20 October 2010

Her kızın yanında mutlaka daha çirkin bir kız vardır

Her kızın yanında mutlaka daha çirkin bir kız vardır. Kızlar , içgüdüsel olarak , erkeklerin kıyaslama yaparak karar verdiklerini bilirler. Kendi güzelliklerin pekiştirmek ve daha cazibeli görünmek için her kızın yanında daha az güzel bir kız görebilirsiniz.

Süpermarketlerde pahalı elektronik aletlerin yanına ucuz ürünler seçilerek konulur. Bu pahalı ürünler yanında duran diğer ortalama ürünler, tezatlık algılamasından dolayı, daha ucuz olarak algılanır.

Bununla birlikte bu tezatlık algılamasında aşırıya kaçılması aksi bir intibaa yaratır. Zira , insanlar iki şeyi bir grup olarak da değerlendirme eğilimindedir. Güzel ve çirkinin değerlendirmesi ortalama olarak sonuç verebilir. Hülya avşar kardeşi Helin Avşar’ın çok fazla medyada görünmesini istemez. İnsanların her ikisini de bir grup olarak algılayarak Hülya Avşar’ın algılanma seviyesini düşüreceğinden tereddüt eder.

Göz aşinalığı ;

Hülya avşar medyada sık sık Türkiye'nin en güzel kadını olarak lanse edilir. İnsanlara sorduğunuzda ise böyle yanıtlar alabilirsiniz. Hülya avşar'dan güzel birçok kadın olmasına rağmen hülya avşar’ın güzel olarak algılanmasının nedeni göz aşinalığıdır. Göz zamanla ayrıntıları kaçırır , aşina olduğu şeye karşı eleştirel gücünü yitirir. Sansasyonel yaratarak daha çok gündeme gelmek isteyen ünlülerin yaratmaya çalıştıkları şey , göz aşinalığıdır .

Her türlü pazarlama taktiğini deneyip başarılı olamadığınız bir insana karşı kullanacağınız son koz göz aşinalığıdır. Kayıtsız kalamayacaklarını göreceksiniz. Bazen , 40 defa satış yapmak için uğradığınız ama sonuç elde edemediğiniz bir noktaya 41. Sefer satış yaptığınız olur. İlk olumsuz intibaalar zamanla yıkılır , ayrıntılar zamanla görünmez. Alışverişi önleyen , müşteri tarafından negatif olarak görünen özellikler zamanla törpülenir.

TwitterTakip

17 October 2010

Başarılı bir İletişim Stratejisi; İsrail Ne Zaman Özür Dileyecek ?

Başbakan bir süredir istikrarlı biçimde israil'in özür dilemesi gerektiğini söylüyor. Bakanları da aynı cümleleri sık sık tekrarlıyor.

Uzun süredir politikada bu kadar başarılı bir iletişim stratejisi uygulanmadı. Ali Saydam, Ali Atıf Bir gibi birçok iletişimci bu konuyu es geçti ama üzerinde durulması gereken bir iletişim başarısı

Hitler'in propaganda bakanı J.Göbbels; ne söylediğiniz önemli değil, yeter ki istikrarlı biçimde tekrarlayın, diyordu

Eğer iletmek istediğiniz mesajı farklı cümlelerle ve her defasında farklı açıları işaret ederek açıklarsanız mesajınız dağılır

Mesaj aynı cümlelerle ifade edilmeli ve tek bir yönü işaret etmeli , ne başına bir şeyler eklenip daha sertleştirilmeli ne de yumşatılmalı

Markalar basit bir mesaj bulurlar ve bunu istikrarlı biçimde tekrarlarlar

Akılda kalmanın ve ikna edici olmanın en etkili yolu budur

Politikacıların akılda kalmamalarının nedeni ; hem çok şey söylemeleri hem de her söylediklerinde söylediklerini farklılaştırmalarıdır

Bu yüzden politikacılar dinlenmez, başarısız iletişimcileridir

Obama seçim politikasını "change we need " sözcükleriyle ifade etti ve sürekli biçimde değişimi vurguladı

Değişim sözcüğü etkili oldu ve akılda kaldı, değişimi arzulayan bireyleri tetikledi, harekete geçirdi

Başbakan israil konusunda ; israil şöyledir, israil böyledir yerine tek bir şey üzerinde istikrarlı biçimde duruyor ; israil özür dileyecek

Cumhurbaşkanı aynı şeyi söylüyor ; israil özür dileyecek

Türkiye uzun süredir dış dünyaya karşı bu kadar net ve başarılı bir mesaj vermemişti

Bu bir taleptir, başarılı olur ya da olmaz ancak iddianızı nasıl sunduğunuz da karşı algı açısından önemlidir

İsrail'e karşı hükümet algısını doğru oluşturuyor

Sonuç alamasa dahi oluşturduğu algı da önemli bir başarıdır

TwitterTakip

15 October 2010

Ahmet Necdet Sezer biraz ekonomi bilseydi...

