30 September 2010

Rakamlar Ne Kadar Gerçeği yansıtır ?

Aksaray’da otelde bir akşam vakti. Pencereden dışarıdaki yağmuru seyrediyorum. Otelin önünde insanlar yağmurdan kaçmak için sağa sola koşturuyorlar. Bir Japon turistin elinde gazete, ıslanmasın diye montunun altına saklıyor. Hemen arkasında jeep’den inen bir Türk , yine yağmurda ıslanmamak için içeri doğru koşturuyor , elinde bir gazete var. Japon turist montunun altına ıslanmasın diye saklamaya çalışırken , bizimkisi gazeteyi başının üstüne tutarak yağmurdan korunuyor. Gazeteye nasıl bir algı ile baktığımızın basit bir yansıması, yağmur altında kendisini gösteriyor gibi.

İnsanlar niçin gazete okur ? Bilgi edinmek için , gündemi takip etmek için v.s.

İlk bakışta bu tür cevaplar akla gelse de çok farklı nedenleri de olabilir . Vakit geçirmek , alışkanlık , gazete kağıtlarını kullanmak, imaj oluşturmak gibi nedenler de ilk görünen nedenlerin dışındaki amaçlar olabilir.

Okuma alışkanlığı gibi analizler için sık sık ülkeler arasındaki gazete satış rakamları kıyaslanarak verilir. Oysa , bu istatiklerin verdiği rakamlar derinliğine inmeden gerçeği yansıtmaz

rakamlar çoğu kez gerçeği manupule eder. Karşı taraf sizin ilk olarak rakamlara baktığınızı bilerek rakamları topralamayı , düzene koymayı becerebilir. Rakamlar halının üst kısmıdır.


Örneğin , mağazin proğramları , tartışmalar izlenme oranlarını zıplatır ama sırf bu rakamları takip ederek yanlış yöne sapabilirsiniz. Hürriyet Türkiye'nin en çok satan gazetesidir , bu rakamlara bakarak daha büyük başlıklar atmak , şok haberler vermek , resimleri büyütmek yanlış bir değerlendirme olabilir. Çok satıyor olabilirsiniz ama gazeteniz yağmurdan korunmak için de kullanılıyor olabilirsiniz.

Otel odasından dışarıyı seyreden Hürriyet gazetesi genel yayın müdürü olsaydınız , elinizdeki rakamlara mı itibar ederdiniz , okunmak yerine ıslanmaktan korunmaya tercih edilen gazetenizin bu durumuna mı ?

Yıllar önce bir bayiimiz, bizi tatmin edecek satış rakamlarını bir şekilde sağlayarak ilişkimizi devam ettiriyordu , daha sonra ürünlerimizi yağmurdan korunmak için kullandığını anlamıştık

TwitterTakip

24 September 2010

Halk Ekmek , Halk Et 'den sonra Halk Perde de çıkar mı ? Ekonomik bir Aktör olarak Devlet...

Devletin bir aktör olarak ekonominin neresinde durması gerektiği hep tartışılagelmiştir. Sosyalistler devletin üretici güç olması gerektiğini savunurlar, liberaller " laissez - faire" yani bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler anlamına gelen sözle her ekonomik aktöre sınırsız özgürlük tanınması gerektiğini savunurlar, eğer bu sınırsız özgürlüğü tanırsanız bu güçlerin rekabetiyle piyasada kendiliğinden bir denge oluşacağını söylerler , bu dengeye de " gizli el " derler.

Türkiye'de ise istikrarlı bir ekonomik akım hiçbir zaman olmamıştır. Birazcık liberalizm birazcık sosyalizm katılarak devletçilik dediğimiz bir ekonomik politika icat edilmiştir. Her sistem savunucusu devletçiliğin o zamanki koşullarda gerekli bir ekonomi politikası olduğunu söyler, okul kitaplarında da bunu ezberleriz.

Ancak bir sistemin başarılı olup olmadığını analiz etmek için koşullara değil sonuçlara bakılır. Koşulları öne sürmek aslında bahane yaratmanın ve sistemi meşrulaştırmanın diğer bir yoludur.

Sonuç itibariyle baktığınızda ise ; hantallaşmış devlet kurumları, bu kurumlarla rekabet edemediği için ortaya çıkamamış üretici ve iş adamları, üreticilerini ve iş adamları yerine bürokrasi yarattığı için rekabet eden değil kayırmacılığa yönelen bir toplumsal kültür v.s.

Oysa dünyada başarılı olan örnekleri incelediğimizde ; devletin ekonomide hakem olduğu , üreticiyi teşvik olarak destekleyip rekabet koşullarını düzenlediği , eğitimin içeriğini ideolojik bireyler yetiştirmek için değil, üreten bireyler yetiştirmek için doldurduğu devletlerin daha başarılı olduğunu görüyoruz.

