14 November 2010

Saf satıcı, uyanık satıcıdan daha iyidir...

Satış kitaplarında yazıyor; eğer şöyle yaparsanız pazarlıkta galip gelirsiniz, böyle yaparsanız karşıdakini psikolojik baskıya uğratırsınız

Üstada sormuşlar; pazarlıkta hangi taktikleri uygularsam galip gelirim ? taktiği stratejiyi boşver ; cebinde para var ise galip gelirsin demiş

-----***----

En iyi strateji pazarlık sırasında değil, pazarlık öncesi planlanan stratejdir.

Savaş anındaki manevra kabiliyetin savaş öncesi hazırlığına bağlıdır.

İyi bir pazarlamacı satış anı sırasında çok fazla pazarlığa ağırlık vermez, ne kadar çok hırçın saldırırsanız karşı tarafın savunması o kadar kenetlenir.

Aslında pazarlıkta şirketin jokerler elemanlarını kullanmak çok mantıklı değildir. Satıcı ne kadar uyanık , menfaatlerini koruma konusunda atak ise alıcı da o kadat atak hale gelir. Her insan karşıdakini aynalar…

Büyük firmaların bazıları satışta ; piyasaya bulaşmamış, daha temiz ve saf satıcıları kullanır. Bütün ağırlığını ise pazarlamaya verir.

Bir gün iş adamının birisi köylünün birisiyle tanışmış. Bu köylünün elinde birçok arazi varmış ve üçer beşer hızlıca satıyormuş. Bu işin karlı olduğunu düşünen iş adamı köylünün elindeki bütün arazileri satın almış. Ancak bakmış ki arsaların hiçbirisini satamıyor. Tekrar köylüye dönmüş, bu arazileri sen satıyordun ama ben neden satamıyorum. Köylü cevap vermiş ; o arazileri bu köylü gariban adam satar ama takım elbise kravatlı bir iş adamı satamaz.

TwitterTakip

Napolyon yaşasaydı "para para para" değil, "kurumsallık kurumsallık kurumsallık" der miydi ?

Napolyon “masa başında , harita üzerinde çalıştığım her savaşı kaybettim” demişti. Napolyon savaş meydanında dolaşan, savaştan sonra ölülerin arasında dolaşıp kan ve barut kokusunu içine çeken bir komutandı.

Power point sunumlarında hiçbir zaman olumsuz tablolarla karşılaşmadım. Ya rakamlar iyidir, ya da rakamlar kötü ama gidişat iyidir.

Kişisel gelişim kitapları okuyarak zengin olan bir adam göremezsiniz. Zira zengin adamlar bu kitapları yazmakla değil, daha çok para kazanmakla meşkuller. Bu kitapları kim mi yazıyor ? Talep varsa birisi elbet bulunur.

Güzel uzun cümlelerin arkası genelde boştur. Eylem adamları kısa ve net konuşur.

Piyasadan tanıdığım bir yöneticinin söylediği bir söz vardı ; kağıt üzerinde zarar eden hiçbir tüccar görmedim, kağıt üzerinde herkes kar eder.

Napolyon’a soruyorlar ; napolyon çözüm nedir ? Para , cevabını veriyor. Başka ? Para diyor, e daha başka , para, diye cevap veriyor. Bu durum tarihe “ para para para” diye geçiyor. Görüyorsunuz gayet kısa ve net :)

TwitterTakip

13 November 2010

Marka ' da imparatorluk döneminin yıkılışı...

İnsanoğlu kavga etmeden duramaz. Hiçbir şey bulamazsa kendisiyle kavga eder.

60’lı yıllarda insanların ve toplumların kavga enerjilerinin önemli bir kısmı ideolojiler tarafından boşaltılıyordu. Toplumlar son 10 yıldır nereye saldıracaklarını şaşırıyor, gençler enerjilerini boşaltacakları yeni kanallar arıyor.

Bu yeni kanal “marka” olabilir mi ?

Zenginler çok fazla sevilmez, iktidarlar fazla sevilmez ve zamanla yıpranır , peki ya markalar…

Markalara karşı nasıl bir bakış oluşuyor?

Özellikle son dönemlerde dikkat çekici biçimde markalara yönelik saldırılar mevcut. Bundan en çok nasibini coca-cola, Burger King, McDonald’s gibi markalar alıyor. Geniş bir genç kitle sosyal iletişim ağları kanalıyla bir vürüs gibi çoğalarak markalara saldırıyor. En son Danone markası sattığı bir ürünün içerisinde, çocukların zihinsel gelişimini engelleyen bir madde kattığı şeklinde bir yalan haberle gündeme oturmuştu.

Yalan haberler bir yana, Burger King gibi imparatorluk büyüklüğündeki firmaların açık vermemesi, bu tür saldırılara malzeme vermemeleri neredeyse imkansız. İstanbul’un ufak bir semtinde bir Burger King sorumlusunun, küçük bir selpak satıcısını buzdolabına hapsetmesi çok konuşulmuştu. Olayın kendisi bir yana ; Burger King büyüklüğünde bir firma ne kadar sıkı bir sistem geliştirirse geliştirsin bu tür istisnaları ortadan kaldırması mümkün değil. Bu da gelecekte imparator büyüklüğündeki markaların savunma zaafı oluşturması demek.

Tarihteki İmparatorlukların çoğu kontrol edemeyecekleri geniş alanlara sahip oldukları, zincirde zayıf halkalar oluşturdukları için batmışlardı. Gelecekte de markaları büyüklükten kaynaklı bu tür bir tehdit bekliyor. Saldırmak için bekleyen milyonlarca gözlemci varken sıkı bir savunma oluşturmanız ise ancak küçülmenize bağlı…

TwitterTakip

12 November 2010

Show dünyasında Tüketiciyle temassız diyalog...

Üniversitedeyken Amerikalı bir hocam vardı. Bu hoca sanki bir mağazanın vitrininde yaşar gibiydi. Sanki dışarıda onu izleyen seyirciler var ve sürekli izleniyormuş gibi hareket ederdi. Sonra, diğer yabancı hocaları da tanıdıkça bu tavırların o hocaya özgü olmadığını anladım ; buna Amerikan kültürü diyorlar...

Barack Obamayı dikkatlice izleyin. Emin olun bizim siyasetçiler kadar ideolojik tartışmalara giremezler. Yüzlerinde sizi önemsediğini göstermek için dinliyormuş gibi bir ifade, duymak isteyeceğiniz sözcüklerdden oluşan bir metin ve slogan cümleler...

Bizim siyasilerin hatası gereğinden fazla ideoloji konuşuyorlar

Shakespeare’nin dörtlükleri artık anlaşılması zor ve sıkıcı... Facebook, twitter, msn çıktı çıkalı cümleler gittikçe kısalıyor. Derine inmeden daha hızlı ve basit biçimde sonuca ulaşma kültürü gün geçtikçe yayılıyor.

Stand – up showları izlemişsinizdir. Bazıları hiç komik değildir ama oraya gelip eğlenmeye ve gülmeye koşullanmış izleyici oyunun içine dahil olur. Birisi komikmiş gibi yapar, bir diğeri eğleniyormuş gibi...

Rock konserlerine gitmişsinizdir. Eğlenirken , eğlenmeyi ifade eden hareketlerin benzerliği aslında bu hareketlerin samimi bir eğlenceden bir oyun olduğunun göstergesidir.

Hayat bir şov’a dönüşüyor. Cümleler kısalıyor, eğlence , sevme , üzülme hareketleri benzeşiyor. Herkes eğlendiğini göstermek için aynı anda kafalarını ileri geri sallıyor.

Elbette bu değişimden tüketici de nasibini alacaktır. Tüketici olmanın, alış veriş yapmanın , tüketmenin de benzer kalıpları oluşacaktır.

Bu harketlerin dışına çıktığınızda oyunun dışına çıkma tehlikesiyle baş başa kalacaksınız. Insanların en son istedikleri şey, herkes eğlenirken, sizin çıkıp durun “bu komik değil” demenizdir.

Kural 1 ; herkesin eğlendiği bir yerde problem de yok demektir

Bugünün problemi oyun kurabilmek ; yoksa tüketici bu oyuna dahil olmaya hazır

Oyunumuzun adı ; eğlence

Tüketici tüketmeye hazır ancak oyunda tüketici kimliğini ona verebilmelisiniz.

Derin bir sorgulama, anlatım, irdeleme yok...herşey bir vitrinde yaşanıyor. Sorguladığınızda, irdelediğinizde, gerçekten mi dediğinizde büyü bozuluyor.

Müşteri ürünü alırken yüzünüze bir gülümseme yapıştırıyorsunuz, müşteri de memnun olduğunu gösteren benzer bir gülümsemeyle karşılık veriyor

Sosyalleşmek demek bir anlamda herkes gibi olmak demektir. Insanlar herkes gibi olarak rahatlarlar. Herkes gibi olmak normalleşmenin bir göstergesidir. Son dönemlerde davranışlar benzeşirken bu benzeşme sosyalleşmenin yeni bir aracı oluyor. Insanlar diğeriyle ilişkiye girmeden , diyalogu geliştirmeden davranışlarıyla benzeşerek sosyalleşiyor. Amerikan kültüründe komşu komşuyu tanımaz ama davranışlar, tavırlar ortaktır. Yani bir anlamda dokunmadan dokunmak...

Toplumdaki yeni iletişim biçimimiz ; dokunmadan dokunmak...

TwitterTakip

11 November 2010

Maslow'un ihtiyaç pramidi ters dönüyor...

Krizden dolayı Avrupa ve Amerika’da ev fiyatları alt üst olurken, Türkiye’de %10-20 oranında bir daralma oldu. Bu da demektir ki ; Türkiye’de talep belirli bir düzeyde devam etmiş. Bu talebi ekonomik rakamlarla açıklamak mümkün değil, sosyal nedenlere bakmak lazım.

Türk insanı riski sevmez. Devletçi bir ekonomi politikadan çıkanın getirdiği kültürden dolayı olsa gerek güvenceyi sever. Güvence ise mülktür. Ülkemizde ev alma arzusu gıda gibi temel ihtiyaçlar ile aynı skalada yer alır. Yani, bir anlamda maslow’un ihtiyaç pramidi Türkiye’de şaşar.

Bir toplumun ne olduğunu anlamak için birikimlerini nereye aktardığına bakın. Türkiye'de birikimin aktığı yer mülktür. bu kimi ülkede yatırım, kimisinde ufak girişim, kimisinde ise yastık altıdır...

3g görüntülü konuşma teknolojisi Türkiye’ye geldi. Gelmeden önce reklamlar yapıldı, şu an 13 Milyon abonesi var. Peki, kullanım oranı nedir, çok düşük. Bu da ihtiyaçla değil , toplumun yeniliğe ve teknolojiye olan merakı ile açıklanabilir.

Bir ürün ortaya çıkartırken ne maliyeti ne de bunun gibi özellikleri önemlidir.Toplumun hangi güdülerini harekete geçiriyor ? Sorulması gereken soru budur.

Maslow ihtiyaç hiyerarşisinde ilk sırayı açlık hissine verir. Daha sonra barınma ve ondan sonra da saygınlık gibi halkalar gelir. Bu pramit birey için sabit olmasına rağmen toplumdaki ağırlık düzeyi farklılık gösterir. Tarihte gıda yetersizliği gibi nedenlerden dolayı toplumların ağırlık noktası olarak alt kısımdaydı. Bugün ise ağırlık üst halkalara doğru yükselmiştir. Bugün toplumların en önemli ihtiyacı ; kimlik edinmedir….

Tüketicinin kimliğine ve imajına katkı sağlamayan bir ürün ancak kendi maliyetini kurtarabilir.

TwitterTakip

08 November 2010

Tüketicinin Markaya aşık olması için illaki aşk gerekmez...

Aşkı hep aşık adamlar, şairler anlattığı için bu kadar umutsuz, hüzünlü ve acı veren bir duygu olarak anlatılıyor. Siz de aşık olduğunuzda bunları yaşamanız gerektiğini düşünüyorsunuz, acı meşrulaşıyor. Aşkın bir komedi olduğunu belki bir yüzyıl sonra Eflatun’un ideal devletinde olduğu gibi şairleri şehirlerden kovduktan sonra anlayacağız. Aşık olduğunuzdaki çocukluk halleriniz, kararsızlıklarınızı düşündüğünüzde aşk bir komedidir. Ancak, bu yüzyılın insanından aşk’a gülmesini beklemiyoruz. Bilinç ve algı yıkılmaz bir duvar...

Şu soru sorulmayı hakeden bir sorudur ; insan hisleri nasıl oluşur ?

Insan hisleri zannedildiği gibi her insanda değişkenlik gösteren, oynak duygular değildir. Daha çok önceden öğrenilmiş belirli bir tanım kalıbına sığmaya meğillidir

Neden acı duyacağımız, neden sevineceğimiz kültürel bir kod olarak bilinçaltımıza işler

Yapılan bir ankette tüketicilere evlerini sigortalatmak için ne kadar ödemeleri gerektiği soruluyor ; insanların tahmin ettiği rakam ile gerçek rakam arasında 10 kat fark olduğu ortaya çıkıyor. Insanlar avukatlardan, galericilerden ve de sigortacılardan korkar... bu korku öğrenilmiş bir davranıştır, bir duygudur

Türkiye’deki insanların alışveriş yaparken onları iten nedenleri inceleyin, bir de Amerikan tüketicisinin.... Birisinde ihtiyaç ağır basarken, diğerinde arzu ön planda olacaktır. Ekonomik gelir seviyesi eşit olsa dahi alışverişe olan bakış değişmeyecektir, tüketim konusunda her iki toplumun kültürel kodları ve dolayısıyla hissettikleri farklıdır

Türkiye’de bir mağazada ürün satıyorsunuz , diyelim. Fonksiyonelliği olmayan bir ürünü satıyorsanız sizi tebrik etmek gerekir... zira türk tüketicisinde ihtiyaç kavramı öncelik olduğu için fonsiyonelliği olan ürünler satmak kolay , diğeri tamamen başarıdır..

Aşık olduğunuzda ne hissettiğiniz ile neye aşık olacağınız arasında önemli bir bağ vardır. Tüketici markanın hangi özelliklerine aşık olur, onu nasıl aşık edersiniz, aşık olduğunda nasıl tepki verir ve ne hisseder ?

Bu kodları çözebildiğinizde markanın tüketiciyle kuracağı ilişki ağını da çözmüşsünüz demektir.

( Not ; eflatun ideal devlet kitabında şairlerin şehirlerden kovulması gerektiğini söylemişti )

TwitterTakip

06 November 2010

Bir sonraki Krizin adresi Türkiye olabilir mi ?

Kapitalizm her yüz yılda bir krize girer. Türkiye ise her 10 yılda bir... Bunlara aslında alışkınız. Gelişmiş ülkelerde bir balon patladı. Ekonomi sistemi bize gösteriyor ki ; balon bir kere patladıysa bu patlama durumu bir defa olmuyor , tekrarlanıyor hatta bir perioda oturuyor...

Marx yıllar önce kapitalizmin bu çizgisini özetlemişti. Yaşlı filozof Marx ; kapitalizmin bütün hastalıklarını tesbit etti ama iyileştirmek için sunduğu tek çözüm ; kapitalizmin ölümüydü , yaşatmak için bir teşhiste bulunamadı .

Kapitalizm ise doğduğundan beri can çekişiyor ama ölmüyor, her can çekişmesinde yeni bir biçime bürünüyor , güçlenerek çıkıyor. Nietzsche teorisi doğru çıkıyor ; sizi öldürmeyen şey daha güçlü kılar...

Bundan sonra palon patlar mı, diye sormak yerine; balon ne zaman patlar , hangi fırsatları ve tehditleri beraberinde getirir diye sormak daha mantıklı.