Ahmet necdet sezer biraz ekonomi bilseydi o anayasa kitapcığını o kadar kolay atamazdı

Satıcılar üretimi, organizasyonu , maliyetleri hesap edebilselerdi müşterinin her istediğini yapmak için yöneticileriyle her gün kavga etmezlerdi

Yöneticiler, müşterilerine biraz yakın olsabilselerdi masa başında bir müşterinin üzerini çizmeden önce bu kadar rahat olamazlardı

...... *** .....

Kişiler arası ilişkilerde birbirini anlama olayına "empati" diyoruz

Empati ile karşıdaki insanı anlıyor, hak verebiliyoruz ; böylece ilişki daha sağlıklı ilerliyor

Ya kurumlarda ?

Kurumlarda empati nasıl sağlanır

Bazı yöneticiler empati yerine kavganın daha çok insanları motive edeceğini düşünüyor.

Bir yöneticim; müşteriyle ne kadar iyiysen firmana o kadar kötüsün, diyordu. Satış , pazarlama, üretim , muhasebe sürekli bir kavga ve rekabet içinde olmalı ki ortaya bir sinerji çıksın, idi.

Birçok firma bu yöntemi uygulamış halen de uyguluyor

Ancak, bu masanın altına 5 tl bırakıp çalışanın ne kadar güvenilir olduğunu test etme yöntemi gibi geride kalmış bir düşünce

Artık elemanlar da bu tür numaraları yemiyor

Rakipler ise çok daha hızlı. Dolayısıyla şirket içindeki birliktelik ön plana çıkıyor

Neden şirket içi rekabet yerine birlik ön plana çıkıyor ?

Çünkü firmaların önceliği çok değişti. Önceden satmak asıl öncelik iken şimdi know- how , ar-ge, hızlı olabilme, yaratıcılık gibi değerler ön plana geçti. Yaratıcılığın koşulları ise çok farklı

Know-how şirket içindeki rekabet ile ortaya çıkmaz, uyum olmadan hızlı olamazsınız, birimler arasında sıkı iletişim olmadan ar-ge olmaz...

Rekabet ve birimler arası kavga iletişimi ve empatiyi önleyen bir etki.

Dolayısıyla satışın birikimleri sadece satışta kaldığı sürece hiçbir işe yaramayacaktır. Hatta satış bu bilgileri yukarı aktaramadığı zaman kendi içinde bir gerginlik yaratacak, yöneticilerin kendilerini anlamadığı gibi düşüncelerle "gerilim birikimi" ne neden olacaktır. Bu gerçek diğer departmanlar için de geçerlidir

Birimler arası bilgi akışı çift taraflı olarak sağlanmalı...

Kurumsal firmalar bu empatiyi sağlamak için ortak tatil gezileri , sosyal aktiviteler düzenliyorlar. Burada insanlar birbirlerini daha yakından tanıyor , anlayabiliyor

Ancak yeterli değil

Saygı ve sevgi bu iletişimin sadece ön koşuludur

Bu akış profosyonel biçimde kontrol edilmeli

Ortak toplantılar düzenlenmeli, bu toplantılarda her birim kendi gerçeklerini anlatabilmeli, her departman bir diğerinin koşullarını görebilmeli

Ahmet necdet sezer'in önceliği hukuk idi. Hukuk çevresinden sosyal bir çevresi vardı, en yüksek hassasiyeti bu noktadaydı ve kitabı fırlattı. Bu kitabı fırlatırken ekonominin durumu, siyasi istikrarın önemi , ülkenin yatırıma uygunluk ve kredi notu gibi hassasiyetleri olsaydı belki de fırlatamayacaktı

Sadece satıştan anlayan bir satıcı o firma için tehlikelidir , sadece hukuktan anlayan bir yöneticinin tehlikeli olduğu gibi

TwitterTakip

14 October 2010

METRO süpermarket niçin poşete para ister ?