Devletçilik bir ekonomi politikası gibi görünsede; aslında ekonomide devletin hakim olduğu, bu hakimiyetle toplam üretimin politik tercihlere göre dağıtıldığı, politik kaygıları ön planda olan bir sistemdir. Toplumu şekillendirme politikasının ekonomi ayağıdır.

Ekonomik sistemleri bir kenara bırakarak şu soruyu soralım ; modern anlayışta devlet ekmek , et gibi ürünleri üretip halka sunar mı ?

Bu soru soğuk savaş dönemi sonrasında yoğun biçimde tartışıldı. Vahşi kapitalizm dediğimiz sistem güçsüzleri eziyor, bu ezilenler ise toplum için bir tehdit oluşturuyordu.

( buradan da anladığımız gibi, kapitalizm bir şey veriyorsa mutlaka bir nedeni vardır. Ezilen halka bazı hakları verildi ancak bunlar bu grupların iş gücüne katılımı, toplum için tehdit oluşturmaması ve yeniden tüketici olması için verildi )

Bu gibi nedenlerle kapitalizm sosyal devlet dediğimiz bir sistem geliştirdi. Bu sisteme göre devlet vatandaşa belirli haklar veriyordu ; ücretsiz sağlık, işsizlik ödeneği gibi...

Sosyal devlet anlayışı kapitalizmin bir üst evresidir, kapitalizmin devamlılığı ve işlerliğinin daha sağlıklı yürümesi için de gereklidir

Ancak bizim ülkemizde bu sosyal devlet anlayışı yine yanlış okundu ve devlet halka ekmek üretmeye, et üretmeye başladı...

Kapitalizm çok eleştirilmesine rağmen kendi içinde bir ahlak anlayışı vardır ; bu durumda kapitalizm şu soruyu sorar ; devletin vergisini aldığı bir üretici karşısına ondan aldığı vergiyle üretici olarak çıkması ne kadar etik dir, bu durum sistemi tıkar mı

Politikanın ise böyle bir tutarlılık ve sistem kaygısı yoktur, getirdiği taraftar , sağladığı popülasyon tek ölçütüdür

Modern liberalizm bu soruya evet yanıtını veriyor. Yani devlet üretici olduğunda , üretici karşısında ayrıcalıklı durumunu kullanıp ayrıcalık yarattığında sistem tıkanıyor

Eğer fakir halkın ekmek alamaması gibi bir durum söz konusu ise bunu üretici olarak değil, üretici karşısında belirlediği vergi , destek gibi herkese eşit sağlanan koşullarla sağlamalıdır.

Aksi halde hakem oyuna müdahil olur, sistem tıkanır

TwitterTakip

18 September 2010

Anonim Marka; İstikbal Mobilya...

İstikbal türkiye'nin önemli markalarında bir tanesi. Ancak, marka derken markanın kapsadığı alan o kadar genişledi ki marka dediğiniz her kavramı mutlaka açıklamanız gerekiyor. Marka demek artık bir cevap değil. Marka dediğinizde; "nasıl yani" sorusu sorulmayı hakediyor.

Satış , bilinirlik , organizasyon ve dağılım anlamında istikbal önemli başarılara imza atmış bir firma

Ancak bu başarılara "el yordamıyla" ilerleyerek ulaştığını düşünüyorum

Ülker aynı şekilde el yordamıyla ilerledi ancak bir noktadan sonra marka kurgusunu yapabildi, ürünlerini ayrıştırdı, tüketiciyi bir kitle olarak görüp mesaj kaygısını taşıdı

İstikbal'in reklamlarını incelediğinizde hiçbir tutarlılık ve ortak mesaj görmüyorsunuz

Sürekli fiyat kampanyalarından , fiyatın ucuzladığından bahsediyor

Sokağa çıkın ve markanızın ne olduğunu 100 kişiye soru sorun ; eğer verilen cevap homojenlik taşımıyorsa markanız sadece biliniyor demektir

İstikbal bir marka olarak işlediği, üzerinde durduğu bir mesaj iletmiyor. Tüketiciyle iletişime geçmiyor sadece uyarıyor. Oysa , yabancı rakiplerin sürekli yeni yatırım kararları aldığı bir dönemde hazırlık yapabilmeli, tüketicide bir algı oluşturabilmeli. Rakipler geldikten sonra istikbal'in dağınık mesajları çabuk dağılacaktır.