Önümüzdeki dönem özellikle üç ülkede hareketli günler yaşanacak. Türkiye, Brezilya, Çin... Özellikle Türkiye’ye dışarıdan önemli miktarda para ve yatırımcı akacağını düşünüyorum. Ancak, bununla beraber iç piyasadaki oyuncuların da çok zorlanacağını kanaatindeyim. Türkiye genç nüfusu ve tüketim iştahıyla Avrupa’dan çok fazla perakendeci yatırımcı çekecek, rekabet hiç olmadığı kadar zor olacaktır.

Türkiye, Avrupa için bir kurtuluş, aç bir Pazar. Şimdilik nüfusun önemli bir kısmının gelir seviyesi düşük ancak bu da zamanla artacaktır. Son dönemlerdeki demokratikleşme adımlarının hiç olmadığı kadar hızlı ilerlemesini avrupa’nın gelecekteki pazarını şekillendirme ve geliştirme projesinin bir parçası olabilir mi ? evet, olabilir...

Gelecek yıl türkiyede 1 milyon araç satışı bekleniyor, bu satışların büyük kısmı kredi ile gerçekleşecek. Tüketimin sarhoş edici bir etkisi vardır. Tüketicinin mağaza içine girdiğinde müziğin ritmine kapılarak kontrolünü yitiriyor. Türk tüketicisi’nin Avrupadan gelen seslere, “iyi gidiyorsunuz” gazının etkisine kapılarak kontrolünü yitirme tehlikesi var. Kapitalist sistem balonu bir hayalet gibi dünya ülkelerinin üzerinde dolaşıyor, kimin üzerine patlayacağı ise belirsiz

Kriz Amerika’da patladı, Avrupa yaşlandı ama ihtiyar Avrupayı hafife almamak gerekiyor. Avrupa savaş filmlerinde son kozlarını oynayan ihtiyar krallara benziyor , tecrübeyi hafife almamak gerek.

Avrupa bilin ki neyi övüyorsa orada potansiyel vardır, orada hareketli günler yaşanacaktır. Bu yılın oskarlarını Çin , Brezilya ve Türkiye aldı ama bir sonraki balon bu yılın oskarlı oyuncuları elinde patlayabilir.

TwitterTakip

Felsefe "kendini tanı" sorusuyla başlar, ya ticaret ???

10 tane satıcınız olduğunu düşünelim. Bu satıcılarınızı etrafınıza toplayın. Her birine sorun. Piyasadaki öncelikli amacınız nedir ? Ilk satıcı cevap veriyor ; ciro hedefimizi tutturmak , ikincisi yanıt veriyor ; Pazar payımızı arttırmak ; üçüncüsü yanıt veriyor; müşteri sayımızı arttırmak... bu aldığımız yanıtlardan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ; bu amaçların hiçbiri gerçekleşmeyecek...

Eğer firma çalışanlarınıza "amacınız ne" sorusunu sorduğunuzda aynı yönü işaret eden yanıtlar alamıyorsanız aslında bu firma amacını ve hedefini belirlememiş demektir. Her satıcı piyasa rüzgarına göre kendine bir yol bulmuş ,soru sorduğunuzda bunu kendine uygun cümlelerle ifade ediyor, demektir.

Ortak amaç olmadan enerji bölünür. Her satıcının odağı farklı olduğu için piyasadan alınan geri dönüşler yanıltıcıdır. Satıcılar firmayı bir yöne çeker, yöneticiler başka bir yöne ve ilerleme sağlanamaz.

Bu farklılığı bazı mağazalarda görürsünüz. Bir tezgahtar yanınıza yaklaşır satmak için daha saldırgandır, bir diğeri yaklaşır , daha çok bilgilendirme ve memnuniyet yaratma odaklıdır. Mağaza kapısından çıktığınızda , işte yönetimi olmayan bir mağaza , diye düşünürsünüz.

Microsoft , windows7 programını piyasaya çıkarttı. Şimdi tüm kadro heyecanlı bir şekilde windows8 ‘i çıkarmak için uğraşıyor. Tek bir amaç var ve bütün herkes bu noktaya odaklanmış durumda. Microsoft’da enerjinin bu kadar odaklanmasının nedeni ; rakipsiz olması ve kamuoyu beklentisinin bu ortak amaca firmayı itmesidir. Etkinin bir kısmı buradan kaynaklansa da bu enerji birleşmesi ve odaklanma firmanın en önemli avantajlarındandır.

Çoğu diğer sektör için böyle bir dış etki ve motivasyon yok ancak bulunmalı , bir şekilde sağlanmalı...diğer türlü ilerleme , tüm çalışanların enerjisinden faydalanma tamamen bir şans...

felsefe "kendini tanı" sorusuyla başlar; ticaret ise "hedefin ne"...

TwitterTakip

05 November 2010

Amerika'nın Lale Devri...

Amerika yeni bir krizin eşiğinde olabilir. Biliyorsunuz mortgage krizi patlak vermişti, son durumda bankalar alacaklarını haciz yoluyla tahsile gidiyorlardı.

Ancak, bu haciz işlemleri sırasında bazı belgelerin usulsüz ve sahte olarak düzenlendiği ortaya çıktı. Mahkemeye başvuran bankalar belge yetersizliğinden dolayı birer birer mahkeme kapısından geri dönüyorlar ve alacaklarını tahsil edemiyorlar. Paket şeklinde hızlı hızlı ev satarken bu acelecilik içinde hukuki işler ihmal edilmiş.

İşler bir defa tersine döndü mü aksilikler ard arda gelir. Bu hayatın bir kuralıdır, çünkü siz bütün işlerinizi işlerin iyi olduğu koşullara göre ayarlarsınız , işler kötüleştiğinde ise kurallarınızın çoğu yeni koşullarda geçersiz olur. İnsanlar buna kötü şans ya da talih derler ama bunun ekonomide bu şekilde rasyonel bir açıklaması var.

Kural ; kaza olduğunda zarar, araç hızınızın yaratacağı hasardan daha büyük olur

Ekonomide hasarı azaltmanın yollarından birisi lale devri yaratmaktır. ( Neyse ki bu keşif osmanlılara ait ancak bir teorisyen çıkıp bunu teori haline getiremediği için koskoca bir dönem sokaklara dikilen birkaç lale görüntüsü olarak güme gitti )

Nedir lale devri dediğimiz kurtarıcı ? insanlar kaza haberini aldıklarında daha da paniklerler , normal bir sürücü daha daha beceriksiz olur, daha dikkatli gideyim derken trafiği yavaşlatır. Kaza psikolojisini dağıtmak için babanızın radyoyu açması gibi Barack Obama yeni yeni sesler çıkarmaya başladı. Füze kalkanı projesi gibi projeler gündemde...Amerika’nın bu kadar ekonomik problemleri varken füze kalkanlarını İran’a yöneltmesi gündem değiştirmenin bir yolu. Osmanlı laleler dikerek bunu yapmıştı, Amerika ise füze kalkanları dikerek yapıyor , her medeniyetin yoğurt yemesi farklıdır.

--- *** ---

Geçenlerde Bill Gates nükteli biçimde bütün zeki insanlar bilgisayar sektörüne doluşmuş , bu yüzden tuvaletler bu kadar iğrenç , hiçbir gelişme kaydetmiyor, dedi. Bütün zekiler ve para babaları da savaş ekonomisinin içinde konuşlanmış , daha uzun süre dünyaya lale devri gelmeyecek gibi. Amerikanın füze kalkanlarına , iran’a saldırmaya ihtiyacı var...

TwitterTakip

04 November 2010

Marka yapıyor, Toptancı taklit ediyor, maliyet şişiyor...

Siyasiler açıklama yaparken tek başlarına masada oturup açıklamalarını yapmazlar. Arkasında ayakta duran bir insan kalabalığı olur. Bu kalabalığın amacı zihin ve göz yanılgısı yaratmaktır. Bu kalabalık ile halk , liderin söylediği sözlerde yalnız olmadığı, arkasında destekleyen bir kalabalığın olduğu intibasına kapılır.

Yapılan deneyler böyle bir göz ve zihin yanılgısını onaylıyor. Bu yöntem batıdan alınma bilimsel bir yöntemdir. Ancak, tabii ki birileri arkada duran kişilere orada bulunma amaçlarını anlatmalı. Niye orada olduğunun farkında olmayan arkadaki kalabalığın anlamsız ve ilgisiz bakışları da dikkatten kaçmıyor.

Hayatta insanları etkileyen , peşlerinden sürükleyen çoğu etki bir zihin yanılsamasıdır.

Gerçekler en fazla hoşunuza gider, seversiniz ama gerçek ile aşk olmaz.

Reklamlar ne yapıyor ?

Gerçeğin bir ucundan tutarak alıp onu farklı bir noktaya taşıyor , bir zihin yanılsaması yaratıyor. Bu yanılsamayı yaratırken ışıklar, sesler, oyuncular, etkileyici mesajlar ve senaryo kullanıyor.

Bir anlamda zihinsel bir etki yaratıyor.

Başarılı bir pazarlamacı eline bir ürün aldığında şu şekilde düşünür ; bu gerçeği nasıl işleyebilirim ?

İşlenmemiş bir gerçeğin fiyatı ; maliyet fiyatı + % 10 kar’ dır

Yarattığınız etkinin fiyatı ; maliyet + yarattığınız etki değeridir

Günümüzde geleneksel tarzda iş yapan esnafın, toptancıların tıkandıklarını görüyoruz

Çünkü rakipler ürünlerini satıyor ama satarken de bir değer inşa ediyor. Bizim gelenekse girişimci ise rekabet etmek adına bu markalarla yarışmak için o markaların sunduğu hizmetin aynısını sunmaya çalışıyor. Bir anlamda taklit ediyor. Bu da maliyet ve masraf demek. Bu taklitle ise maliyetinin karşılığını piyasadan toplayamıyor ve tıkanıyor.

Yani, liderin konuşmasında olduğu gibi arkaya 4 tane ayakta bekleyen adam koyduğunuzda iş bitmiyor. Zihinsel yanılgı yaratmaya çalışırken ortaya komedi çıkıyor.

Şu an ki piyasada markalara , modern tarzda iş yapan firmalara yetişmeye çalışan esnaf ya da toptancı aynı argümanları sağlamaya çalışıyor ama maya tutmuyor, maliyet şişiyor…

TwitterTakip

03 November 2010

Diş Macunu Markalarının yumurta testi ile imtahanı...

Sensodyne diş macunu ilk çıktığında ürünlerini sadece eczaneler verdi. Bu ürünlerin sadece eczanelerde satılması ürünleri daha özellikli kılıyordu. İlaçlarla aynı raflarda olması, ilaç satılan yerlerde satılması ürünü basit bir diş macunu olmasının ötesine taşıyarak daha doğru bir algılama oluşturuyordu.

Daha sonra ipana, sagnal, colgate gibi markalar ürünleri bakkallara kadar düşürdüler. Zaten P&G ve Unilever nereye el attıysa bilin ki orada tehlike vardır. P&G ve unilever ürünü bakkala düşürmekle kalmayıp, ürünün kimyasal gizemini de bozup yumurta testlerine tabii tuttular. Daha basit ve anlaşılır olayım deyip, rakiplerine fark atmaya çalışırken ürünü basitleştirdiler.

Şimdi ki algı ; diş macunu mu ? diş macunu diş macunudur, ne farkı var ki ?

Şimdi ise bu kadar benzeştikten ve basitleştikten sonra farklılaşmaya çalışıyorlar ; sigara için olan, ağız kokusunu gideren v.s.

Avukatların kullandıkları bir dil vardır. Anlaşılmaz, hukuki metinlerden oluşan bir dil. Avukatlar bu dili basitleştirip anlatmak yerine daha da zorlaştırırlar. İşin gizemi buradadır. Avukatlar pazarlamacı olmamalarına rağmen her zamanki gibi paranın kokusunu almayı beceriyorlar .

Sensodyne daha fazla direnemedi ve artık ürünleri sadece eczanelerde değil, süpermarketlerde de satılıyor. Bu kadar basitleşen bir ortamda ulaşılmaz olmak çok akıllıca değil. Sensodyne mindere indi. Bundan sonra nasıl rekabet edecek ?

Eğer basitleşirse kaybeder. Basitler arasında kendisini farklı şekilde konumlandırabilirse kazanır.Yumurta testi diş macunu markalarının üzerindeki bir lanet gibi…sanki hepsi teker teker düşüyor…

TwitterTakip

30 October 2010

Bu gün Müşteri Beklentisini Yükseltmek için ne yaptın ?

Doksanlı yıllarda televizyonlarda kullanılan meşhur bir pazarlama taktiğiydi. 100 lira değil, 90 lira değil, 80 değil , sadece evet sadece 60 lira… bir şeyin ne olmadığını anlatarak ne olduğunu daha çarpıcı şekilde vurgulamak taktiği. Aradaki zıtlığı vurgulayarak daha etkili ve çarpıcı olmak…

Tüketici artık bu tür taktikleri yemiyor. Bir insanı sürekli ikna edebilirsiniz ama bu hep aynı kelimelerle olmaz.

Aslında, zıtlıkların vurgulanarak daha etkili olunması taktiği halen en etkili taktik. Sadece bunun için farklı bir dil ve yöntemler kullanıyorsunuz.

Fiyatı giderek aşağı düşürme taktiği o kadar sık kullanıldı ki ; bu taktiği kullandığınızda artık tüketici şüpheleniyor, işin içinde bir hinlik olduğundan şüpheleniyor.

Fiyatı yavaş yavaş, müşteri nabzını yoklayarak aşağı çekme taktiği şu an sadece kurban pazarlıklarında kullanılıyor.

60 tl’lik ürünün fiyatını 100 tl’den başlatıp aşağı doğru indirmek aslında bir anlamda beklenti yaratmaktır. Beklentiyi 100 tl civarlarında bir rakamdan açarsınız, düştükçe tüketici daha avantajlı ve karlı olduğunu düşünür.

Bir satıcı müşterisine gidiyor ; üzeri gayet şık, firmasını anlatıyor, firmasının büyüklüğünden bahsediyor v.s… Bu da aslında 60 tl’lik ürünün fiyatı için 100 tl algılaması oluşturmanın bir yoludur.

Beklentiyi ne kadar yükseltirseniz etkilenme o derece yüksek olur.

Müşterinize ard arda hizmetlerinizden , satış sonrası servisten, referanslarınızdan bahsediyorsunuz. Bu şekilde beklenti yükseliyor. Ürünün müşteri algısındaki değeri artıyor.

Pazarlama farklı oyunların oynanmasına rağmen aslında basit bir oyun kuralı üzerinde döner. Bu geçmişte de böyleydi, gelecekte de böyle olacak.

Beklentiyi yükselt, gerçekle şok et….

Pazarlamacılar her gün bu soruyu kendilerine sormalı ; bugün beklentiyi yükseltmek için ne yaptın ?

TwitterTakip

29 October 2010

Simit Sarayı, Burger King olabilir miydi ???

Simit sarayı kendisini fast food yaşam biçimi olarak konumlandırdı ancak bunun içeriğini dolduramadı. 5-6 katlı kafeler olarak inşa edildi ancak diğer unsurlar ihmal edildi.

Öncelikle bir mesajı yoktu. Piyasadaki rakipleriniz kim, siz kimsiniz ve nasıl farklılaşıyorsunuz. Hızlı mısınız, lezzetli misiniz, mekan ayrıcalığı mı sunuyorsunuz ?

Ambalaj önemlidir…burger king’e gittiğinizde hamburgerinize ulaşmak için neredeyse 3-4 tane ambalaj açarsınız. Ambalaj bir ürünün kıyafetidir , kimliğidir. Fast food ürünü doğru şekilde ambalajlanmalı, kendisini farklılaştırmalıdır. Sokaktaki çocuğun sepetinin içinden simitini çıkarıp, elinize gazete kağıdıyla tutuşturması algısından kurtulabilmek ve farklılaşmak adına ambalaj mutlaka çok iyi kurgulanmalıydı.