Metro süpermarketlerine gittiğinizde poşetin parayla satıldığını görürsünüz.Belki de hiç yapmadığınız kadar 2 alışveriş arabası ürü alıyorsunuz ve kasaya yaklaştığınızda sizden poşet parası isteniyor. Başka bir market poşetinizi ücretsiz verip, evinize kadar özel servisle bırakırken , özel poşetleme elemanları varken , metro ise her bir poşet için sizden ayrıca para talep ediyor

Metro 50 liralık poşet masrafını karşılayamayacak bir firma değil elbette. Ama , bu şekilde şu mesajı veriyor ; biz zaten çok ucuzuz… Kar marjımız çok düşük , poşeti de versek zarar ederiz…

Migros’da her bir standın yanında bir bayan eleman sürekli rafları kontrol edip düzeltirken , BİM mağazalarındaki ürün kutularını dahi neredeyse siz açarsınız.Bazı ürün kamyondan indiği gibi mağazaya konur. BİM marketlerinin , raf masraflarını tüketicimize yansıtıyoruz gibi bir maliyet stratejisi olsa dahi buradaki mesaj boyutu da ihmal edilemez. Şöyle bir mesaj buradaki asıl kaygıdır : Üreticiden direkt size satıyoruz , ürünler kutudan dahi çıkartılmamış , direkt halka satış…

Farzedin ki iyi bir gününüzdesiniz ve 100 tl fiyatı olan bir ürünü müşterinizi kırmadınız ve 60 ytl ye verdiniz. Müşteri böyle bir durumda iki ihtimal düşünür :

1 – çok iyi niyetli bir insan , elinden geleni yaptı , yardımcı oldu
2 – demek ki çok kazanıyor ,

insanların çoğu genellikle 2. şıkkı düşünür.

elindeki her kozu bir anda müşteriye devredip satışı kaçıran birçok satıcı olmuştur. Birden elinizdeki her şeyi verdiğinizde müşteri daha çok verebileceğinizi düşünür, veremediğinizde ise vermediğinizi...

Metro çok kazanmıyoruz demek için iyi bir alışverişin üzerine sizden bir de poşet parası alıyor ki ikna edici olsun

bir düşünür cehennem yolları iyilik taşlarıyla döşelidir, demişti ; daha az satışın yolu ise taviz taşları ile...

TwitterTakip

13 October 2010

21. yüzyılın yeni notası; pazarlama...

politikada başarı artık ideoloji ile değil pazarlama ile kazanılıyor.

kılıçdaroğlu referandum sonrası tekrar " başörtüsü problemini " gündeme getirerek tercihini ideolojiden yana kullanarak hata yapıyor. Pazarlama der ki ; eskimiş konulara yeni çözümler de getirseniz o eskimiştir, puan getirmez

Bill Clinton, rakipleri hararetli hararetli politika tartışıp, Dünya politikasından bahsedip, savaş çığırtkanlığı yaparken MTV’de elinde saksafonla güzel bir konser veriyordu. Politika değil , pazarlama yapıyordu. Bu farlılıkla rakiplerine büyük bir fark atarak bir gecede halkın oylarını önemli ölçüde arttırmayı başarmıştı.

Amerikan toplumu bu süreçleri daha önce yaşamış ideolojinin değil, eğlencenin yönettiği ve hakim olduğu bir toplumdur. İleriki günlerde siyasi tercihlerdeki bu farlılığa , ideolojinin giderek etkisini yitirdiğine şahit olacağız.

Bu değişime direnen, halen ideolojiyle yönetilen birçok kapalı toplum mevcut. Kendi değerlerini dışarıya pazarlayarak kültürünü bir endüstriye dönüştürememiş , kendi değerlerini bir savunma aracı olarak görüp giderek radikalleşen birçok ülke... Hindistan, Holywood kadar gelişmiş bir sinema endüstrisine sahip olmasına rağmen bunu pazarlamayı beceremeyen nadir ülkelerden birisidir. Kendi değerlerini otantik bir kültür olarak pazarlayamamış içine kapanık bir toplum.

İran, Çin gibi çok köklü bir kültüre sahip olmasına rağmen , entelektüel bir sermaye ihraç edebilecekken , Turizm ve kültür merkezi olabilecekken, giderek Dünyadan kopmuş ve soyutlanmıştır. Peki , küresel dünyada böyle bir asimilasyon ile varolabilmek mümkün mü ?

1979’da Humeyni devrimini gerçekleştirirken en önemli silahı ülkeye kaçak olarak sokarak okuduğu bantlardı, bu bantlar elde ele dolaşmıştı. Humeyni Devrimi sırasında İran’a giden bir gözlemci devrimcilerin bazılarının elinde coca cola şişesini gördüğünde defterine şöyle not düşmüştü : korkacak bir şey yok...