Bazen bir firma o kadar uzun süre piyasada yer alır ki tüketicinin ona verdiği rastgele bir anlam oluşur. Tekstil firmalarında reklam yapmayan çoğu üretici firmaya bu anlamlar piyasada kendiliğinden yüklenir. Örneğin ; güvenilir, kaliteli... Ancak, bu anlamlar çok geneldir ve çabucak dağılmaya müsaittir.Halk genelde; sağlam , güvenilir gibi aslında çok da bir anlamı olmayan çok genel anlamlar yükler. Başka bir firmanın rakip olarak girdiğinde çabucak dağıtabileceği çok genel anlamlardır bunlar. Firmaların bu hazır algının üzerinde uyumaları çok sık gördüğümüz bir durum. İstikbal de bu üzerine yapiştırılan bu "sağlam " algısının üzerinde uyuyor gibi. Oysa , bu algıyı işlemesi, tüketiciden aldığını işleyerek yeniden üretmesi gerekir.

TwitterTakip

17 September 2010

Koşullar İnsanı Kahraman Yapar...

Darwin, koşullara ayak uyduramayan yok olur ve güçlü olan ayakta kalır demişti. Bu da demektir ki; canlılar koşullara uyum sağlayabilen , yaşama güdüsü baskın olan bir canlıdır. Buradan yola çıkarak şöyle bir öneride bulunabiliriz ; insan gelişimini sağlamak için insan üzerine motivasyon araçlarıyla yüklenmektense koşullarla oynayın...

Bu ne demek ?

Bizler çoğu kez insanı yönetmeye çalışırız. İnsan ise ona doğru hedefleri , koşulları sağlamadığınız yani bir anlamda kendi kendine enerji üretmesini sağlayacak iç ve dış dinamikleri harekete geçiremediğiniz sürece sürekli hareket sağlayamaz. İç dinamik ise sizin söyleyebileceğiniz, bir söz, ödül ya da ceza gibi geçici araçların dışında çok daha geniş kapsamlı bir sorumluluk anlayışı, eğitimi içine alan bir alandır. Burada oynama alanınız kısıtlı, geçici sürelidir.

Ya koşullar ?

Her insanın aldığı eğitimden , deneyimlerden bağımsız olarak içinde varolan bazı güdüleri vardır.

Gurur, aşk, varolabilme güdüsü...

Bu duygular herkeste eşit olarak vardır

Bazen gurursuz insan olarak tanımladığınız insanlarla karşılaşabilirsiniz ancak bunların sadece gurur algılayışları farklılık gösterebilir

Bir insana çalış demek yerine, çalışanın varolabildiği , daha çok saygınlık kazanacağı bir koşul ortamı oluşturamadığınız sürece söylediğiniz kelimelerin hiçbir anlamı yoktur

İyi bir yönetici rekabet koşullarını doğru oluşturur, çalışanın gücünün sınırlarını doğru tesbit eder ve bu sınırlara değecek hedefler önüne koyar,

Koşulları değiştirmeden çalışması yönünde telkinde bulunma bir dilekten öte anlam taşımaz

Öyleyse çalışanın kendi gelişimini tamamlaması, daha çok çalışması için koşulları değiştirmeli, koşullarla oynamalıyız

Wall-Mart bir dönem mağazalarından birşeyler çalan müşterilerle baş edemiyordu. O dönemler henüz x-ray cihazlar gelişmemişti. Çözüm için kapıya güler yüzlü , her gelene merhaba , nasılsınız diyen yaşlı temiz yüzlü insanlar koydu.
sonra gördü ki, bu yaşlı insanlardan sonra hırsızlık olayları azalma gösterdi. Bu yaşlı insanlarla diyaloga girmek, birey üzerine saygınlığını yitirmeme , mahçup olmama gibi güdüleri dürtüledi.

Türkiye'de çocuklara iyi şeyler öğretilir , bunlar anlatılandır ancak Türkiye'de yetişen bir çocuğun hırsız olmama ihtimali nedir ? Çalmak ebebeyn tarafından öğretilen şey , bir de bunun tersinde Türkiye koşulları var. Çalmanın her gün haber bültenlerinde izlendiği, yakalanmadığı sürece ödüllendirildiği bir koşullar bütünü. Şimdi çalmama yönündeki telkinleri ve çalmaya karşı oluşan Türkiye koşullarını bir arada düşünün. Hangisinin ağır bastığı, anlatılanın mı yoksa koşulların mı daha etkili olduğunun analizini yapın...

bu örnekler de bize gösteriyor ki anlatmanın , telkinin gücü bir noktada tıkanıyor. İnsanı yöneten koşullardır, insan koşullara uyum sağlar, rekabetçi bir koşulunuz ve ortamınız var , böyle bir organizasyon ve sistem kurabildiyseniz gerisi kendiliğinden gelir

ne demiş üstat ; koşullar insanı kahraman yapar... biz de diyoruz ki ; koşulları iyi yönetemezseniz her zaman kahraman değil bazen de hırsız yapar...

TwitterTakip

12 September 2010

Referandum'da Kim Kazandı, Kim Kaybetti....