Simit sarayı kendisini rakiplerine karşı koruyamadı. Kendinizi rakiplerinize karşı tasarımınızla, renklerinizle, tabelanızla ve size ait olan özelliklerinizle farklılaştırırsınız. Bu farklılık oluşturulmadığı için hızla taklitleri çoğaldı kimlik kayboldu. Oysa bazı logolar, renkler, tasarımlar patentleşmeli ve rakiplere karşı korunmalıydı.

Simit saray bir tercihte bulunmalıydı; ya geleneksel algısı kırılacak modernleştirilecek ya da otantik havası korunacaktı. Burada net bir çizgi oluşmadı, sunuş otantik, mekan modern ile kaldı ve tezat bir görüntü oluşturdu. Böyle bir görüntünün akıllarla girmesi, akılda kalması mümkün değildir.

İyi bir fikir önemlidir ancak içeriği , uygulanabilirliği ve ticari yönleri düşünülmeden uzun vadeli olamaz.

Simit sarayı iyi bir çıkış yakaladı ama hatalarından dolayı kayboldu…

---------- *** ---------

1980’li yıllarda burger king ile mcdonald’s arasında yoğun bir rekabet vardı. Burger city adlı bir şehir oluşturuluyordu, servis ve esneklik alanında kıran krana bir rekabet yaşanıyordu.

1980’li yıllarda Türkiye’de darbe olmuş, sokaklarda halen darbenin ürkekliği hissediliyordu. Fırından aldıkları simitlerin sepetlerine koyan küçük çocuklar aile bütçesine katkı sağlamak için simitlerini gazete kağıtlarına sararak, okul önlerinde satmaya çalışıyorlardı.

İki farklı mizansen , iki farklı hayat.

Ne yapabileceğiniz nereden başladığınızla ilgilidir. Girişimcilik de toplum içinde filizlenen bir ruhtur, toplumun değerlerinden , sosyal yapısından bağımsız olamaz.

Hata dedik ama neden bu hatalar yapılıyor? Son günlerde moda olan bir soru soralım ; girişimcinin suçu ne ?

TwitterTakip

28 October 2010

Tekstilde önümüzdeki rota...

Tekstildeki büyük markaları izleyin. Hemen hepsi üretimde maliyet kısmak için üretimlerini yurt dışına kaydırıyorlar, ürünlerinin bir kısmını fasona çıkıyorlar. Yani ,üretim yükünden kurtuluyorlar. Daha hızlı hareket etmek için ağırlık oluşturan üretim yükünü birer birer atıyorlar.

Üzerinde durdukları ve yatırım yaptıkları sadece iki alan var;

1 : organizasyon
2 : görünürlük


Organizasyon ayağında daha hızlı olmaya çalışıyorlar; ürün seçimi, tasarım , koleksiyon oluşturmak gibi alanlarda know-how sermayesi oluşturuyorlar,

Görünür olma kısmında ise tüketiciye daha yakın duruyorlar. Tüketici tarafından bilinir olmanın önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.

Yeşim tekstil fasoncu bir firma; Gap, Hugo Boss, Levis gibi markalara üretim yapıyor. Yeşim tekstik fasoncu bir firma olmasına rağmen bu firma da ürünlerinin önemli bir kısmını yine moldavya gibi ülkelerde yaptırıyor.

Gap gibi markalar isteseler Moldavya’daki üreticilere direkt kendileri de ulaşabilirler.
Ancak, yeni kuralın dışına çıkılmıyor ; organizasyon noktasında büyüyor, müşteriye daha yakın olmaya çalışıyorlar.

Ticarette bir kural vardır ; ayağınıza gelen fırsatın, ayağınıza gelen müşterinin altından mutlaka bir hinlik çıkar…

Büyük markalar gördükleri fırsatlara karşı daha mesafeliler. Önlerine çıkan fırsatların üzerine atlamak yerine çizgilerini korumaya önem veriyorlar. Odaklanarak ilerliyor, tek bir alanda rakiplerin ulaşamayacağı bir birikim yaratmaya çalışıyorlar.

Niçin, odaklanmak gerekiyor, niçin uzmanlaşmak gerekiyor ?

Fransa’da bir araştırma yapılıyor, buna göre tüketicinin alışveriş kararı 16 saniyeye düşmüş , daha önceleri bu 40 dk. İdi.

Neden bu kadar az sürüyor , neden gittikçe kısalıyor ?

Tüketicide alışveriş konusunda önyargılar oluşmuş durumda. Alışveriş sırasında artık eskisi gibi muhakeme etmiyor, karar süreci yaşamıyor. Kafasında belirli şablonlar var. A markası güvenilirdir, herhangi bir problemde sorun yaşamam şeklinde önyargılar ve ön kabuller. İşte, bir firma bu önyargıları ve ön kabulleri oluşturmak zorunda. Bunu oluşturamadığınızda alışveriş süreci uzuyor , bu süreç size maliyet olarak geri dönüyor. Ne olduğunuzu , ne sunduğunuzu tüketicinin bilmesi gerekiyor. Aksi halde ne olduğunuzu anlatmanız gerekiyor, bu da çok maliyetli bir iş. Marka olmaktan daha maliyetli bir iş… marka bu anlamda firmanın kendisini anlatması, önkabuller oluşturmasıdır. Alışverişin sürecini kısaltmasıdır.

TwitterTakip

De Facto reklamları tüketiciyi doğru ruh halinde yakalıyor...

Shakespeare balkondaki sevgilisine çiçekler atarak etkileyici cümleler kuruyordu….

Çoğu insan duygu yoğunluğunun olduğu dönemlerde Shakespeare’in etkileyici cümlelerine başvurmuştur. Cümlelerin etkili olmasının nedeni, cümlelerin anlamı kadar sizin ruh halinizdir de. Shakespeare cümleleri sizin ağzınızda da işe yarar mı bilinmez. Zira cümle ne kadar etkili olursa olsun anlam kazanabilmesi ruh haline, yaşanmışlığa ve deneyime bağlıdır.

Mesaj ne kadar etkili olursa olsun mesaja anlam veren deneyimdir.

Mesaj doğru deneyimle buluştuğu zaman amacına ulaşır

Öyleyse mesaj vermeden önce düşünmeniz gereken karşıdaki kitlenin deneyimleri ve yaşam tarzlarıdır ; aksi hikayedir…

---------- *** ---------

De facto birkaç yıldır oldukça etkili , tüketici ruh halini vuran mesajları doğru yakalıyor.

Geçen yıl “jean Amerikan şalvarıdır” cümlesini kullanmıştı , oldukça etkili olmuştu, dikkat çekmeyi başarmıştı

Bu sene ki reklamları da oldukça başarılı

Reklamlardaki oyuncu ; süreki fiyat değişikliği caiz mi, bizde fiyatlar hep uygun mesajını espirili bir dille anlatıyor

Özellikle kriz döneminde reklamlar çok fazla fiyat odaklı olmaya başladı. Sürekli indirimler tüketici zihnine iyice yerleşti. Her markanın fiyatlarla sürekli tüketici algısını dövmesi fiyat mesajının artık etkisini yitirmesine neden olacaktır. Kampanya ve promosyonlar doyum noktasına ulaşmıştır.

De facto böyle bir dönemde; bizde indirim ve promosyon yok, fiyatlarımız makul mesajını doğru zamanda iletiyor.

Genel eğilim neyi gösteriyorsa doğru olan bunun tam tersidir. Eğilim yönünde zaten gereğinden fazla koşturan oyuncu vardır.

Shakespeare’in cümlelerinin ruh haline göre anlam bulması gibi, tüketici ruhunda da fiyat ve promosyon cezp ediciliğini yitirmiştir

De facto bu anlamda tüketici ruh halini yine doğru bir noktadan yakalıyor.

TwitterTakip

26 October 2010

kurumsallık mı , durumsallık mı ? Einstein'in görecelik kuramı yönetimde durumsallığı mı işaret eder ?

Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce onu izleyen insanlara şöyle haykırdı ; “ Herşey Tanrıdır “

Daha sonra Adam Smith denen bir öğretmen çıktı, ekonomik sistemi ve insan davranışlarını inceledi ; ” her şey paradır “ , dedi…

para gün geldi sömürü aracı oldu , Marx adındaki bir filozof çıkıp , para sömürüyü getirir ; “ her şey eşitliktir ”, dedi…

Freud adında bir adam çıktı ; “ Her şey sekstir” , dedi. Seks satar, sözcüğü literatüre girdi, reklamlardan filmlere kadar en çok kullanılan öğe oldu

daha sonra Einstein çıktı ; ” her şey görecelidir ” , dedi ve noktayı koydu…

---***----

Bir yönetici geldi ; “ her şey cirodur ” dedi,

sonra baktılar ki ciro yeterli değil, bir diğer yönetici ; “ her şey kardır “ , dedi

daha sonra bu karın devamlılığı ön plana geçti ; bir diğer yönetici “ her şey kurumsallıktır “ , dedi

uzun süredir firmalar kurumsallık çizgisinde gidiyor ama bu da bürokrasiyi ve hantallığı getiriyor

Son bir yöneticinin gelip “ her şey görecelidir “ diyeceği günler gelecek mi, yoksa her şey kurumsal mı kalacak , zaman gösterecek...

TwitterTakip

23 October 2010

Kar Marjı mı, Pazar Payı mı ?

Avea, geçen yıl pazar payını önemli ölçüde arttırdı. Ancak, kar marjı da %20’den %3’e düştü.

Bir şirket için önemli olan nedir ?

Pazar payı mı , kar marjı mı?

Hangi durumlarda pazar payını arttırmak doğru bir stratejidir ?

Pazarda turkcell, avea ve vodafone gibi 3 büyükle mücadele ettiğinizi düşünelim.

Bu pazarda , pazar payını arttırmak için saldırmak diğer oyuncularda nasıl bir tepki yaratır ?

Pazarda oyuncu sayısının az olduğu durumlarda adımlarınızı daha dikkatli atmanız gerekir. Çünkü , yakından izleniyorsunuzdur, attığınız her gol karşı saldırı olarak size geri dönecektir. Bir süre sonra pazar payınızı arttırırsınız ama kar marjınız da düşer.

Pazar payı ister istemez belirli tavizlerle , fiyat politikalarındaki esnemelerle artar. Ancak, sadece fiyatla oynayarak ilerlediğinizde, bu politikayla etrafınıza topladığınız müşteri çok kırılgandır. Tekrar sizi terk etme olasılığı yüksektir. Böyle kırılgan bir bağ üzerine yatırım yapmak, bu bağı genişletmek için fiyatlarla oynamak çok mantıklı değildir.

Kar etmek ve büyümek, her ikisi, bir arada çok zor yaratılan bir durum. Dolayısıyla, büyümenin mutlaka bir hedefi olmalı, bir sonraki adımı planlanmış olmalı.

Karsız birinci olmaktansa , karlı ikinci olmak daha iyidir. Uzun vadede zararın kara dönüşeceğin garantisini kimse veremez. Pazar payı diye tutturan firmaların çoğunun stratejik bir kararla değil, egolarla hareket ettiklerini görürüz.

Fiyatla pazar payını arıtmanın anlamı ; parayla pazar payı satın almak, demektir. Bunu herkes yapabilir. Fiyatla pazar payını satın almak…

Tekno-sa pazara çıktı, teknoloji marketlerde pazar payına sahip olacağım , söz sahibi olacağım dedi. Her yerde , her avm’de mağaza açtı, her yerde görünür , en çok mağazaya sahip. Eğer pazar payı daha çok var olmak ve görünür olmak ise her yerde var. Peki, ya sonuç ?

Media markt tüketciye “bakmadan almayın” mesajı iletiyor. Yani, tekno-sa mağazalarına bakın sonra gelin bizden alın , diyor. Media Makt belirli bölgelerde, belirli sayıda var olarak maliyetlerini düşürüyor, Tekno-sa bu kadar mağaza sayısı ve maliyet ile Media Markt fiyatlarıyla rekabet edebilir mi ? Hayır…Bu kadar yaygın olmak Tekno-sa ‘nın cirosunu ve karını arttırmaz, Media markt’ın iddiasını kuvvetlendirir.

Önceden, belirli bir büyüklüğe ya da pazar payına ulaştığınızda kar edebilirsiniz, tarzında bir doğru vardı. Bu doğru kırıldı. En çok pazar payına sahip olanların sesi en çok çıkıyor ama bu ses kar’ın sesi değil.

Anadolu’da parayla imanın kimde olduğu belli olmaz derler. Parayla imanın kimde olduğu belli değil ama bugün için kar marjının kimde olduğu belli ; büyüme hırsına kendisini kaptırmayanlar ve sessiz sedasız ilerleyenler…..

TwitterTakip

21 October 2010

Her satıcı biraz anormaldir....

Eskiden, savaşların sıkça yaşandığı dönemlerde savaşçıların ve komutanların bazı anormal hareketleri normal olarak kabul edilip , garipsenmezmiş. Ölüme bu kadar yaklaşmış , birçok defa şahit olmuş bu insanların hayatı algılayışlarındaki farklılık belirli bir hoşgörüyle karşılanırmış.

Bir satış sorumlusunun yaşam biçimi de normal olamaz. Bir gün içerisinde birkaç defa kazanır ve kaybedersiniz. Her ay sonunda ulaşmanız gereken bir satış kotası vardır. Önünüzde sürekli revize edilen yeni hedefler vardır. Sürekli kazanmaya ve kaybetmeye yakın olan bu ruh halinin gerilimi insan psikolojisini etkiler. Bu duygu iniş çıkışları satıcının psikolojisini , algılayışını ve hareketlerini yeni bir kalıba sokar.

Çoğu satış temsilcisini sabit bir yerde otururken , normal ve doğal koşullarda gözlemleyin. Ayaklarını sağa sola sallar , sürekli kısa zaman süreçlerinde oturuş biçimini değiştirir , elinde sürekli kalemle oynar , mekanı değiştirmek ister , zamanla daha hızlı konuşmaya başlar vs. Bu ve benzer hareket kalıplarının bilinçsizce tekrarlanması çok normaldir. Sürekli yoğun ve stresli bir tempoya alışmış beden , ruh hali normal zamanlarda da tepkide bulunur. Aynı tempo bir ihtiyaç halini aldıkça bu tür bilinçsiz hareketlerde kendini açığa vurur.

Satış zevk alınmadan yapılamayacak kadar yoğun enerji ve dikkat gerektiren bir iştir. Sevmeden bu işi yapmanın, sizi başarıya taşıyacak kadar başka bir motivasyon kaynağı yoktur. Bu bir farklılıktır. Emek ve bu emeğin karşısına koyulan kazanç bu teraziyi dengelemez.

TwitterTakip

20 October 2010

Her kızın yanında mutlaka daha çirkin bir kız vardır

Her kızın yanında mutlaka daha çirkin bir kız vardır. Kızlar , içgüdüsel olarak , erkeklerin kıyaslama yaparak karar verdiklerini bilirler. Kendi güzelliklerin pekiştirmek ve daha cazibeli görünmek için her kızın yanında daha az güzel bir kız görebilirsiniz.

Süpermarketlerde pahalı elektronik aletlerin yanına ucuz ürünler seçilerek konulur. Bu pahalı ürünler yanında duran diğer ortalama ürünler, tezatlık algılamasından dolayı, daha ucuz olarak algılanır.