1960 ‘larda Beatles Hz. İsadan daha çok tanındığını söyleyerek şımarık bir tavır sergiliyordu. Günümüzde eskinin Marxlarından , Leninlerin söyledikleri şarkılarla artık taraftar toplayıp var olamıyorsunuz; 21 . y.y.ın notası değişmiştir.

TwitterTakip

08 October 2010

Türkiye'nin parmak hesabı ve dış dünyadaki strateji...

Türkiye youtube kanalını kapattı. Şimdi de facebook'un kapatılması gündemde. Ulaştırma bakanı , eğer facebook bir üst mahkemeye gitse sorun çözülecek ama gitmiyorlar, diyor. Gizmez...

Facebook ülkede site kapatmaya karşı olan kamuoyu baskısını ve tepkisini gördü. Site kapatmanın uluslararası camiada ne anlama geldiğini, Türkiye'nin bu anlamı ne kadar önemsediğini gördü. Artık ipler facebook sitesinin elinde, Türkiye, facebook'un kucağında...

Türkiye'nin elindeki kartlar açık, yapabilecekleri sınırlı, eninde sonunda manevra yapacak, Facebook bunu gördü ve Türkiye'nin manevra yapmasını bekliyor

Türkiye konu bu noktaya gelmeden manevrasını yapsaydı ufak birkaç değişiklik olarak algılanırdı, konu uzadıkça uzayacak, inatlaşma sürecek ve Türkiye son noktada manevrasını yapacak, bu da yenilgi hanesine yazılacak

sonuçlar ortaya çıktıktan sonra hareket etmenin bir maliyeti vardır

Ekonomide "Hollanda sendromu" dediğimiz bir durum var. Doğru şeyleri yaparsınız ama yanlış sonuçlar alırsınız.Doğru hamlelerin yanlış sonuçlara yola açmasının nedeni ; diğer etkenleri hesap edememektir.

Türkiye, henüz hesaplarının içine kendi sınırlarının dışındaki değerleri, normları eklemeyi beceremiyor

2x2 = 4 eder... Ancak ekonomide ya da pazarlamada 2x2 = 5 ya da 3 sonucunu verir. Çevre etkenlerin etkisi ile hamlelerinizin ya bir fazla karşılığını ya da bir eksiğini alırsınız.

2x2 sadece matematikte 4 eder , hayattaki karşılığı ya bir eksik ya da bir fazladır ,

Japonya üreten bir ülke , türkiye ise üretemiyor. Ancak, japonya üretmesine rağmen halkın genel kültüründen dolayı halkını tüketime sevk edemiyor. Japon halkı tüketmiyor , tüketmediğinden dolayı iç piyasa canlanmıyor. Türkiye ise
üretememesine rağmen adeta borçlanarak tüketiyor, bu yüzden canlı bir iç piyasası var. Japonyanın 2x2 = si 4 etmiyor, Türkiye'nin matematiği ise fazla veriyor

Matematik artık her şeyi çözmüyor.

TwitterTakip

05 October 2010

Firmalarda "Hallederiz abi" modeli....

Mali kural meclise gelmedi ? Neydi mali kural...Devlet bütçe harcamalarını önceden beyan edecek ve bunun dışına çıkmayacaktı.Bunu taahhüt ettiğinde kredi derecelendirme kuruluşları ülkenin devletin bütçesini disiplinli görecek ve ülkenin puanını arttıracaktı

Oysa geçen 3 ayda bütçe fazla verdi, yani mali kuralın öngördüğü harcama kalemlerinin dışına hükümet çıkmadı

Eğer bunu önceden taahhüt etseydi görüntü daha pozitif olacaktı

Mali kural kimilerine göre 3. Dünya ülkelerine uygulanan bir ayrımcılık

Yani, ben kendimi kontrol edemiyor, kendi irademe hakim olamıyorum, beni sorgulayabileceğin bir taahhüt altına giriyorum

Başbakan Imf ' ye çektiği resti babacan'ın ısrarla üzerinde durduğu mali kurala da çekerek , bu taahhüte girmeden bütçe disiplinine bağlı kalacağız, dedi.

Yani, hallerderiz, uyarız abi...

Bu tür çıkışlar toplumların gururunu okşar , ancak mesele getiriyi ya da faturayı hesap edebilmekte

Yönetim ; irade ortaya koyma yarışı değil, algı yönetebilme becerisidir

Yönetim ortaya bir değer çıkartır ; bu değer insanların sizi nasıl algıladığıdır

Anayasayı , hukuk'u düşünün...

Anayasa, hukuk ne işe yarar ?