Bu referandumda öncelikle facebook, twitter tarzı paylaşım sitelerinin ne kadar gerçeklerden uzak ve magazinsel kaldıklarını anlamış olduk. Öne çıkan görüntüler, videolar son derece abartılı, birbirini tekrar eden ve gerçek bir veri olarak alınıp, gözlem ve kanaatlerinizi şekillendirmede bir unsur olamayacağını anlamış olduk.

Bununla birlikte bu sosyal paylaşım sitelerinin geleneksel medyalardan farklı olarak doğruluğu sınanmamış birçok yanlış bilgi ve dedikoduyu işleyerek kamuoyu ve kanaat oluşturmada gelecekte etkili olabileceğini gördük.

Yani kısaca faydası sınırlı ama zararı çok fazla olabilir diyebiliriz

Geleneksel medyanın etik dışı olarak kabul ettiği ve işlemekten kaçındığı birçok olayın bu sitelerin kullanıcıları tarafından rahatlıkla işlenebildiğini , bundan sonra etik alanın parçalandığını her şeyin konuşulabildiği, ironi edilebildiği bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz

Kılıçdaroğlunun oy kullanamaması geleneksel medyada birkaç sütun ile geçiştirilebilecekken bu sitelerden en öne çıkan konu olması, bu durumun bu derece işlenmesi bundan sonraki dönem için ilginç ip uçları veriyor

Bundan sonraki dönemde bir firmanın ya da siyasi partinin icraatları kadar üslubu, özel hayatı, en ufak espirileri, hatta yürüyüşü dahi konu edilebilecek, hatta bu konular daha ön plana çıkacaktır

Bundan sonra firmalar müşteriye yaşattıkları birebir olumlu ya da olumsuz olaylarla da gündeme gelecek, geleneksel medyada olduğu gibi bunu kontrol edemeyeceklerdir

Nasıl ki magazin dünyasında sansasyon ön plana çıkıyorsa, firmaların ön plana çıkabilmeleri konuşulabilir bir olayı kurgulamalarına bağlı olacaktır

------------ *** -----------

Anayasanın değişen 26 maddesini incelediğinizde aslında değişen çok fazla şeyin olmadığını görüyorsunuz. Hükümet bu maddeler ile bir anlamda yarı başkanlık sistemine geçiş yapıyor, yasama ve yürütme erkinin gücünü arttırıyor.

Bu aslında türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için olumlu bir adımdır. Çünkü gelişmekte olan bir ülke gelişmiş ülkelerden farklı olarak daha fazla karar almak, icraat yapmak ve hızlı hareket etmek durumundadır. Ancak bu işi yapanın akp olması bir kısım insanı bu gücün suistimal edileceği yönünde kaygıya düşürüyor.

Oysa bu iradenin sivil hükümet tarafına geçmesi, bu konuların tartışılıyor olması böyle bir suistimali beraberinde getirmesine rağmen bizi daha sağlıklı bir zemine taşıyacaktır

Toplumlar hata yapabilmeli , karar vermeli , insiyatifi almalıdır ; diğer tarafta durağan , insiyatifin sivil kanaat elinden alındığı bir hukuk sistemi ile küreselleşen dünyaya uyum sağlamak mümkün olmaz.


---------------- *** --------------

Bu referandumun kazananı akp ; kaybedeni ise mhp , chp ve bdp dir,

Mhp muhalefet yapmak adına tabanı ve değerleriyle zıt düştüğü için kaybetmiştir
Chp kaybedeceğini bildiği bir maçta , bu maçı bu kadar büyütmekle , akp - chp savaşına dönüştürmekle gereksiz bir yenilgi almış , puan kaybetmiştir
Bdp , bundan sonraki süreçte daha reformist kararlar alınmasında söz sahibi olabilecekken , muhalif bir çizgiye kaymış, gereksiz bir cepheleşmeye girerek sadece eleştiri yapabilecek bir konuma kendisini itmiştir
Akp , bu süreçte birçok hata yaptı. Ancak , bu referandumu bu kadar büyütmeyi eğer bilinçli olarak yaptıysa taktiksel bir başarıdır , zira kazanacağınızı bildiğiniz bir zaferi ne kadar büyütürseniz zaferiniz de o denli büyük olur.

Taktik ; tarihte ordu komutanları yaptıkları savaşın ne kadar önemli ve stratejik olduğunu kamuoyuna ve medyaya anlatırlardı, savaş kazanıldığında da abarttıkları ölçüde sivil hayata ve politikaya o denli güçlü dönüş yaparlardı. Napolyon bu taktiği birçok yerde kullanmıştır

TwitterTakip

04 September 2010

Referandumda EVET mi, HAYIR mı ???

Karl popper , açık toplum ve düşmanları ( open society and its enemies ) adlı kitabında komunizme ve faşizme karşı çıkmıştı, bunun nedenini de toplumu olduğu noktadan ileri ya da geri bir noktaya taşıyacak hamlenin toplumun iradesi dışında bir gücü gerektireceğini bunun da otoriter bir rejim doğuracağını söylemişti. Ve dediği gibi de oldu.