Bununla birlikte bu tezatlık algılamasında aşırıya kaçılması aksi bir intibaa yaratır. Zira , insanlar iki şeyi bir grup olarak da değerlendirme eğilimindedir. Güzel ve çirkinin değerlendirmesi ortalama olarak sonuç verebilir. Hülya avşar kardeşi Helin Avşar’ın çok fazla medyada görünmesini istemez. İnsanların her ikisini de bir grup olarak algılayarak Hülya Avşar’ın algılanma seviyesini düşüreceğinden tereddüt eder.

Göz aşinalığı ;

Hülya avşar medyada sık sık Türkiye'nin en güzel kadını olarak lanse edilir. İnsanlara sorduğunuzda ise böyle yanıtlar alabilirsiniz. Hülya avşar'dan güzel birçok kadın olmasına rağmen hülya avşar’ın güzel olarak algılanmasının nedeni göz aşinalığıdır. Göz zamanla ayrıntıları kaçırır , aşina olduğu şeye karşı eleştirel gücünü yitirir. Sansasyonel yaratarak daha çok gündeme gelmek isteyen ünlülerin yaratmaya çalıştıkları şey , göz aşinalığıdır .

Her türlü pazarlama taktiğini deneyip başarılı olamadığınız bir insana karşı kullanacağınız son koz göz aşinalığıdır. Kayıtsız kalamayacaklarını göreceksiniz. Bazen , 40 defa satış yapmak için uğradığınız ama sonuç elde edemediğiniz bir noktaya 41. Sefer satış yaptığınız olur. İlk olumsuz intibaalar zamanla yıkılır , ayrıntılar zamanla görünmez. Alışverişi önleyen , müşteri tarafından negatif olarak görünen özellikler zamanla törpülenir.

TwitterTakip

17 October 2010

Başarılı bir İletişim Stratejisi; İsrail Ne Zaman Özür Dileyecek ?

Başbakan bir süredir istikrarlı biçimde israil'in özür dilemesi gerektiğini söylüyor. Bakanları da aynı cümleleri sık sık tekrarlıyor.

Uzun süredir politikada bu kadar başarılı bir iletişim stratejisi uygulanmadı. Ali Saydam, Ali Atıf Bir gibi birçok iletişimci bu konuyu es geçti ama üzerinde durulması gereken bir iletişim başarısı

Hitler'in propaganda bakanı J.Göbbels; ne söylediğiniz önemli değil, yeter ki istikrarlı biçimde tekrarlayın, diyordu

Eğer iletmek istediğiniz mesajı farklı cümlelerle ve her defasında farklı açıları işaret ederek açıklarsanız mesajınız dağılır

Mesaj aynı cümlelerle ifade edilmeli ve tek bir yönü işaret etmeli , ne başına bir şeyler eklenip daha sertleştirilmeli ne de yumşatılmalı

Markalar basit bir mesaj bulurlar ve bunu istikrarlı biçimde tekrarlarlar

Akılda kalmanın ve ikna edici olmanın en etkili yolu budur

Politikacıların akılda kalmamalarının nedeni ; hem çok şey söylemeleri hem de her söylediklerinde söylediklerini farklılaştırmalarıdır

Bu yüzden politikacılar dinlenmez, başarısız iletişimcileridir

Obama seçim politikasını "change we need " sözcükleriyle ifade etti ve sürekli biçimde değişimi vurguladı

Değişim sözcüğü etkili oldu ve akılda kaldı, değişimi arzulayan bireyleri tetikledi, harekete geçirdi

Başbakan israil konusunda ; israil şöyledir, israil böyledir yerine tek bir şey üzerinde istikrarlı biçimde duruyor ; israil özür dileyecek

Cumhurbaşkanı aynı şeyi söylüyor ; israil özür dileyecek

Türkiye uzun süredir dış dünyaya karşı bu kadar net ve başarılı bir mesaj vermemişti

Bu bir taleptir, başarılı olur ya da olmaz ancak iddianızı nasıl sunduğunuz da karşı algı açısından önemlidir

İsrail'e karşı hükümet algısını doğru oluşturuyor

Sonuç alamasa dahi oluşturduğu algı da önemli bir başarıdır

TwitterTakip

15 October 2010

Ahmet Necdet Sezer biraz ekonomi bilseydi...

Ahmet necdet sezer biraz ekonomi bilseydi o anayasa kitapcığını o kadar kolay atamazdı

Satıcılar üretimi, organizasyonu , maliyetleri hesap edebilselerdi müşterinin her istediğini yapmak için yöneticileriyle her gün kavga etmezlerdi

Yöneticiler, müşterilerine biraz yakın olsabilselerdi masa başında bir müşterinin üzerini çizmeden önce bu kadar rahat olamazlardı

...... *** .....

Kişiler arası ilişkilerde birbirini anlama olayına "empati" diyoruz

Empati ile karşıdaki insanı anlıyor, hak verebiliyoruz ; böylece ilişki daha sağlıklı ilerliyor

Ya kurumlarda ?

Kurumlarda empati nasıl sağlanır

Bazı yöneticiler empati yerine kavganın daha çok insanları motive edeceğini düşünüyor.

Bir yöneticim; müşteriyle ne kadar iyiysen firmana o kadar kötüsün, diyordu. Satış , pazarlama, üretim , muhasebe sürekli bir kavga ve rekabet içinde olmalı ki ortaya bir sinerji çıksın, idi.

Birçok firma bu yöntemi uygulamış halen de uyguluyor

Ancak, bu masanın altına 5 tl bırakıp çalışanın ne kadar güvenilir olduğunu test etme yöntemi gibi geride kalmış bir düşünce

Artık elemanlar da bu tür numaraları yemiyor

Rakipler ise çok daha hızlı. Dolayısıyla şirket içindeki birliktelik ön plana çıkıyor

Neden şirket içi rekabet yerine birlik ön plana çıkıyor ?

Çünkü firmaların önceliği çok değişti. Önceden satmak asıl öncelik iken şimdi know- how , ar-ge, hızlı olabilme, yaratıcılık gibi değerler ön plana geçti. Yaratıcılığın koşulları ise çok farklı

Know-how şirket içindeki rekabet ile ortaya çıkmaz, uyum olmadan hızlı olamazsınız, birimler arasında sıkı iletişim olmadan ar-ge olmaz...

Rekabet ve birimler arası kavga iletişimi ve empatiyi önleyen bir etki.

Dolayısıyla satışın birikimleri sadece satışta kaldığı sürece hiçbir işe yaramayacaktır. Hatta satış bu bilgileri yukarı aktaramadığı zaman kendi içinde bir gerginlik yaratacak, yöneticilerin kendilerini anlamadığı gibi düşüncelerle "gerilim birikimi" ne neden olacaktır. Bu gerçek diğer departmanlar için de geçerlidir

Birimler arası bilgi akışı çift taraflı olarak sağlanmalı...

Kurumsal firmalar bu empatiyi sağlamak için ortak tatil gezileri , sosyal aktiviteler düzenliyorlar. Burada insanlar birbirlerini daha yakından tanıyor , anlayabiliyor

Ancak yeterli değil

Saygı ve sevgi bu iletişimin sadece ön koşuludur

Bu akış profosyonel biçimde kontrol edilmeli

Ortak toplantılar düzenlenmeli, bu toplantılarda her birim kendi gerçeklerini anlatabilmeli, her departman bir diğerinin koşullarını görebilmeli

Ahmet necdet sezer'in önceliği hukuk idi. Hukuk çevresinden sosyal bir çevresi vardı, en yüksek hassasiyeti bu noktadaydı ve kitabı fırlattı. Bu kitabı fırlatırken ekonominin durumu, siyasi istikrarın önemi , ülkenin yatırıma uygunluk ve kredi notu gibi hassasiyetleri olsaydı belki de fırlatamayacaktı

Sadece satıştan anlayan bir satıcı o firma için tehlikelidir , sadece hukuktan anlayan bir yöneticinin tehlikeli olduğu gibi

TwitterTakip

14 October 2010

METRO süpermarket niçin poşete para ister ?

Metro süpermarketlerine gittiğinizde poşetin parayla satıldığını görürsünüz.Belki de hiç yapmadığınız kadar 2 alışveriş arabası ürü alıyorsunuz ve kasaya yaklaştığınızda sizden poşet parası isteniyor. Başka bir market poşetinizi ücretsiz verip, evinize kadar özel servisle bırakırken , özel poşetleme elemanları varken , metro ise her bir poşet için sizden ayrıca para talep ediyor

Metro 50 liralık poşet masrafını karşılayamayacak bir firma değil elbette. Ama , bu şekilde şu mesajı veriyor ; biz zaten çok ucuzuz… Kar marjımız çok düşük , poşeti de versek zarar ederiz…

Migros’da her bir standın yanında bir bayan eleman sürekli rafları kontrol edip düzeltirken , BİM mağazalarındaki ürün kutularını dahi neredeyse siz açarsınız.Bazı ürün kamyondan indiği gibi mağazaya konur. BİM marketlerinin , raf masraflarını tüketicimize yansıtıyoruz gibi bir maliyet stratejisi olsa dahi buradaki mesaj boyutu da ihmal edilemez. Şöyle bir mesaj buradaki asıl kaygıdır : Üreticiden direkt size satıyoruz , ürünler kutudan dahi çıkartılmamış , direkt halka satış…

Farzedin ki iyi bir gününüzdesiniz ve 100 tl fiyatı olan bir ürünü müşterinizi kırmadınız ve 60 ytl ye verdiniz. Müşteri böyle bir durumda iki ihtimal düşünür :

1 – çok iyi niyetli bir insan , elinden geleni yaptı , yardımcı oldu
2 – demek ki çok kazanıyor ,

insanların çoğu genellikle 2. şıkkı düşünür.

elindeki her kozu bir anda müşteriye devredip satışı kaçıran birçok satıcı olmuştur. Birden elinizdeki her şeyi verdiğinizde müşteri daha çok verebileceğinizi düşünür, veremediğinizde ise vermediğinizi...

Metro çok kazanmıyoruz demek için iyi bir alışverişin üzerine sizden bir de poşet parası alıyor ki ikna edici olsun

bir düşünür cehennem yolları iyilik taşlarıyla döşelidir, demişti ; daha az satışın yolu ise taviz taşları ile...

TwitterTakip

13 October 2010

21. yüzyılın yeni notası; pazarlama...

politikada başarı artık ideoloji ile değil pazarlama ile kazanılıyor.

kılıçdaroğlu referandum sonrası tekrar " başörtüsü problemini " gündeme getirerek tercihini ideolojiden yana kullanarak hata yapıyor. Pazarlama der ki ; eskimiş konulara yeni çözümler de getirseniz o eskimiştir, puan getirmez

Bill Clinton, rakipleri hararetli hararetli politika tartışıp, Dünya politikasından bahsedip, savaş çığırtkanlığı yaparken MTV’de elinde saksafonla güzel bir konser veriyordu. Politika değil , pazarlama yapıyordu. Bu farlılıkla rakiplerine büyük bir fark atarak bir gecede halkın oylarını önemli ölçüde arttırmayı başarmıştı.

Amerikan toplumu bu süreçleri daha önce yaşamış ideolojinin değil, eğlencenin yönettiği ve hakim olduğu bir toplumdur. İleriki günlerde siyasi tercihlerdeki bu farlılığa , ideolojinin giderek etkisini yitirdiğine şahit olacağız.

Bu değişime direnen, halen ideolojiyle yönetilen birçok kapalı toplum mevcut. Kendi değerlerini dışarıya pazarlayarak kültürünü bir endüstriye dönüştürememiş , kendi değerlerini bir savunma aracı olarak görüp giderek radikalleşen birçok ülke... Hindistan, Holywood kadar gelişmiş bir sinema endüstrisine sahip olmasına rağmen bunu pazarlamayı beceremeyen nadir ülkelerden birisidir. Kendi değerlerini otantik bir kültür olarak pazarlayamamış içine kapanık bir toplum.

İran, Çin gibi çok köklü bir kültüre sahip olmasına rağmen , entelektüel bir sermaye ihraç edebilecekken , Turizm ve kültür merkezi olabilecekken, giderek Dünyadan kopmuş ve soyutlanmıştır. Peki , küresel dünyada böyle bir asimilasyon ile varolabilmek mümkün mü ?

1979’da Humeyni devrimini gerçekleştirirken en önemli silahı ülkeye kaçak olarak sokarak okuduğu bantlardı, bu bantlar elde ele dolaşmıştı. Humeyni Devrimi sırasında İran’a giden bir gözlemci devrimcilerin bazılarının elinde coca cola şişesini gördüğünde defterine şöyle not düşmüştü : korkacak bir şey yok...

1960 ‘larda Beatles Hz. İsadan daha çok tanındığını söyleyerek şımarık bir tavır sergiliyordu. Günümüzde eskinin Marxlarından , Leninlerin söyledikleri şarkılarla artık taraftar toplayıp var olamıyorsunuz; 21 . y.y.ın notası değişmiştir.

TwitterTakip

08 October 2010

Türkiye'nin parmak hesabı ve dış dünyadaki strateji...

Türkiye youtube kanalını kapattı. Şimdi de facebook'un kapatılması gündemde. Ulaştırma bakanı , eğer facebook bir üst mahkemeye gitse sorun çözülecek ama gitmiyorlar, diyor. Gizmez...

Facebook ülkede site kapatmaya karşı olan kamuoyu baskısını ve tepkisini gördü. Site kapatmanın uluslararası camiada ne anlama geldiğini, Türkiye'nin bu anlamı ne kadar önemsediğini gördü. Artık ipler facebook sitesinin elinde, Türkiye, facebook'un kucağında...

Türkiye'nin elindeki kartlar açık, yapabilecekleri sınırlı, eninde sonunda manevra yapacak, Facebook bunu gördü ve Türkiye'nin manevra yapmasını bekliyor

Türkiye konu bu noktaya gelmeden manevrasını yapsaydı ufak birkaç değişiklik olarak algılanırdı, konu uzadıkça uzayacak, inatlaşma sürecek ve Türkiye son noktada manevrasını yapacak, bu da yenilgi hanesine yazılacak

sonuçlar ortaya çıktıktan sonra hareket etmenin bir maliyeti vardır

Ekonomide "Hollanda sendromu" dediğimiz bir durum var. Doğru şeyleri yaparsınız ama yanlış sonuçlar alırsınız.Doğru hamlelerin yanlış sonuçlara yola açmasının nedeni ; diğer etkenleri hesap edememektir.

Türkiye, henüz hesaplarının içine kendi sınırlarının dışındaki değerleri, normları eklemeyi beceremiyor

2x2 = 4 eder... Ancak ekonomide ya da pazarlamada 2x2 = 5 ya da 3 sonucunu verir. Çevre etkenlerin etkisi ile hamlelerinizin ya bir fazla karşılığını ya da bir eksiğini alırsınız.

2x2 sadece matematikte 4 eder , hayattaki karşılığı ya bir eksik ya da bir fazladır ,

Japonya üreten bir ülke , türkiye ise üretemiyor. Ancak, japonya üretmesine rağmen halkın genel kültüründen dolayı halkını tüketime sevk edemiyor. Japon halkı tüketmiyor , tüketmediğinden dolayı iç piyasa canlanmıyor. Türkiye ise
üretememesine rağmen adeta borçlanarak tüketiyor, bu yüzden canlı bir iç piyasası var. Japonyanın 2x2 = si 4 etmiyor, Türkiye'nin matematiği ise fazla veriyor

Matematik artık her şeyi çözmüyor.

TwitterTakip

05 October 2010

Firmalarda "Hallederiz abi" modeli....

