz.

Böyle bir tablo karşısında müşteriyi öfkelenmeden tutabilmek mümkün değildir.

Ancak , burada bekleyen müşterilerin sabrı , formalitelere koşulsuz teslimiyeti ve itiraz etmemesi dikkatimi çekti.

Çalışma hayatında en ufak bir hatada müşterilerin bu kadar kurallara uyduğunu , prosedürlere bu kadar itaat ettiğini göremezsiniz.

Kiğili , Markasından pantolon aldığınızı düşünelim. Üründe defo çıkıyor , tekrar mağazaya gidiyorsunuz , görevli size beklemeniz gerektiğini söylüyor , numaratik veriyor , 30 dk. Bekliyorsunuz. Böyle bir müşteri hayal edemiyorum.

Aynı müşteri niçin A Markasında böyle bir duruma farklı reaksiyon verirken ,Samsung markasının önünde itaat ediyor.

Kurumsal güç böyle bir şey olsa gerek. Müşteri böyle bir gücünüz olduğuna , şeffaf ve adil olduğunuza inandığında bu eğilimi gösteriyor.

Herhangi bir şikayetten dolayı bir mağazaya gidiyorsunuz , karşınıza halkla ilişkiler sorumlusu olarak tanıtılan bir bayan çıkıyor , sizi sakinleştirmeye çalışarak durumu telafi edeceğinin sözünü veriyor. Bu tablo firmalarda çok sık karşılaştığınız bir durumdur.

Aslında bu kişisellik ve kişiye bağımlılık müşteriyi öfkelendiriyor. Müşteri böyle bir tavır karşısında durumun kişilere bağlı olduğunu hissediyor ve bağırdığı ölçüde hakkını alacağını düşünüyor , elinden geldiğince göz dağı vermeye çalışıyor.

Kurumsallaşalım , diye uzun cümleler kurarız ama kurumsallığın nasıl bir iklim yarattığının somut bir örneği size…

TwitterTakip

02 February 2009

Kadınlar erkekleri erkeğin gücünü kullanmasını sağlayarak yönetir


Bir kadın erkeği yönetmek için erkeğin gücünü kullanmasını sağlayacak bir ortam yaratır. Rica etsem şunu benim için kaldırabilir misin ?

Çoğu zaman karşıdaki insanı etkilemek için gücümüzü ya da bilgimizi kullanırız ancak bu güç sizi bir anlamda karşı tarafa bağımlı kılar. Etkilediğiniz kişinin gözündeki değeriniz sizi yönlendiren , sınırlayan bir güç haline gelir.

Karşıdaki insanın gözündeki değerinizi yitirmemek için onun beklentilerine uygun biçimde davranırsınız.

Bana acemi bir satıcı verin onu överek , bilgisini göstermesini sağlayarak istediğiniz gibi hizaya sokayım

Okullarda artık ceza yerine ödül verilerek öğrenciler yetiştiriliyor. Teşekür belgesi vererek övdüğünüz bir kişi artık çevrenin gözündeki beklentilere göre teşekkürlük bir öğrenci olarak hareket etmeye başlıyor. Kendisiyle ve çevresiyle çelişmiyor.
İnsanların yaptıkları işleri övün ki övdüğünüz kadar başarılı bir iş çıkarsın

TwitterTakip

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us