Eğer toplumu 3-5 adım ileriye taşıyacak bir projeniz var ise bu otoriter bir rejimi getirir, eğer toplumun dinamiklerinden daha geri bir yönetim ve hukuk sisteminiz var ise bu da toplumsal gerginliği, öfkeyi, tatminsizliği getirir. Şu an olduğu gibi...
Cumhuriyet dönemi toplumu osmanlı kültüründen alıp cumhuriyet kültürüne taşımıştı, ancak bu ilerleyiş halkın iradesi dışında bir irade gerektirdiğinden kaçınılmaz olarak beraberinde belirli bir otorite ve şiddeti de getirmişti.

Bir olay olduktan sonra geriye bakıp bunun olumlu ya da olumsuz olduğunu söylemek başka, olayın içinde ya da uzağındayken duruş olarak şiddete ve otoriteye karşı olmak ya da olmamak başka şeylerdir. Sizden olan , sizin yararınıza olan şiddeti ve otoriteyi tasvif etmek ya da eleştiriden kaçınmak sağlıklı bir sonuca götürmez ve daha da ileri gitmenizi engeller. Çünkü savunduğunuz şiddet bir takıntı haline gelir.

Cumhuriyet kendi ideolojisini enjekte ettikten sonra tıkanmıştır. Çünkü kendini eleştirecek açık bir toplum haline gelememiş, daha çok kendini savunacak ve aynı yöntemleri uygulayacak bir zihniyete sahip çıkmıştır. Bu da toplumun bir kesimini taraftar yaparken, diğer kısmını ötekileştirmiş, gerginliklerin ve kutuplaşmaların temeli haline gelmiştir.

İşte geldiğimiz noktada bugün ki referanduma da bakış bu kutuplaşma ve ideolojik çerçevede olmaktadır. Cumhuriyetçiler katı bir hayırcı , topumun muhafazakar dediğimiz kesimi ise evetçi olmuştur, arada kalan % 10 luk bir kısım ise gidip gelmektedir.
Nasıl ki sağlıklı ekonomiyi tanımlarken piramitin orta kısmının şişkin olması doğru ise ; yukarıdaki taploda da bu kadar yoğunlaşmış bir toplumsal kesimin evetçi hayırcı olarak ayrılması da son derece sağlıksız ve ideolojik bir toplum olduğumuzun göstergesidir.

Bu durumda referanduma evet ya da hayır demek oldukça zor , çünkü ekonomistlerin dediği gibi; bu doğru olabilir ama diğer tüm şartlar aynı kaldığı taktirde... Diğer tüm şartları ise sabitlemeniz imkansız

Ben bu anayasaya diğer tüm şartları riske atarak "evet" diyeceğim
Siviller tarafından yapılan bir anayasa olduğu için, yanlış taraflarına rağmen düzeltilebilme imkanı olduğu için , bu anayasanın anayasa tartışmalarını alevlendireceği ve konuyu gündeme taşıyım daha sağlıklı bir anayasanın temeli olacağı için, beğenmesem de altında sivil bir imza olduğu için,

TwitterTakip

AVM, Süpermarket kargaşasında Tüketici nereye kaçacak ? -- TrTex Dergisi Yeni Ropörtaj

Mustafa bey, AVM ' lerde ne oluyor, bu AVM enflasyonu nereye kadar gider ?

Şöyle bir benzetme yapayım. Karl Marx tarihi açıklarken diyalektik materyalizm dediğimiz bir yöntem kullanır. Der ki ; önce ortaya bir tez çıkar , sonra bunun anti - tezi, sonra da bu iki doğrunun çarpışmasından sentez ortaya çıkar.

Dünya değişirken, tüketici değişirken insanların akın ettiği bazı genel trendler oluşuyor. Burada belirli bir süre sonra bir yığışma ve enflasyon oluşur, sonra bu yığışma iflas ederek kendi anti-tezini yaratır. Avm mantığı da bu denklemin dışına çıkamayacaktır. Bir süre sonra patlayacak, iflas edecek, talep görür pozisyonunu yitirecektir ; biz bunu değil, sadece bunun zamanını tartışalım.

Bir dönem cadde mağazacılığı modaydı , en lüks markalar caddelere mağazalarını konuşlandırmıştı. Ankara'da Tunalı Hilmi caddesi bir dönemin alışveriş merkezlerindendi, şimdi cazibesini yitirdi. Cadde mağazacılığını tez olarak düşünürseniz bunun anti-tezi avm 'ler ortaya çıktı. Şimdi, bundan sonra ne olur , nasıl bir sentez ortaya çıkar bunu öngörmek lazım.