Mali kural meclise gelmedi ? Neydi mali kural...Devlet bütçe harcamalarını önceden beyan edecek ve bunun dışına çıkmayacaktı.Bunu taahhüt ettiğinde kredi derecelendirme kuruluşları ülkenin devletin bütçesini disiplinli görecek ve ülkenin puanını arttıracaktı

Oysa geçen 3 ayda bütçe fazla verdi, yani mali kuralın öngördüğü harcama kalemlerinin dışına hükümet çıkmadı

Eğer bunu önceden taahhüt etseydi görüntü daha pozitif olacaktı

Mali kural kimilerine göre 3. Dünya ülkelerine uygulanan bir ayrımcılık

Yani, ben kendimi kontrol edemiyor, kendi irademe hakim olamıyorum, beni sorgulayabileceğin bir taahhüt altına giriyorum

Başbakan Imf ' ye çektiği resti babacan'ın ısrarla üzerinde durduğu mali kurala da çekerek , bu taahhüte girmeden bütçe disiplinine bağlı kalacağız, dedi.

Yani, hallerderiz, uyarız abi...

Bu tür çıkışlar toplumların gururunu okşar , ancak mesele getiriyi ya da faturayı hesap edebilmekte

Yönetim ; irade ortaya koyma yarışı değil, algı yönetebilme becerisidir

Yönetim ortaya bir değer çıkartır ; bu değer insanların sizi nasıl algıladığıdır

Anayasayı , hukuk'u düşünün...

Anayasa, hukuk ne işe yarar ?

Toplumun uyması gereken kuralları önceden deklare eder , topluma bireyler arası ilişkilerde ve haklarda bir güvence verir , bu şekilde güveni ve huzuru sağlar

Her firmanın bir hukuk'u , mali kuralı olmalıdır...

Firmalar müşterilerine karşı nasıl hareket eder ?

Problem çıktığında düşünürüz , hallederiz, yardımcı oluruz....

Aslında hükümetin mali disipline uyması gibi her firma da müşterisine karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor

Eğer yükümlülüklerinizi problem çıktıktan sonra yerine getirirseniz sorumluluğunuz, problem ortaya çıkmadan taahhüt ederseniz farklılığınız olur

Çoğu firma zaten yaptığı bir şeyi anlatamaz, algıyı yönetemez

Önceden güven verip pozitif algı oluşturmaktansa, problem çıktıktan sonra mahçup bir edayla işini kuzu kuzu yapar

Yöneticiler hep yakınır " müşteriye niçin yaranamıyoruz " diye , nedeni ; iddianızı beyan etmeyerek bir borç ve yükümlülük haline getiriyorsunuz

Her pizza firması pizzalarını aşağı yukarı 30 dk.'da ulaştırır. Pizzanız en geç 30 dk.'da elinizde demek ise bir taahhüttür, sizi farklılaştırır, zaten yaptığınız bir iş
bir vizyon haline gelir ve tüketici bilinçaltında somutlaşır

Çoğu perde üreticisi her ay en az 2-3 kartela müşterisine gönderir. Bu hizmet çoğu zaman perakendecinin gözünden kaçar. Siz bunu bir vizyon haline getirmediğiniz için kargoyla herhangi bir zamanda gelen herhangi bir poşet haline gelir

Her üretici ya da toptancı aynı gün verilen siparişi müşterisine gönderir. Ancak bunu taahhüt edemediği , kendi hukukunu oluşturamadığı için bu bir vizyona değil sorumluluğa dönüşür, arada kaybolur gider

Süpermarketlerin çoğu memnun olmadığınız bir ürünü geri alır . Ancak sadece bir firma bunu "memnuniyet ve koşulsuz iade garantisine " dönüştürerek rakiplerinden farklılaşabildi

Yalnızca media markt "15 gün koşulsuz iade garantisi" vererek zaten yaptığı bir işi vizyon haline getirebildi

TwitterTakip

02 October 2010

BİM - Tüketici aşkı ne kadar sürer ?

Biz satmak zorundayız ancak tüketici almak zorunda değil , bu yüzden satıcılar alıcılardan her zaman bir adım önde olmalı... 90 ' lı yılların ticari mantığını yansıtıyordu bu düşünce.

Ancak, sonra baktık ki satmak oldukça masraflı bir iş; satın almaya koşullanmış bireylerin yaratılması sürecine girişildi ve tüketim kültürü dediğimiz bir kültür ortaya çıktı ; bunun dinamiği ise pazarlamadır

Şimdi yine biz satmak zorundayız , tüketici de almak zorunda, ancak kimden alacağına yine onlar karar veriyor

Şimdi ki zorluk ise bu noktada, tüketici niye bir başkasını değil de bizi tercih etsin

Bugün ki pazarlama bu soruyu soruyu soruyor ; niçin bir başkası değil de biz...

Bim ilk olarak gazetelere tam sayfa ilanlar vererek ürünlerinin fiyatını duyurdu. Uzun süre bunu taklit eden firma ortaya çıkmadı. Ancak son dönemlerde şok, migros, carreforur gibi birçok firma bunu taklit ediyor. Hatta geçen gün akyurt gibi yerel bir marketin de bunu taklit ettiğini gördüm

Ancak çoğu firma Bim 'in yakaladığı ince tılsımı kaçırış gibi. Nedir, Bim'in yakaladığı tılsım ?

İnsanlar bir ürüne bakarken salçanın fiyatını çok bilmezler, salçanın fiyatının 4950 tl ya da 4750 tl olmasının bir anlamı yoktur.

İnsanların gazetedeki ilana bakarken hangi güdüyle hareket ettiklerinin tesbitini iyi yapmalısınız. Acaba salça ne kadar, diye mi bakıyor ? Bu güdüyle bakabilmesi için salçanın kaç lira olduğunu bilmesi ve kıyas yapabilmesi gerekir ki bu mümkün değildir.

Tüketiciyi bu ilanlara bakmaya yönlendiren asıl unsur merak. Bim, sunduğu ürünlerde mutlaka farklı, dikkat çekici, başka bir yerde bulmakta zorlanacağanız ürünleri uygun fiyata sunuyor. Tüketici ise bakarken "acaba bu haftanın avantajı ne , bu haftaki ürün ne" merakı ile bu ilanlara yöneliyor.

Şok gibi mağazalar ise bu merak güdüsünü ıskalıyor. İlanlarında klasik ürünleri ve fiyatlarını sergiliyor

Bir süre sonra diğer firmalar da bu ilanlardaki tılsımı keşfedecekler. O zaman Bim'in tüketiciyi sürükleyecek yeni tılsımlar bulması gerekecek

Bir dönem Frederic BEIDEGER aşkın ömrü 3 yıldır adlı bir kitap yazmıştı. Bir pazarlamacı da bir stratejinin ömrü 3 yıldır yazsa doğruyu söylemiş olur.

Tüketiciyi çekmek için bir farklılığınız olmalı, bu farklılığın ise mutlaka bir ömrü vardır. Ya heyecanı geçer ya da taklit edilir. Bu noktadan sonra hızlı bir yeni adım atmalısınız.

Bakalım bim önümüzdeki dönem ne yapacak ?

Notlar ;

* Bim daha önce yaygınlık avantajını kullanıyordu, bu avantaj yok oluyor.
* Hizmet ve çeşitlilik olarak farklılaşamaz, burada hem rekabet yoğun hem de bim mantığı bu rekabete uygun değil
* Satın alma avantajının yarattığı ucuzluk diğer firmaların da sağlayabildiği bir koşula dönüştü, ucuzluk kavramı çok fazla işlendi, etkili olmakla beraber yeteri kadar etkili olmayacaktır
* tüketici kitlesi çok geniş ancak bir süre sonra hızlı alışverişi tercih eden çalışan kesim asıl kemikleşmiş müşteri kitlesi olacaktır. Ürünlerindeki standart, hız ev hanımlarını zamanla itecektir. ( bir iş yeni kurulduğunda her kesimden tüketici çeker ancak 3-5 sene sonra hangi grubun elinizde kalacağını tesbit etmeli , buraya yatırım yapmalısınız )

Sonsöz ; tüketiciyle Bim aşkı devam eder ama bu aşka yeni heyecanlar katılmak zorunda

TwitterTakip

Laz mütahit Ağaoğlu için ; şimdi reklamlar...

Ağaoğlu son dönemlerdeki reklamlarıyla dikkat çekiyor.

Mütahitlerin inşaat demirinden ve malzemesinden çalmasına alışkındık, bu durum alışkanlık haline gelmiş olmalı ki bu sefer de reklamın malzemesinden çalmışlar; manken yok, sanatçı yok, oyuncu, yok ; yevmiyeli inşaat işçileriyle gecekondu reklam böyle olur :)

İşin şakası bir yana ; reklamda kullandıkları slogan " bu ülkede herkes iyi yaşamayı hakediyor" un doğru bir slogan olduğunu söyleyemeyiz . Ağaoğlu, Ford otomobilin bir zamanlar "otomobili demokratikleştireceğim " hedefinde olduğu gibi ürünü daha da ucuzlaştırmak ve halka yaymak gibi bir amacı yok. Reklamlarda kay kay pistleriden, havuzlardan bahsediliyor; dolayısıyla lüks tüketime yönelik bir ürün sunuyor. Tüketimi halka yaydığını ima eden bir mesajdan ziyade, ayrıcalıklı pozisyonu pekiştiren bir slogan kullanılmalıydı . Bu tür anonim mesajlar üst seğment tüketiciyi iter, "herkes" yerine içinde "siz" olan bir mesaj seçilmeliydi.

Reklamlarda havuz yaptık, su kaydırağı yaptık türü ürün özelliklerinden bahsediliyor. Ürün özelliklerinden bahsetmek amatör bir görüntü verir, tüketici sizi hayal gücünde canlandırmaya çalıştığında, bu özelliklerle sınırlanırsınız, daha öteye geçemezsiniz. Özellik yerine imaj vurgulanmalı, değer ve vizyon ön plana çıkarılmalıydı. Özellik daha çok alt grup tüketicileri cezp etmekte faydalıdır. Alt tüketici fayda odaklı olduğu için "ne elde ederim" mesajı vermenin bir yoludur. Dergilerde üst seğment müşteriye hitap eden saat firmaları gibi bir duruş sergilemeliydi. Bu saat firmaları kendisini anlatmaz , güzel bir poz, tek bir cümle... Kendinizi anlattığınızda anlattığınız kadar varolabilirsiniz, önemli olan tüketicinin hayal gücünü harekete geçirerek sizi daha iyi bir pozisyona taşımasını sağlamaktır.

Tüm bunlara rağmen bu reklam başarılı olur mu ?

Evet , türkiye sınırları içerisinde başarılı olur , çünkü ;

* ülkemizde kurumsallaşmış inşaat firmaların çok az olmasından , rekabetin olmamasından dolayı başarılı olur
* ilk olmasından dolayı dikkat çeker,
* samimi bir görüntü oluşturmasından dolayı başarılı olur.

Not ; üst seğment müşteri grubu olarak tanımladığımız bir grup olmasına rağmen türkiye'de bu grubun maddi geliri ile kültürü, yaşam standardı arasında önemli farklılıklar görüyoruz. Bu kitle maddi gelir olarak üst seğmentte yer almasına rağmen yaşam tarzı, kültürü ile bu seğment ile benzer davranışlar göstermeyip, daha çok popüler olana yönlenebiliyor. Bu yüzden her doğrunun türkiye'de şaşar beşer olma ihtimali vardır

TwitterTakip

30 September 2010

Rakamlar Ne Kadar Gerçeği yansıtır ?

Aksaray’da otelde bir akşam vakti. Pencereden dışarıdaki yağmuru seyrediyorum. Otelin önünde insanlar yağmurdan kaçmak için sağa sola koşturuyorlar. Bir Japon turistin elinde gazete, ıslanmasın diye montunun altına saklıyor. Hemen arkasında jeep’den inen bir Türk , yine yağmurda ıslanmamak için içeri doğru koşturuyor , elinde bir gazete var. Japon turist montunun altına ıslanmasın diye saklamaya çalışırken , bizimkisi gazeteyi başının üstüne tutarak yağmurdan korunuyor. Gazeteye nasıl bir algı ile baktığımızın basit bir yansıması, yağmur altında kendisini gösteriyor gibi.

İnsanlar niçin gazete okur ? Bilgi edinmek için , gündemi takip etmek için v.s.

İlk bakışta bu tür cevaplar akla gelse de çok farklı nedenleri de olabilir . Vakit geçirmek , alışkanlık , gazete kağıtlarını kullanmak, imaj oluşturmak gibi nedenler de ilk görünen nedenlerin dışındaki amaçlar olabilir.

Okuma alışkanlığı gibi analizler için sık sık ülkeler arasındaki gazete satış rakamları kıyaslanarak verilir. Oysa , bu istatiklerin verdiği rakamlar derinliğine inmeden gerçeği yansıtmaz

rakamlar çoğu kez gerçeği manupule eder. Karşı taraf sizin ilk olarak rakamlara baktığınızı bilerek rakamları topralamayı , düzene koymayı becerebilir. Rakamlar halının üst kısmıdır.


Örneğin , mağazin proğramları , tartışmalar izlenme oranlarını zıplatır ama sırf bu rakamları takip ederek yanlış yöne sapabilirsiniz. Hürriyet Türkiye'nin en çok satan gazetesidir , bu rakamlara bakarak daha büyük başlıklar atmak , şok haberler vermek , resimleri büyütmek yanlış bir değerlendirme olabilir. Çok satıyor olabilirsiniz ama gazeteniz yağmurdan korunmak için de kullanılıyor olabilirsiniz.

Otel odasından dışarıyı seyreden Hürriyet gazetesi genel yayın müdürü olsaydınız , elinizdeki rakamlara mı itibar ederdiniz , okunmak yerine ıslanmaktan korunmaya tercih edilen gazetenizin bu durumuna mı ?

Yıllar önce bir bayiimiz, bizi tatmin edecek satış rakamlarını bir şekilde sağlayarak ilişkimizi devam ettiriyordu , daha sonra ürünlerimizi yağmurdan korunmak için kullandığını anlamıştık

TwitterTakip

24 September 2010

Halk Ekmek , Halk Et 'den sonra Halk Perde de çıkar mı ? Ekonomik bir Aktör olarak Devlet...

Devletin bir aktör olarak ekonominin neresinde durması gerektiği hep tartışılagelmiştir. Sosyalistler devletin üretici güç olması gerektiğini savunurlar, liberaller " laissez - faire" yani bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler anlamına gelen sözle her ekonomik aktöre sınırsız özgürlük tanınması gerektiğini savunurlar, eğer bu sınırsız özgürlüğü tanırsanız bu güçlerin rekabetiyle piyasada kendiliğinden bir denge oluşacağını söylerler , bu dengeye de " gizli el " derler.

Türkiye'de ise istikrarlı bir ekonomik akım hiçbir zaman olmamıştır. Birazcık liberalizm birazcık sosyalizm katılarak devletçilik dediğimiz bir ekonomik politika icat edilmiştir. Her sistem savunucusu devletçiliğin o zamanki koşullarda gerekli bir ekonomi politikası olduğunu söyler, okul kitaplarında da bunu ezberleriz.

Ancak bir sistemin başarılı olup olmadığını analiz etmek için koşullara değil sonuçlara bakılır. Koşulları öne sürmek aslında bahane yaratmanın ve sistemi meşrulaştırmanın diğer bir yoludur.

Sonuç itibariyle baktığınızda ise ; hantallaşmış devlet kurumları, bu kurumlarla rekabet edemediği için ortaya çıkamamış üretici ve iş adamları, üreticilerini ve iş adamları yerine bürokrasi yarattığı için rekabet eden değil kayırmacılığa yönelen bir toplumsal kültür v.s.

Oysa dünyada başarılı olan örnekleri incelediğimizde ; devletin ekonomide hakem olduğu , üreticiyi teşvik olarak destekleyip rekabet koşullarını düzenlediği , eğitimin içeriğini ideolojik bireyler yetiştirmek için değil, üreten bireyler yetiştirmek için doldurduğu devletlerin daha başarılı olduğunu görüyoruz.

Devletçilik bir ekonomi politikası gibi görünsede; aslında ekonomide devletin hakim olduğu, bu hakimiyetle toplam üretimin politik tercihlere göre dağıtıldığı, politik kaygıları ön planda olan bir sistemdir. Toplumu şekillendirme politikasının ekonomi ayağıdır.

Ekonomik sistemleri bir kenara bırakarak şu soruyu soralım ; modern anlayışta devlet ekmek , et gibi ürünleri üretip halka sunar mı ?

Bu soru soğuk savaş dönemi sonrasında yoğun biçimde tartışıldı. Vahşi kapitalizm dediğimiz sistem güçsüzleri eziyor, bu ezilenler ise toplum için bir tehdit oluşturuyordu.

( buradan da anladığımız gibi, kapitalizm bir şey veriyorsa mutlaka bir nedeni vardır. Ezilen halka bazı hakları verildi ancak bunlar bu grupların iş gücüne katılımı, toplum için tehdit oluşturmaması ve yeniden tüketici olması için verildi )

Bu gibi nedenlerle kapitalizm sosyal devlet dediğimiz bir sistem geliştirdi. Bu sisteme göre devlet vatandaşa belirli haklar veriyordu ; ücretsiz sağlık, işsizlik ödeneği gibi...

Sosyal devlet anlayışı kapitalizmin bir üst evresidir, kapitalizmin devamlılığı ve işlerliğinin daha sağlıklı yürümesi için de gereklidir

Ancak bizim ülkemizde bu sosyal devlet anlayışı yine yanlış okundu ve devlet halka ekmek üretmeye, et üretmeye başladı...

Kapitalizm çok eleştirilmesine rağmen kendi içinde bir ahlak anlayışı vardır ; bu durumda kapitalizm şu soruyu sorar ; devletin vergisini aldığı bir üretici karşısına ondan aldığı vergiyle üretici olarak çıkması ne kadar etik dir, bu durum sistemi tıkar mı

Politikanın ise böyle bir tutarlılık ve sistem kaygısı yoktur, getirdiği taraftar , sağladığı popülasyon tek ölçütüdür

Modern liberalizm bu soruya evet yanıtını veriyor. Yani devlet üretici olduğunda , üretici karşısında ayrıcalıklı durumunu kullanıp ayrıcalık yarattığında sistem tıkanıyor

Eğer fakir halkın ekmek alamaması gibi bir durum söz konusu ise bunu üretici olarak değil, üretici karşısında belirlediği vergi , destek gibi herkese eşit sağlanan koşullarla sağlamalıdır.

Aksi halde hakem oyuna müdahil olur, sistem tıkanır

TwitterTakip

18 September 2010

Anonim Marka; İstikbal Mobilya...

İstikbal türkiye'nin önemli markalarında bir tanesi. Ancak, marka derken markanın kapsadığı alan o kadar genişledi ki marka dediğiniz her kavramı mutlaka açıklamanız gerekiyor. Marka demek artık bir cevap değil. Marka dediğinizde; "nasıl yani" sorusu sorulmayı hakediyor.

Satış , bilinirlik , organizasyon ve dağılım anlamında istikbal önemli başarılara imza atmış bir firma

Ancak bu başarılara "el yordamıyla" ilerleyerek ulaştığını düşünüyorum

Ülker aynı şekilde el yordamıyla ilerledi ancak bir noktadan sonra marka kurgusunu yapabildi, ürünlerini ayrıştırdı, tüketiciyi bir kitle olarak görüp mesaj kaygısını taşıdı

İstikbal'in reklamlarını incelediğinizde hiçbir tutarlılık ve ortak mesaj görmüyorsunuz

Sürekli fiyat kampanyalarından , fiyatın ucuzladığından bahsediyor

Sokağa çıkın ve markanızın ne olduğunu 100 kişiye soru sorun ; eğer verilen cevap homojenlik taşımıyorsa markanız sadece biliniyor demektir

İstikbal bir marka olarak işlediği, üzerinde durduğu bir mesaj iletmiyor. Tüketiciyle iletişime geçmiyor sadece uyarıyor. Oysa , yabancı rakiplerin sürekli yeni yatırım kararları aldığı bir dönemde hazırlık yapabilmeli, tüketicide bir algı oluşturabilmeli. Rakipler geldikten sonra istikbal'in dağınık mesajları çabuk dağılacaktır.

Bazen bir firma o kadar uzun süre piyasada yer alır ki tüketicinin ona verdiği rastgele bir anlam oluşur. Tekstil firmalarında reklam yapmayan çoğu üretici firmaya bu anlamlar piyasada kendiliğinden yüklenir. Örneğin ; güvenilir, kaliteli... Ancak, bu anlamlar çok geneldir ve çabucak dağılmaya müsaittir.Halk genelde; sağlam , güvenilir gibi aslında çok da bir anlamı olmayan çok genel anlamlar yükler. Başka bir firmanın rakip olarak girdiğinde çabucak dağıtabileceği çok genel anlamlardır bunlar. Firmaların bu hazır algının üzerinde uyumaları çok sık gördüğümüz bir durum. İstikbal de bu üzerine yapiştırılan bu "sağlam " algısının üzerinde uyuyor gibi. Oysa , bu algıyı işlemesi, tüketiciden aldığını işleyerek yeniden üretmesi gerekir.

TwitterTakip

17 September 2010

Koşullar İnsanı Kahraman Yapar...

Darwin, koşullara ayak uyduramayan yok olur ve güçlü olan ayakta kalır demişti. Bu da demektir ki; canlılar koşullara uyum sağlayabilen , yaşama güdüsü baskın olan bir canlıdır. Buradan yola çıkarak şöyle bir öneride bulunabiliriz ; insan gelişimini sağlamak için insan üzerine motivasyon araçlarıyla yüklenmektense koşullarla oynayın...

Bu ne demek ?

Bizler çoğu kez insanı yönetmeye çalışırız. İnsan ise ona doğru hedefleri , koşulları sağlamadığınız yani bir anlamda kendi kendine enerji üretmesini sağlayacak iç ve dış dinamikleri harekete geçiremediğiniz sürece sürekli hareket sağlayamaz. İç dinamik ise sizin söyleyebileceğiniz, bir söz, ödül ya da ceza gibi geçici araçların dışında çok daha geniş kapsamlı bir sorumluluk anlayışı, eğitimi içine alan bir alandır. Burada oynama alanınız kısıtlı, geçici sürelidir.

Ya koşullar ?

Her insanın aldığı eğitimden , deneyimlerden bağımsız olarak içinde varolan bazı güdüleri vardır.

Gurur, aşk, varolabilme güdüsü...

Bu duygular herkeste eşit olarak vardır

Bazen gurursuz insan olarak tanımladığınız insanlarla karşılaşabilirsiniz ancak bunların sadece gurur algılayışları farklılık gösterebilir

Bir insana çalış demek yerine, çalışanın varolabildiği , daha çok saygınlık kazanacağı bir koşul ortamı oluşturamadığınız sürece söylediğiniz kelimelerin hiçbir anlamı yoktur

İyi bir yönetici rekabet koşullarını doğru oluşturur, çalışanın gücünün sınırlarını doğru tesbit eder ve bu sınırlara değecek hedefler önüne koyar,

Koşulları değiştirmeden çalışması yönünde telkinde bulunma bir dilekten öte anlam taşımaz

Öyleyse çalışanın kendi gelişimini tamamlaması, daha çok çalışması için koşulları değiştirmeli, koşullarla oynamalıyız

Wall-Mart bir dönem mağazalarından birşeyler çalan müşterilerle baş edemiyordu. O dönemler henüz x-ray cihazlar gelişmemişti. Çözüm için kapıya güler yüzlü , her gelene merhaba , nasılsınız diyen yaşlı temiz yüzlü insanlar koydu.
sonra gördü ki, bu yaşlı insanlardan sonra hırsızlık olayları azalma gösterdi. Bu yaşlı insanlarla diyaloga girmek, birey üzerine saygınlığını yitirmeme , mahçup olmama gibi güdüleri dürtüledi.

Türkiye'de çocuklara iyi şeyler öğretilir , bunlar anlatılandır ancak Türkiye'de yetişen bir çocuğun hırsız olmama ihtimali nedir ? Çalmak ebebeyn tarafından öğretilen şey , bir de bunun tersinde Türkiye koşulları var. Çalmanın her gün haber bültenlerinde izlendiği, yakalanmadığı sürece ödüllendirildiği bir koşullar bütünü. Şimdi çalmama yönündeki telkinleri ve çalmaya karşı oluşan Türkiye koşullarını bir arada düşünün. Hangisinin ağır bastığı, anlatılanın mı yoksa koşulların mı daha etkili olduğunun analizini yapın...

bu örnekler de bize gösteriyor ki anlatmanın , telkinin gücü bir noktada tıkanıyor. İnsanı yöneten koşullardır, insan koşullara uyum sağlar, rekabetçi bir koşulunuz ve ortamınız var , böyle bir organizasyon ve sistem kurabildiyseniz gerisi kendiliğinden gelir

ne demiş üstat ; koşullar insanı kahraman yapar... biz de diyoruz ki ; koşulları iyi yönetemezseniz her zaman kahraman değil bazen de hırsız yapar...

TwitterTakip

12 September 2010

Referandum'da Kim Kazandı, Kim Kaybetti....

Bu referandumda öncelikle facebook, twitter tarzı paylaşım sitelerinin ne kadar gerçeklerden uzak ve magazinsel kaldıklarını anlamış olduk. Öne çıkan görüntüler, videolar son derece abartılı, birbirini tekrar eden ve gerçek bir veri olarak alınıp, gözlem ve kanaatlerinizi şekillendirmede bir unsur olamayacağını anlamış olduk.

Bununla birlikte bu sosyal paylaşım sitelerinin geleneksel medyalardan farklı olarak doğruluğu sınanmamış birçok yanlış bilgi ve dedikoduyu işleyerek kamuoyu ve kanaat oluşturmada gelecekte etkili olabileceğini gördük.

Yani kısaca faydası sınırlı ama zararı çok fazla olabilir diyebiliriz

Geleneksel medyanın etik dışı olarak kabul ettiği ve işlemekten kaçındığı birçok olayın bu sitelerin kullanıcıları tarafından rahatlıkla işlenebildiğini , bundan sonra etik alanın parçalandığını her şeyin konuşulabildiği, ironi edilebildiği bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz

Kılıçdaroğlunun oy kullanamaması geleneksel medyada birkaç sütun ile geçiştirilebilecekken bu sitelerden en öne çıkan konu olması, bu durumun bu derece işlenmesi bundan sonraki dönem için ilginç ip uçları veriyor

Bundan sonraki dönemde bir firmanın ya da siyasi partinin icraatları kadar üslubu, özel hayatı, en ufak espirileri, hatta yürüyüşü dahi konu edilebilecek, hatta bu konular daha ön plana çıkacaktır

Bundan sonra firmalar müşteriye yaşattıkları birebir olumlu ya da olumsuz olaylarla da gündeme gelecek, geleneksel medyada olduğu gibi bunu kontrol edemeyeceklerdir

Nasıl ki magazin dünyasında sansasyon ön plana çıkıyorsa, firmaların ön plana çıkabilmeleri konuşulabilir bir olayı kurgulamalarına bağlı olacaktır

------------ *** -----------

Anayasanın değişen 26 maddesini incelediğinizde aslında değişen çok fazla şeyin olmadığını görüyorsunuz. Hükümet bu maddeler ile bir anlamda yarı başkanlık sistemine geçiş yapıyor, yasama ve yürütme erkinin gücünü arttırıyor.

Bu aslında türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için olumlu bir adımdır. Çünkü gelişmekte olan bir ülke gelişmiş ülkelerden farklı olarak daha fazla karar almak, icraat yapmak ve hızlı hareket etmek durumundadır. Ancak bu işi yapanın akp olması bir kısım insanı bu gücün suistimal edileceği yönünde kaygıya düşürüyor.

Oysa bu iradenin sivil hükümet tarafına geçmesi, bu konuların tartışılıyor olması böyle bir suistimali beraberinde getirmesine rağmen bizi daha sağlıklı bir zemine taşıyacaktır

Toplumlar hata yapabilmeli , karar vermeli , insiyatifi almalıdır ; diğer tarafta durağan , insiyatifin sivil kanaat elinden alındığı bir hukuk sistemi ile küreselleşen dünyaya uyum sağlamak mümkün olmaz.


---------------- *** --------------

Bu referandumun kazananı akp ; kaybedeni ise mhp , chp ve bdp dir,

Mhp muhalefet yapmak adına tabanı ve değerleriyle zıt düştüğü için kaybetmiştir
Chp kaybedeceğini bildiği bir maçta , bu maçı bu kadar büyütmekle , akp - chp savaşına dönüştürmekle gereksiz bir yenilgi almış , puan kaybetmiştir
Bdp , bundan sonraki süreçte daha reformist kararlar alınmasında söz sahibi olabilecekken , muhalif bir çizgiye kaymış, gereksiz bir cepheleşmeye girerek sadece eleştiri yapabilecek bir konuma kendisini itmiştir
Akp , bu süreçte birçok hata yaptı. Ancak , bu referandumu bu kadar büyütmeyi eğer bilinçli olarak yaptıysa taktiksel bir başarıdır , zira kazanacağınızı bildiğiniz bir zaferi ne kadar büyütürseniz zaferiniz de o denli büyük olur.

Taktik ; tarihte ordu komutanları yaptıkları savaşın ne kadar önemli ve stratejik olduğunu kamuoyuna ve medyaya anlatırlardı, savaş kazanıldığında da abarttıkları ölçüde sivil hayata ve politikaya o denli güçlü dönüş yaparlardı. Napolyon bu taktiği birçok yerde kullanmıştır

TwitterTakip

04 September 2010

Referandumda EVET mi, HAYIR mı ???

Karl popper , açık toplum ve düşmanları ( open society and its enemies ) adlı kitabında komunizme ve faşizme karşı çıkmıştı, bunun nedenini de toplumu olduğu noktadan ileri ya da geri bir noktaya taşıyacak hamlenin toplumun iradesi dışında bir gücü gerektireceğini bunun da otoriter bir rejim doğuracağını söylemişti. Ve dediği gibi de oldu.

Eğer toplumu 3-5 adım ileriye taşıyacak bir projeniz var ise bu otoriter bir rejimi getirir, eğer toplumun dinamiklerinden daha geri bir yönetim ve hukuk sisteminiz var ise bu da toplumsal gerginliği, öfkeyi, tatminsizliği getirir. Şu an olduğu gibi...
Cumhuriyet dönemi toplumu osmanlı kültüründen alıp cumhuriyet kültürüne taşımıştı, ancak bu ilerleyiş halkın iradesi dışında bir irade gerektirdiğinden kaçınılmaz olarak beraberinde belirli bir otorite ve şiddeti de getirmişti.

Bir olay olduktan sonra geriye bakıp bunun olumlu ya da olumsuz olduğunu söylemek başka, olayın içinde ya da uzağındayken duruş olarak şiddete ve otoriteye karşı olmak ya da olmamak başka şeylerdir. Sizden olan , sizin yararınıza olan şiddeti ve otoriteyi tasvif etmek ya da eleştiriden kaçınmak sağlıklı bir sonuca götürmez ve daha da ileri gitmenizi engeller. Çünkü savunduğunuz şiddet bir takıntı haline gelir.

Cumhuriyet kendi ideolojisini enjekte ettikten sonra tıkanmıştır. Çünkü kendini eleştirecek açık bir toplum haline gelememiş, daha çok kendini savunacak ve aynı yöntemleri uygulayacak bir zihniyete sahip çıkmıştır. Bu da toplumun bir kesimini taraftar yaparken, diğer kısmını ötekileştirmiş, gerginliklerin ve kutuplaşmaların temeli haline gelmiştir.