Avm'lerin iflas etme süreleri bu mekanları ne kadar hızlı tükettiğiniz ve tüketicinin doygunluk oranıyla ortantılı. Son dönemlerdeki enflasyon bu süreyi kısalttı.

Şimdi araya girmek istiyorum, durum bu ama bundan sonra ne olur ?

Fransızların güzel bir sözü var ; her değişim aslına tekrar rücu eder, derler. Ben bundan sonra uzman avm' ye dönüş olacağı kanaatindeyim. Avm' ler bir mekan olarak kurgulandı ancak bu mekan tüketildikten sonra yeni bir ihtiyaç doğacaktır. Kimi yaşam alanına dönüşecek, kimi de konfeksiyonda uzman, ev tekstilinde uzman hale dönüşecektir. Ankara'daki yokuşu , istanbul'daki kapalıçarşıyı bilirsiniz.İstanbul'daki bu mekanın 600 yıllık bir tarihi , yokuşun neredeyse 100 yıllık bir geçmişi vardır. Burada aynı işi yapan kişiler yan yana bir pazar oluşturur. Fransızların her değişim aslına rücu eder sözünü hatırlayarak ; burada da aslına bir rücu olacağı kanaatindeyim. Ancak, şunu da söylemek lazım. Tüketici eskisi gibi kitle halinde değil , bu şekilde hareket etmiyor. Ana gövdeyi burası oluştursa dahi yan dallarda çok fazla çeşit olacaktır.
Herşeyin tekrar aslına rücu etmesi genel bir doğru mu , yani zaman zaman sapmalar olsa da mantık aynıdır, diyebilir miyiz ?
Keşif yapmak istiyorsanız doğayı iyi izleyin ve taklit edin ; ticaret yapmak için ise toplumun alışkanlıklarını ve kültürünü... Daha fazla zeki olmanıza gerek yok.

Yeni bir mağaza ya da ticari model kuracağınız zaman alışkanlıkları , kültürü analiz eder , tüketici bilinçaltını buralardan okursunuz. Yeni bir alışkanlık ve kültür oluşturmak çok zordur, kahramanlıktır, zaman kaybıdır ; alışkanlıkları temel alıp onu biçimlendirmek ise bizim takip edeceğimiz asıl yoldur. Simit sarayı ortaya çıktığında Türk milletinin eski alışkanlıklarını modernize etti. Türk halkının öğrencilik döneminde simit neredeyse temel gıda idi. Simit bir damak tadı alışkanlığı olarak her Türk insanının bir alışkanlığı idi. Simit sarayı bunu gördü , biçimlendirdi ve fırsata çevirdi. Avrupa'daki Starbucks kafeler yine Avrupa insanının kahveye olan düşkünlüğünü ve alışkanlığını iyi gördü , modernize etti ve fırsata çevirdi. İleride bir girişimci " çaycı " adını vereceği köşe başlarına starbucks tarzı kafeler kursun iş yapar. Çay alışkanlığını doğru modernize ettiğinizde Türk tüketicisine rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Bir mağazanız olduğunu düşünelim. Mutlaka tüketicinin alışkanlıklarını yaşayabileceği ufak öğeler yerleştirmeniz gerekir. Bakmayın siz değişimin son dönemlerde çok hızlı gerçekleşip dergilerin, gazetelerin " rasyonel müşteri" figürünü pompaladığına. Müşteri rasyonel olamaz , tüketim aynı zamanda bir sosyalleşme aracıdır, rakamlardan ibaret ruhsuz bir al-ver hiçbir zaman olamaz.Türk tüketicisinin kültürel değerlerinde bakkal amcaları vardır. Benim şu an gıda mağazalarım olsa bu tüketim alışkanlığını çağrıştıracak öğelerle beslerim ve diğer mağazalardan farklılaşırım. Kasiyeri otomatik bir para alan , müşterinin önüne poşet atan konumdan çıkartıp tüketiciyle diyaloga girmesini sağlayan bir ortam kurarım ve burada farklılaşırım. Gazeteye ilan verip ürünlerim şu kadar, dediğinizde tüketici o ürünün fiyatını görmez, demek ki ucuz diye düşünür ve sizi tercih eder. Ancak, bunlar çok çabuk taklit edilebilen , farklılaşamayacağınız noktalardır. Ya da şöyle söyleyelim, bu tür bir farklılaşmanın miladı kısadır. Starbucks'dan sonra herkes kafe açtı ama hiçbiri starbucks olamadı. Köyden şehre gelirsiniz , modern yapılara taşınırsınız sonra herkes buralarda oturduğunda, tekrar şehir dışında bahçeli bir ev özlersiniz. Moda olan , trend olan geçicidir, insanlar öz yaşamlarına, kültürlerine , alışkanlıklarına dönmek isterler, bu tür ortamları daha sıcak ve samimi bulurlar. Freud'un insanlar için her insan kendi çocukluğuna dönmek ister, diye bir tesbiti var , her tüketici de kendi alışkanlıklarına dönmek ister. Şehir hayatına saldırış ve kaçış hayatın devam eden bir zik zak çizgisidir , hangi dönemde neyin kuvvetli olduğunun tesbitini iyi yapmalısınız, insanlar bazen geçmişinden kaçar, bazen geçmişine sığınır. Osmanlı devletini düşünün, ilk kurulduğunda kazandığı zaferlerle bir değer inşa etti, sonra bu değerlerden kaçıp batı değerlerine sığında, bu kaçış ve sığınma bugüne kadar devam eder. Osmanlı'daki bu zıtlıklar uzun dönemleri kapsamasına rağma tüketici cephesinde 3-5 yıllık periodlarda bu değişimleri görebilirsiniz.Mahalle yaşamının ağır bastığı dönemde bakkal kültürü hakimdi, sonra buradan kaçış başladı, Bim bu dönemde sıçrama yaptı, buradan kaçış ne zaman olacak, tüketici buradan kaçtığı zaman, hangi kültürel öğeleri modernize etmeliyiz ki kaçtığı yerde sizi bulsun ????
Şimdi bir sürü süpermarket açıldı , hepsi daha ucuz olduğunu iddia ediyor. Tüketici bir noktada tatmin olacak, daha farklı bir arayışa girecektir. Şimdiden bunun kurgusunu iyi yapmanız gerekir. Kendimi nasıl konumlandıracağım , tüketiciyle nasıl bir iletişime geçeceğim , nasıl farklılaşacağım. Şimdi süpermarketler çok rasyonel bir çizgide gidiyor, yukarıdan yapılan anonslar, kaykaylarla tüketiciye ürün yetiştiren genç çocuklar, bunlar şu an yeni olduğu için kabul görüyor, insanları şaşırtıyor. Bu farklılığın ekmeğini 3-5 sene daha yersiniz, şimdiden sentezinizi hazırlamanız lazım. Tüketici bir süre sonra emin olun bıkacak, bu reyonlar boşalan cadde mağazalar gibi giderek seyrekleşecek. Bu toplumun kültüründe mahallenin namusuna kadar sahip çıkan bir bakkal amca değeri var, şimdi büyük marketler bakkallara karşı bariz avantajları olduğu için tüketiciyi çaldı, fakat bu kültürü modernize etmeyi , işlemeyi bilen birisi de süpermarketlerden bu tüketiciyi tekrar çalacaktır. Bu kadar market açıldıktan sonra 3-4 seneki tablo bu kadar mağaza sayısını ve benzeşmeyi kaldırmaz, burada bir kırılım olacaktır.