İşte geldiğimiz noktada bugün ki referanduma da bakış bu kutuplaşma ve ideolojik çerçevede olmaktadır. Cumhuriyetçiler katı bir hayırcı , topumun muhafazakar dediğimiz kesimi ise evetçi olmuştur, arada kalan % 10 luk bir kısım ise gidip gelmektedir.
Nasıl ki sağlıklı ekonomiyi tanımlarken piramitin orta kısmının şişkin olması doğru ise ; yukarıdaki taploda da bu kadar yoğunlaşmış bir toplumsal kesimin evetçi hayırcı olarak ayrılması da son derece sağlıksız ve ideolojik bir toplum olduğumuzun göstergesidir.

Bu durumda referanduma evet ya da hayır demek oldukça zor , çünkü ekonomistlerin dediği gibi; bu doğru olabilir ama diğer tüm şartlar aynı kaldığı taktirde... Diğer tüm şartları ise sabitlemeniz imkansız

Ben bu anayasaya diğer tüm şartları riske atarak "evet" diyeceğim
Siviller tarafından yapılan bir anayasa olduğu için, yanlış taraflarına rağmen düzeltilebilme imkanı olduğu için , bu anayasanın anayasa tartışmalarını alevlendireceği ve konuyu gündeme taşıyım daha sağlıklı bir anayasanın temeli olacağı için, beğenmesem de altında sivil bir imza olduğu için,

TwitterTakip

AVM, Süpermarket kargaşasında Tüketici nereye kaçacak ? -- TrTex Dergisi Yeni Ropörtaj

Mustafa bey, AVM ' lerde ne oluyor, bu AVM enflasyonu nereye kadar gider ?

Şöyle bir benzetme yapayım. Karl Marx tarihi açıklarken diyalektik materyalizm dediğimiz bir yöntem kullanır. Der ki ; önce ortaya bir tez çıkar , sonra bunun anti - tezi, sonra da bu iki doğrunun çarpışmasından sentez ortaya çıkar.

Dünya değişirken, tüketici değişirken insanların akın ettiği bazı genel trendler oluşuyor. Burada belirli bir süre sonra bir yığışma ve enflasyon oluşur, sonra bu yığışma iflas ederek kendi anti-tezini yaratır. Avm mantığı da bu denklemin dışına çıkamayacaktır. Bir süre sonra patlayacak, iflas edecek, talep görür pozisyonunu yitirecektir ; biz bunu değil, sadece bunun zamanını tartışalım.

Bir dönem cadde mağazacılığı modaydı , en lüks markalar caddelere mağazalarını konuşlandırmıştı. Ankara'da Tunalı Hilmi caddesi bir dönemin alışveriş merkezlerindendi, şimdi cazibesini yitirdi. Cadde mağazacılığını tez olarak düşünürseniz bunun anti-tezi avm 'ler ortaya çıktı. Şimdi, bundan sonra ne olur , nasıl bir sentez ortaya çıkar bunu öngörmek lazım.

Avm'lerin iflas etme süreleri bu mekanları ne kadar hızlı tükettiğiniz ve tüketicinin doygunluk oranıyla ortantılı. Son dönemlerdeki enflasyon bu süreyi kısalttı.

Şimdi araya girmek istiyorum, durum bu ama bundan sonra ne olur ?

Fransızların güzel bir sözü var ; her değişim aslına tekrar rücu eder, derler. Ben bundan sonra uzman avm' ye dönüş olacağı kanaatindeyim. Avm' ler bir mekan olarak kurgulandı ancak bu mekan tüketildikten sonra yeni bir ihtiyaç doğacaktır. Kimi yaşam alanına dönüşecek, kimi de konfeksiyonda uzman, ev tekstilinde uzman hale dönüşecektir. Ankara'daki yokuşu , istanbul'daki kapalıçarşıyı bilirsiniz.İstanbul'daki bu mekanın 600 yıllık bir tarihi , yokuşun neredeyse 100 yıllık bir geçmişi vardır. Burada aynı işi yapan kişiler yan yana bir pazar oluşturur. Fransızların her değişim aslına rücu eder sözünü hatırlayarak ; burada da aslına bir rücu olacağı kanaatindeyim. Ancak, şunu da söylemek lazım. Tüketici eskisi gibi kitle halinde değil , bu şekilde hareket etmiyor. Ana gövdeyi burası oluştursa dahi yan dallarda çok fazla çeşit olacaktır.
Herşeyin tekrar aslına rücu etmesi genel bir doğru mu , yani zaman zaman sapmalar olsa da mantık aynıdır, diyebilir miyiz ?
Keşif yapmak istiyorsanız doğayı iyi izleyin ve taklit edin ; ticaret yapmak için ise toplumun alışkanlıklarını ve kültürünü... Daha fazla zeki olmanıza gerek yok.

Yeni bir mağaza ya da ticari model kuracağınız zaman alışkanlıkları , kültürü analiz eder , tüketici bilinçaltını buralardan okursunuz. Yeni bir alışkanlık ve kültür oluşturmak çok zordur, kahramanlıktır, zaman kaybıdır ; alışkanlıkları temel alıp onu biçimlendirmek ise bizim takip edeceğimiz asıl yoldur. Simit sarayı ortaya çıktığında Türk milletinin eski alışkanlıklarını modernize etti. Türk halkının öğrencilik döneminde simit neredeyse temel gıda idi. Simit bir damak tadı alışkanlığı olarak her Türk insanının bir alışkanlığı idi. Simit sarayı bunu gördü , biçimlendirdi ve fırsata çevirdi. Avrupa'daki Starbucks kafeler yine Avrupa insanının kahveye olan düşkünlüğünü ve alışkanlığını iyi gördü , modernize etti ve fırsata çevirdi. İleride bir girişimci " çaycı " adını vereceği köşe başlarına starbucks tarzı kafeler kursun iş yapar. Çay alışkanlığını doğru modernize ettiğinizde Türk tüketicisine rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Bir mağazanız olduğunu düşünelim. Mutlaka tüketicinin alışkanlıklarını yaşayabileceği ufak öğeler yerleştirmeniz gerekir. Bakmayın siz değişimin son dönemlerde çok hızlı gerçekleşip dergilerin, gazetelerin " rasyonel müşteri" figürünü pompaladığına. Müşteri rasyonel olamaz , tüketim aynı zamanda bir sosyalleşme aracıdır, rakamlardan ibaret ruhsuz bir al-ver hiçbir zaman olamaz.Türk tüketicisinin kültürel değerlerinde bakkal amcaları vardır. Benim şu an gıda mağazalarım olsa bu tüketim alışkanlığını çağrıştıracak öğelerle beslerim ve diğer mağazalardan farklılaşırım. Kasiyeri otomatik bir para alan , müşterinin önüne poşet atan konumdan çıkartıp tüketiciyle diyaloga girmesini sağlayan bir ortam kurarım ve burada farklılaşırım. Gazeteye ilan verip ürünlerim şu kadar, dediğinizde tüketici o ürünün fiyatını görmez, demek ki ucuz diye düşünür ve sizi tercih eder. Ancak, bunlar çok çabuk taklit edilebilen , farklılaşamayacağınız noktalardır. Ya da şöyle söyleyelim, bu tür bir farklılaşmanın miladı kısadır. Starbucks'dan sonra herkes kafe açtı ama hiçbiri starbucks olamadı. Köyden şehre gelirsiniz , modern yapılara taşınırsınız sonra herkes buralarda oturduğunda, tekrar şehir dışında bahçeli bir ev özlersiniz. Moda olan , trend olan geçicidir, insanlar öz yaşamlarına, kültürlerine , alışkanlıklarına dönmek isterler, bu tür ortamları daha sıcak ve samimi bulurlar. Freud'un insanlar için her insan kendi çocukluğuna dönmek ister, diye bir tesbiti var , her tüketici de kendi alışkanlıklarına dönmek ister. Şehir hayatına saldırış ve kaçış hayatın devam eden bir zik zak çizgisidir , hangi dönemde neyin kuvvetli olduğunun tesbitini iyi yapmalısınız, insanlar bazen geçmişinden kaçar, bazen geçmişine sığınır. Osmanlı devletini düşünün, ilk kurulduğunda kazandığı zaferlerle bir değer inşa etti, sonra bu değerlerden kaçıp batı değerlerine sığında, bu kaçış ve sığınma bugüne kadar devam eder. Osmanlı'daki bu zıtlıklar uzun dönemleri kapsamasına rağma tüketici cephesinde 3-5 yıllık periodlarda bu değişimleri görebilirsiniz.Mahalle yaşamının ağır bastığı dönemde bakkal kültürü hakimdi, sonra buradan kaçış başladı, Bim bu dönemde sıçrama yaptı, buradan kaçış ne zaman olacak, tüketici buradan kaçtığı zaman, hangi kültürel öğeleri modernize etmeliyiz ki kaçtığı yerde sizi bulsun ????
Şimdi bir sürü süpermarket açıldı , hepsi daha ucuz olduğunu iddia ediyor. Tüketici bir noktada tatmin olacak, daha farklı bir arayışa girecektir. Şimdiden bunun kurgusunu iyi yapmanız gerekir. Kendimi nasıl konumlandıracağım , tüketiciyle nasıl bir iletişime geçeceğim , nasıl farklılaşacağım. Şimdi süpermarketler çok rasyonel bir çizgide gidiyor, yukarıdan yapılan anonslar, kaykaylarla tüketiciye ürün yetiştiren genç çocuklar, bunlar şu an yeni olduğu için kabul görüyor, insanları şaşırtıyor. Bu farklılığın ekmeğini 3-5 sene daha yersiniz, şimdiden sentezinizi hazırlamanız lazım. Tüketici bir süre sonra emin olun bıkacak, bu reyonlar boşalan cadde mağazalar gibi giderek seyrekleşecek. Bu toplumun kültüründe mahallenin namusuna kadar sahip çıkan bir bakkal amca değeri var, şimdi büyük marketler bakkallara karşı bariz avantajları olduğu için tüketiciyi çaldı, fakat bu kültürü modernize etmeyi , işlemeyi bilen birisi de süpermarketlerden bu tüketiciyi tekrar çalacaktır. Bu kadar market açıldıktan sonra 3-4 seneki tablo bu kadar mağaza sayısını ve benzeşmeyi kaldırmaz, burada bir kırılım olacaktır.

şimdilik röportaj için Teşekkür ediyoruz Mustafa bey ,

Ben teşekkür ederim derya hanım

TwitterTakip

02 September 2010

Markaların Holywood'dan öğrenecekleri....

Gülben Ergen'in yeni klibini izlediniz mi bilmiyorum. Klipte kamera bariz biçimde sanatçıyı çekerken sürekli hareket halinde. Son dönemlerdeki klipleri, filmleri, dizileri inceleyin kameranın sürekli hareket halinde olması hemen hemen hepsinde uygulanıyor. Buradaki göz yanılsamasından faydalanıyor.Kameranın sürekli hareket etmesi izleyicinin odaklanamamasını sağlıyor. odaklanamayan, sürekli yeni görüntüler gören izleyici beynine aynı anda birçok görsel mesaj gidiyor. durağan birkaç mesajdan ise bu mesajlar yığını daha hareketli, neşeli ve akışkan bir algıya neden oluyor.

kliplerdeki kameralar hareket edip izleyici gözünde bir yanılsama yaratıyor ama ya markalar ? markalar bu hareketi nasıl sağlıyor, bu yanılsamayı yaratmayı ne kadar becerebiliyor ? ya da böyle bir hareketlilik yaratma bilinci ve uğraşı kaç markada mevcut ?

durağan olan su dahi olsa kötü kokular çıkarmaya , çamurlaşmaya başlar

durağan olanın başarı şansı yoktur.

doğru dediğimiz şey hep hareket halindedir.

değişim çatlaklar ortaya çıktığında ortaya çıkan bir refleks midir, yoksa bilinçli yönetilen bir süreç midir ?

tüketiciyi bir kitle olarak düşündüğünüzde bu kitlenin size, adınıza, markanıza baktığı bir gözü vardır. Bu gözü nasıl hareket ettirebiliriz ?

geçen gün ziyaret ettiğim bir AVM bir mağazanın vitrine yapıştırdığı "eleman alınacaktır" yazısını söktürüyordu. belli ki "cumaya gittim dönecek" tarzı esnaf çağrışımı uyandıracak mesajlardan kaçınmak istiyordu. Gözün bu noktada sabit kalacağının farkındaydı.

sosyal hayatta ilişkilerin monotonluğundan bahsederiz. marka tüketici ilişkisinde de böyle bir monotonluk zamanla oluşabilir. tüketici gözünde yenilenmezseniz, tüketici yeniler...

ben bir markayı yönetseydim çalışanlarıma şunu söylerdim ; bana yeni şeyler bulun ve bunları bir süre sonra yıkın... aynı tezi iki defa savunan bir adam yanlış yerdedir...

günümüzde doğrular bulmak ve bunları yıkmak zorundayız

ve başarısızlık çoğu zaman insanın kendi doğrularına aşık olmasından gelir

doğrular bulun ve yıkın

markanıza bir tüketici gözüyle bakın ve kamera her zaman hareket halind mi , bunu sorgulayın...

TwitterTakip

01 September 2010

Kılıçdaroğlu ve Liderlik

Kılıçdaroğlu dün referandum sonuçlarının %65 oranında hayır çıkacağını iddialı biçimde açıkladı.Bu çıkış hedef kitleyi yönlendirme anlamında başarılı olabilir mi ?

Liderler zaman zaman çok radikal çıkışlarda bulunurlar. Buradaki amaç kamuoyu kararlarında iniş çıkış esnekliğinin yüksek, yani kararsız seçmenlerin fazla olduğu durumlarda genel algının bu şekilde olduğu inancını yaymaktır.

Hitler'in propaganda sorumlusu Goebbels bunu çok başarılı biçimde uygulamıştı. Goebbels kitleleri gerçeklerle yönetemezsiniz derdi. Ne kadar iddialı olursanız inandırıcılığınız o kadar yüksek olur, derdi. Amerika , Irak'ı işgal ettiğinde Saddam'ın savunma bakanı da gayet başarılı bir performans sergilemişti. Amerika , Irak içlerine kadar girdiği anda dahi Amerikayı bozguna uğratacaklarını, gizli silahları olduğunu söylemişti. Bu rasyonel olmayan iddialı çıkışlar karşı tarafta bir soru işareti yaratarak, savunma pozisyonuna geçmesine neden olurken , kendi taraftarlarınızda gerçeklerin uyandıramayacağı bir heyecan dalgası yaratır.

rasyonel noktanın dışına çıkmak liderlerin çok sık uyguladığı işe yarar bir taktiktir. Machiavelli'nin dediği gibi korku ve inanç her zaman kitleleri etkilemekte işe yarar.

tekrar Kılıçdaroğlu'nun çıkışına gelirsek ;

genel bir doğru olarak iddianız ne kadar sert, ne kadar uç noktalarda olursa seçmenleri etkileme oranınız o kadar yüksek olur.

Burada sorulması gereken soru şudur ; peki, pozisyonunu almış bir kitleye karşı bu tür bir çıkış ne kadar etkili olur ?


Tüm anketler kararsız seçmenin %'10 civarında olduğunu gösteriyor. Buna göre, halkın büyük bölümü pozisyonunu belirlemiş durumdadır. Bu uç ve iddialı çıkışlar kararsız %10' luk kesim üzerinde etkili olmaktan ziyade , pozisyonunu belirlemiş, belirli bir inanca ve kanıya sahip kitle üzerinde daha fazla etkili olacaktır.

Kararını vermiş kesimin geneli için ; ideolojik değerlerin etkisinde olduklarını söyleyebiliriz. Bu kesimin kararlarını değiştirmek için sözler, iddialar yeterli değildir. Karşı tarafın hata yapmasını sağlayacak, karşı tarafı zor durumda bırakacak yeni öneriler getirerek sıkıştıracak daha farklı stratejiler izlemeniz gerekir.