şimdilik röportaj için Teşekkür ediyoruz Mustafa bey ,

Ben teşekkür ederim derya hanım

TwitterTakip

02 September 2010

Markaların Holywood'dan öğrenecekleri....

Gülben Ergen'in yeni klibini izlediniz mi bilmiyorum. Klipte kamera bariz biçimde sanatçıyı çekerken sürekli hareket halinde. Son dönemlerdeki klipleri, filmleri, dizileri inceleyin kameranın sürekli hareket halinde olması hemen hemen hepsinde uygulanıyor. Buradaki göz yanılsamasından faydalanıyor.Kameranın sürekli hareket etmesi izleyicinin odaklanamamasını sağlıyor. odaklanamayan, sürekli yeni görüntüler gören izleyici beynine aynı anda birçok görsel mesaj gidiyor. durağan birkaç mesajdan ise bu mesajlar yığını daha hareketli, neşeli ve akışkan bir algıya neden oluyor.

kliplerdeki kameralar hareket edip izleyici gözünde bir yanılsama yaratıyor ama ya markalar ? markalar bu hareketi nasıl sağlıyor, bu yanılsamayı yaratmayı ne kadar becerebiliyor ? ya da böyle bir hareketlilik yaratma bilinci ve uğraşı kaç markada mevcut ?

durağan olan su dahi olsa kötü kokular çıkarmaya , çamurlaşmaya başlar

durağan olanın başarı şansı yoktur.

doğru dediğimiz şey hep hareket halindedir.

değişim çatlaklar ortaya çıktığında ortaya çıkan bir refleks midir, yoksa bilinçli yönetilen bir süreç midir ?

tüketiciyi bir kitle olarak düşündüğünüzde bu kitlenin size, adınıza, markanıza baktığı bir gözü vardır. Bu gözü nasıl hareket ettirebiliriz ?

geçen gün ziyaret ettiğim bir AVM bir mağazanın vitrine yapıştırdığı "eleman alınacaktır" yazısını söktürüyordu. belli ki "cumaya gittim dönecek" tarzı esnaf çağrışımı uyandıracak mesajlardan kaçınmak istiyordu. Gözün bu noktada sabit kalacağının farkındaydı.

sosyal hayatta ilişkilerin monotonluğundan bahsederiz. marka tüketici ilişkisinde de böyle bir monotonluk zamanla oluşabilir. tüketici gözünde yenilenmezseniz, tüketici yeniler...

ben bir markayı yönetseydim çalışanlarıma şunu söylerdim ; bana yeni şeyler bulun ve bunları bir süre sonra yıkın... aynı tezi iki defa savunan bir adam yanlış yerdedir...

günümüzde doğrular bulmak ve bunları yıkmak zorundayız

ve başarısızlık çoğu zaman insanın kendi doğrularına aşık olmasından gelir

doğrular bulun ve yıkın

markanıza bir tüketici gözüyle bakın ve kamera her zaman hareket halind mi , bunu sorgulayın...

TwitterTakip

01 September 2010

Kılıçdaroğlu ve Liderlik

Kılıçdaroğlu dün referandum sonuçlarının %65 oranında hayır çıkacağını iddialı biçimde açıkladı.Bu çıkış hedef kitleyi yönlendirme anlamında başarılı olabilir mi ?

Liderler zaman zaman çok radikal çıkışlarda bulunurlar. Buradaki amaç kamuoyu kararlarında iniş çıkış esnekliğinin yüksek, yani kararsız seçmenlerin fazla olduğu durumlarda genel algının bu şekilde olduğu inancını yaymaktır.

Hitler'in propaganda sorumlusu Goebbels bunu çok başarılı biçimde uygulamıştı. Goebbels kitleleri gerçeklerle yönetemezsiniz derdi. Ne kadar iddialı olursanız inandırıcılığınız o kadar yüksek olur, derdi. Amerika , Irak'ı işgal ettiğinde Saddam'ın savunma bakanı da gayet başarılı bir performans sergilemişti. Amerika , Irak içlerine kadar girdiği anda dahi Amerikayı bozguna uğratacaklarını, gizli silahları olduğunu söylemişti. Bu rasyonel olmayan iddialı çıkışlar karşı tarafta bir soru işareti yaratarak, savunma pozisyonuna geçmesine neden olurken , kendi taraftarlarınızda gerçeklerin uyandıramayacağı bir heyecan dalgası yaratır.

rasyonel noktanın dışına çıkmak liderlerin çok sık uyguladığı işe yarar bir taktiktir. Machiavelli'nin dediği gibi korku ve inanç her zaman kitleleri etkilemekte işe yarar.

tekrar Kılıçdaroğlu'nun çıkışına gelirsek ;

genel bir doğru olarak iddianız ne kadar sert, ne kadar uç noktalarda olursa seçmenleri etkileme oranınız o kadar yüksek olur.

Burada sorulması gereken soru şudur ; peki, pozisyonunu almış bir kitleye karşı bu tür bir çıkış ne kadar etkili olur ?


Tüm anketler kararsız seçmenin %'10 civarında olduğunu gösteriyor. Buna göre, halkın büyük bölümü pozisyonunu belirlemiş durumdadır. Bu uç ve iddialı çıkışlar kararsız %10' luk kesim üzerinde etkili olmaktan ziyade , pozisyonunu belirlemiş, belirli bir inanca ve kanıya sahip kitle üzerinde daha fazla etkili olacaktır.

Kararını vermiş kesimin geneli için ; ideolojik değerlerin etkisinde olduklarını söyleyebiliriz. Bu kesimin kararlarını değiştirmek için sözler, iddialar yeterli değildir. Karşı tarafın hata yapmasını sağlayacak, karşı tarafı zor durumda bırakacak yeni öneriler getirerek sıkıştıracak daha farklı stratejiler izlemeniz gerekir.

Geriye kalan %' 10'luk kararsız seçmen ise bu tür ideolojik uzantılı çıkışlardan etkilenmeyecek, hatta kendi taraftarlarınıza sempatik gelebilecek bu çıkışlar tarafsız seçmende negatif etki uyandıracak, sizi rasyonel olmayan bir noktaya taşıyacaktır.

Liderlik bir yönetme sanatıdır. Toplumu etkilemek adına yapılan sert ve duygusal çıkışlar ideolojik, ulusal ve dinsel değerleri öncelik olarak benimseyen kitle toplumu için geçerliydi. Bugün ise karşınızda daha rasyonel ve bireysel bir kitle mevcut. Liderlik edebilmek için bu kitlenin değerlerini ve beklentilerini doğru analiz edebilmeniz gerekiyor.

Liderlik bugüne kadar bir edebiyat idi, bundan sonra ise daha derin sosyolojik analizleri olmazsa olmaz kılıyor...Goebbels'in yöntemlerinde bu yana toplumlar, Dünya hatta faşizm bile çok değişti...

TwitterTakip

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us