Geriye kalan %' 10'luk kararsız seçmen ise bu tür ideolojik uzantılı çıkışlardan etkilenmeyecek, hatta kendi taraftarlarınıza sempatik gelebilecek bu çıkışlar tarafsız seçmende negatif etki uyandıracak, sizi rasyonel olmayan bir noktaya taşıyacaktır.

Liderlik bir yönetme sanatıdır. Toplumu etkilemek adına yapılan sert ve duygusal çıkışlar ideolojik, ulusal ve dinsel değerleri öncelik olarak benimseyen kitle toplumu için geçerliydi. Bugün ise karşınızda daha rasyonel ve bireysel bir kitle mevcut. Liderlik edebilmek için bu kitlenin değerlerini ve beklentilerini doğru analiz edebilmeniz gerekiyor.

Liderlik bugüne kadar bir edebiyat idi, bundan sonra ise daha derin sosyolojik analizleri olmazsa olmaz kılıyor...Goebbels'in yöntemlerinde bu yana toplumlar, Dünya hatta faşizm bile çok değişti...

TwitterTakip

26 August 2010

Ben size reklam yapamazsınız demedim, reklamcı olamazsınız dedim...

Reklamın karşıdaki kitleye bir mesaj iletme kaygısı olmasına rağmen , reklamı nasıl verdiğiniz de aynı oranda bir mesaj taşır. Senaryonun kalitesi, kullanılan ünlünün değeri, reklamın kullanıldığı mecra...

Eğer reklamınız bir tekrarı içeriyor , hiçbir yaratıcı öğe taşımıyorsa bu da reklamı yapılan ürün ya da markaya karşı belirli bir algı oluşturur.

Geçen gün okuduğum bir dergide Gaziantep üniversitesinin bir reklamını gördüm. Reklamda üniversiteye başlayan gençlere klasik olarak iş garantisi ve laptop sözü veriyordu.

Öğrencilere laptop verme kampanyası neredeyse her üniversitenin uyguladığı bir kampanya. Bir üniversite öğrenci çekmeye çalıştığında ilk aklına diğerlerinin yaptığı bu basit kampanya geliyor.

Reklamı gören bir tüketici üniversitenin kalitesini anlamaya çalışacaktır. Bu klasik kampanyanın verdiği mesaj ise ; diğerlerinden farkı olmayan, vasat gibi mesajlar olacaktır.

Reklam olmak yani görünür olmak kadar ne söylediğiniz de önemlidir.

Her öğrencinin üniversitenizi gezmesi mümkün değildir. Öğrenci üniversitenizi web sitenizden ya da bu tür basılı görsellerden tanıyacak ve karar verecektir.

Öğrenciy laptop vermenin nasıl bir amacı olabilir, bu görsel tüketiciyi nasıl etkileyeceğini düşünüyor.

Reklam maddi bir ödül veriyor. Bu okulu tercih edecek tüketici kitlesi ise zaten belirli bir gelir seviyesinin üstünde, para ile eğitimi satın alacak bir kitledir. Yani tüketici kitle göz önüne alındığında laptop hediyesi tahrik edici olmayan bir unsurdur.

Buradaki tüketici kitlesi biraz incelense ya da empati kurulsa daha sosyal, dinamik, yaratıcı ortamlar arayışında olan bir kitlenin olduğu rahatlıkla görülebilir.

Bir bilim yuvası , öğretim görevlileri bunu nasıl göremez ve bir bakkal mantığında " bende de var" stratejisini izler ?

Sanırım pazarlamanın bu kadar beceriksiz sergilenmesinin nedeni herkesin bu işin basit olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyor. İnsan basit olarak algıladığı şeyler üzerine çok düşünmez , kopyalar...

TwitterTakip

22 August 2010

Vodafone bu kadar ünlü kullandıktan sonra sifonu nasıl çekecek ?

Vodafone son dönemlerde Hakkı Devrim , Orhan Gencebay gibi bir dizi ünlü kullandı. Bu ünlülerin verdiği ortak bir mesaj , mesajda tutarlılık var mı ? Yok... Orhan gencebay'ın temsil ettiği değerler ile hakkı devrim'in temsil ettiği değerler birbirine tamamen zıt. Belki güvenilirlik anlamında ortak bir nokta bulmaya çalışmışlar ama her iki karekterin verdiği güvenin hedef kitlesi farklı.

Orhan gencebay alt grup kitle için mantıklı olabilir ama bu değerleri reddeden , hatta bu değerlere sahip olmasına rağmen bu değerlere sırtını dönen önemli bir kitle mevcut. Bu karekter toplumda arabesk olarak nitelediğimiz ; içerisinde toplumdan dışlanmışlığı , hüznü, çaresizliği de barındıran bir değerler bütününü temsil ediyor. Bu değerlerin olumsuzluğu bir tarafa ; böyle bir markanın daha enerjik , umut vadeden , daha canlı bir değere ulaşmayı kendisine hedef olarak seçmesi gerekmez mi ?

Vodafone pazarlama sorumlusunun belirttiğine göre ; senaryo da orhan gencebay tarafından yazılmış. Eğer orhan gencebay gibi riskli bir karekter seçiliyorsa senaryo çok iyi seçilmeli, bu karekter senaryoya dikkatlice oturtturulmalıydı. O.gencebay senaryo yazarken hedefi olmayan, hedef kitleyi dikkate almayan marka imajı ve hedefi düşünüldüğünde daha rastlantısal bir hikaye ortaya çıkartacağı aşikardır.

Ünlü kullanırken dikkat edilmesi gereken en önemli unsur ; ünlü kişinin markanın önüne geçmemesi ve toplumun bir kesimi için dışlayıcı değerlere sahip olmaması. Bu anlamda Gencebay vodafone reklamlarında kullanılabilecek yanlış bir karekterdir.

uzun vadede marka imajına herhangi bir katkı sağlamadığı gibi marka değerini de aşağı çekecektir.

TwitterTakip

22 July 2010

Kar Marjında Dip Göründü, Yeni Çıkış Nasıl Olur? --- Home Trend Yeni Yazı

Mustafa bey, fiyatlar iyice dip noktasını buldu, satışlar karsız bir noktaya geldi ,bundan sonra ne olur , kar marjları nasıl yukarı çıkar?



Fiyatlar şüphesiz ki yukarı çıkacak , ancak daha hızlı bir çıkış için bu fiyat artışını sağlayacak yeni ürün ya da hizmetler eklemeniz gerekir. Müşteriler bu tür krizden çıkış dönemlerinde eski ürünlere yeni fiyatlandırma yapmaya direnç gösteriyorlar. Yani, bu fiyat ve kar artışı eski ürün ve hizmetle mümkün değil...



Şöyle bir örnek vereyim. Bir telefon ürettiğinizi düşünelim , bu telefonun değeri 1000 tl olsun , şimdi bunun için şarj cihazı satacaksınız , şarz cihazını ürettiniz, maliyetini hesapladınız ve maliyet 500 tl ye çıktı. Şimdi, bu ürünü bu fiyat oranıyla piyasaya sunamazsınız , tekrar ar-ge ye döner ve maliyeti düşürmek için çalışırsınız. Bizim sektörde de tersi bir durum ortaya çıkıyor. Elinizde ürün var , birçok firma ürünün aynısını yapıyor ve ortaya bir fiyat çıkıyor ama maliyetini hesapladığınızda, bu fiyat sizi kurtarmıyor. Dolayısıyla tekrar er-ge ye dönüyor ve bu sefer bana fiyatı daha yüksek olan bir ürün üret diyorsunuz. Yani, cep telefonu örneğindekinin tersi durum. Şimdi sektörümüzde olan bu , her altı ayda bir yeni ürün çıkmasının , ürünlerin bu kadar hızlı değişmesinin nedeni de bu aslında.fiyatı ve karı daha yukarı çekme telaşı... Rekabet yoğunluğundan dolayı ürünün fiyatı çok çabuk aşınıyor ve fiyatı tekrar yukarı taşımak için yeni ürün bulmak zorunda kalıyorsunuz.



Peki, fiyatlar artarken bu fiyat artışı tüketimi sekteye uğratmaz mı , ?



Fiyat ekonominin sadece bir unsurudur. Yani eski modelde olduğu gibi fiyat artarsa talep düşer türü doğrular çoktan kırıldı. Ekonomik kriz tüketicide refah ve tüketim açlığı yarattı. Rakamların biraz düzelmesiyle fiyat gibi noktaların çok önemli olmadığını göreceksiniz.



İnsanlar ve toplumlar her zaman rasyonel hareket etmezler. Onları neyin harekete geçirdiğini ve geçirebileceğinin analizini doğru yapmamız gerekir. Savaşları düşünün , en son israil ile yaşadığımız krizi düşünün. Bütün bu olayların bu kadar gerginleşmesinin ve savaş boyutuna gelmesinin nedeni her iki ülkenin de gururu ve prestiji. Her ikisi de prestijini korumak istiyor , her iki toplum, o devletin insanları da aynı refleksle olaya bakıyor. Şimdi israil'e kızıyoruz ama kardak krizi sırasında, kardak adasına 3 tane rahip çıkmıştı, silahsızdı, ama biz de aynı gurur ve prestij ile hareket edip savaş botları ve komandolar gönderdik. Kimseyi öldürmedik ama öldürmek için gözümüzü sakınmayacağımız bir durumdaydık. Toplumların nasıl hareket ettiklerini, imajın gururun ne kadar önemli olduğunu , hatta bunun uğruna toplumların kendi ve çocuklarının geleceklerini nasıl tehlikeye atabileceklerini bu örneklerde görüyorsunuz ? Şimdi ekonomik olaylarda da ben aynı reflekslerin harekete geçtiğini düşünüyorum. İnanlar alışveriş yaparken , iş tercih ederken de aynı reflekslerle hareket ederler. Prestijleri, kariyerleri , toplumun düşüncesi aynı derecede önemlidir. Bazıları bunu keşfettiği için marka imajı , tüketiciyle diyalog türü konulara önem veriyor , buralara yatırım yapıyor ancak daha ilerlenecek çok mesafe var , kaşımanız gereken nokta burası.



Odaklanmamız gereken nokta burası ama neden bu noktaya odaklanılamıyor , rekabet neden halen fiyat odaklı devam ediyor ?



Bu neye baktığınız , algılarınızı neye yönlendirdiğinizle ilgili bir durum. Firmaların çoğu şu an rakip firmaya bakıyor ve ona göre hareket ediyor. Her toplumun , şirketin bir kültürü vardır , bu kültürden sıyrılmamız zaman alacak.



Yerçekimini bulan newton'un kafasına elma düştüğünde yer çekimini buldu. Ama bu elma daha önce dünyada yaşayan hiç kimsenin kafasına düşmedi mi , elbette düştü. Bizim köyde birçok tarla vardır, köylülerin kafasına çok elma düştü ama hepsi bunu şanssızlık olarak yorumladı , Allah kahretsin deyip yoluna devam etti. Newton'u farklı kılan neydi , niçin bu elma düşüşü onda böyle bir keşfe yol açtı. Çünkü newton odaklanmıştı , zaten bu konuda ağaç altında düşünüyordu , bu elma düşüşü sadece kıvılcıma neden oldu. Şimdi başarılı şirketlerle başarısız şirketlerin yaşadığı deneyimlere ve süreçleri inceleyin, emin olun çok benzerdir. Sadece birisi bunu şanssızlık olarak yorumlarken, diğerinde yeni bir kıvılcıma neden oluyor. Bu da odaklanmayla ilgili bir durum. Ne kadar işinize yoğunlaşıyorsunuz , ne kadar çözüme odaklanıyorsunuz , yoksa kahredici bir şanssızlık olarak yorumlayıp birçok fırsatı ıskalamanız mümkün. Kimisi fiyatlar dibe düşünce kahretsin para kazanamıyoruz diyip 3 lira da o indiriyor, kimi ise başka bir alana odaklanıp bu rekabetten kendisini sıyırıyor.



Yani söylemek istediğim firmalar şu an daha çok satışa , rakibinden daha çok satmaya odaklanıyor bu da fiyat rekabetini getiriyor.



Bu yanlış odaklanmanın nedeni ne , ne kadar daha devam eder ?



Bu rekabetin asıl nedeni sektördeki güçlü firmaların merdiven altı üretim yapan firmalara göre daha az olması. Şöyle şöyleyim ;



En tehlikeli rakip iyi ve profesyonel yönetilen değil , kötü yönetilen rakiptir. Tekstil sektörünün 2 adım ileri 1 adım geri gitmesinin nedeni budur. Rakiplerin çoğu doğru maliyet hesabı yapmıyor, uzun vadeli stratejilerle yola çıkmıyor. Coca cola hiçbir zaman pepsi'den korkmaz , çünkü pepsi gayet iyi yönetilir , fiyatını belirli bir marjın altına indirmez, imajını düşürmez. Bunu bildiği için piyasanın dengesini sarsmaz, adil bir rekabet olur. Kötü yönetilen birçok firmanın olduğu sektörde batan çıkan çok olur ve bunlar yüzünden piyasa dengesi oluşmaz, batmayıp yaşamını devam ettirenler profesyonel ve kurumsal yönetime geçemez, çünkü her batan piyasa dengesini sarsar.



Büyük firmalar da bu yarışa yani fiyat kavgasına giriyor ama... ?



Şimdi bu kültür oluşmadığı için büyük firmalarda da büyük olmalarına rağmen benzer şekilde davranma eğilimi gelişiyor , hata yapabiliyorlar, strateji yönleri gelişmeyebiliyor.



Geçen gün dikkatimi çeken bir strateji hatasından bahsedeyim
Meysu, geçen gün kola sektörüne gireceğini açıkladı. Kola pazarına sadece kutu kola üreterek girecekmiş. Nasıl bir strateji yanlışlığı olduğunu görüyor musunuz? Kutu kola pazarı genç tüketicilerin ağırlıklı olarak tüketimi gerçekleştirdikleri bir seğment. Bu seğment fiyat odaklı değildir ve imaj gibi unsurlar daha ön plandadır. Meysu , meysu markasıyla burada başarılı olabilir mi ? Kesinlikle hayır...oysa kutu kola ürünler ile buraya giriş yapacağına 2.5 lt lik gruptan giriş yapsa başarı şansı çok daha yüksektir. Bu grup fiyat odaklıdır, damak zevki daha düşüktür, imaj gibi unsurlardan ziyade ekonomik olması ön plandadır. Ülker ramazan ayında 2,5 lt kola ürünlerine karşı 3 lt aile boyu ürün çıkarttı, son derece doğru bir stratejiydi , bu grupta rekabet şansı vardır ancak kutu kola grubunda durum çok daha farklıdır. Yani , önemli olan giriş yapmak ya da üretmek değil , nerede rekabet şansınız var bu öneml. Tekstil mağazaları Avm 'lerde yüksek fiyatlarla müşteri beklerken, bazı firmalar pazarlarda , caddelerde oluşan müşteri trafiğini ve ucuz markasız ürüne olan talebi gördü. Gezer belirli merkezlere 5 tl ye ürünler alabileceğiniz mağazalar açtı ve iyi de bir trafik yakaladı. Bu grupta halen açık var, bu boşluğu şu an merdiven altı üretim yapanlar ve işportacılar dolduruyor.



Yani söylemek istediğim büyük olan da küçüklerin arasından bu kavganın içinden çıktığı için henüz kurumsal kültür ve strateji geliştirecek zamanı ve koşulları bulabilmiş değil. Bu biraz zaman alacaktır.



Şimdilik röportaj için teşekkür ediyoruz mustafa bey ,



Ben teşekkür ederim derya hanım,

TwitterTakip

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us