Toplumun uyması gereken kuralları önceden deklare eder , topluma bireyler arası ilişkilerde ve haklarda bir güvence verir , bu şekilde güveni ve huzuru sağlar

Her firmanın bir hukuk'u , mali kuralı olmalıdır...

Firmalar müşterilerine karşı nasıl hareket eder ?

Problem çıktığında düşünürüz , hallederiz, yardımcı oluruz....

Aslında hükümetin mali disipline uyması gibi her firma da müşterisine karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor

Eğer yükümlülüklerinizi problem çıktıktan sonra yerine getirirseniz sorumluluğunuz, problem ortaya çıkmadan taahhüt ederseniz farklılığınız olur

Çoğu firma zaten yaptığı bir şeyi anlatamaz, algıyı yönetemez

Önceden güven verip pozitif algı oluşturmaktansa, problem çıktıktan sonra mahçup bir edayla işini kuzu kuzu yapar

Yöneticiler hep yakınır " müşteriye niçin yaranamıyoruz " diye , nedeni ; iddianızı beyan etmeyerek bir borç ve yükümlülük haline getiriyorsunuz

Her pizza firması pizzalarını aşağı yukarı 30 dk.'da ulaştırır. Pizzanız en geç 30 dk.'da elinizde demek ise bir taahhüttür, sizi farklılaştırır, zaten yaptığınız bir iş
bir vizyon haline gelir ve tüketici bilinçaltında somutlaşır

Çoğu perde üreticisi her ay en az 2-3 kartela müşterisine gönderir. Bu hizmet çoğu zaman perakendecinin gözünden kaçar. Siz bunu bir vizyon haline getirmediğiniz için kargoyla herhangi bir zamanda gelen herhangi bir poşet haline gelir

Her üretici ya da toptancı aynı gün verilen siparişi müşterisine gönderir. Ancak bunu taahhüt edemediği , kendi hukukunu oluşturamadığı için bu bir vizyona değil sorumluluğa dönüşür, arada kaybolur gider

Süpermarketlerin çoğu memnun olmadığınız bir ürünü geri alır . Ancak sadece bir firma bunu "memnuniyet ve koşulsuz iade garantisine " dönüştürerek rakiplerinden farklılaşabildi

Yalnızca media markt "15 gün koşulsuz iade garantisi" vererek zaten yaptığı bir işi vizyon haline getirebildi

TwitterTakip

02 October 2010

BİM - Tüketici aşkı ne kadar sürer ?

Biz satmak zorundayız ancak tüketici almak zorunda değil , bu yüzden satıcılar alıcılardan her zaman bir adım önde olmalı... 90 ' lı yılların ticari mantığını yansıtıyordu bu düşünce.

Ancak, sonra baktık ki satmak oldukça masraflı bir iş; satın almaya koşullanmış bireylerin yaratılması sürecine girişildi ve tüketim kültürü dediğimiz bir kültür ortaya çıktı ; bunun dinamiği ise pazarlamadır

Şimdi yine biz satmak zorundayız , tüketici de almak zorunda, ancak kimden alacağına yine onlar karar veriyor

Şimdi ki zorluk ise bu noktada, tüketici niye bir başkasını değil de bizi tercih etsin

Bugün ki pazarlama bu soruyu soruyu soruyor ; niçin bir başkası değil de biz...

Bim ilk olarak gazetelere tam sayfa ilanlar vererek ürünlerinin fiyatını duyurdu. Uzun süre bunu taklit eden firma ortaya çıkmadı. Ancak son dönemlerde şok, migros, carreforur gibi birçok firma bunu taklit ediyor. Hatta geçen gün akyurt gibi yerel bir marketin de bunu taklit ettiğini gördüm

Ancak çoğu firma Bim 'in yakaladığı ince tılsımı kaçırış gibi. Nedir, Bim'in yakaladığı tılsım ?

İnsanlar bir ürüne bakarken salçanın fiyatını çok bilmezler, salçanın fiyatının 4950 tl ya da 4750 tl olmasının bir anlamı yoktur.

İnsanların gazetedeki ilana bakarken hangi güdüyle hareket ettiklerinin tesbitini iyi yapmalısınız. Acaba salça ne kadar, diye mi bakıyor ? Bu güdüyle bakabilmesi için salçanın kaç lira olduğunu bilmesi ve kıyas yapabilmesi gerekir ki bu mümkün değildir.

Tüketiciyi bu ilanlara bakmaya yönlendiren asıl unsur merak. Bim, sunduğu ürünlerde mutlaka farklı, dikkat çekici, başka bir yerde bulmakta zorlanacağanız ürünleri uygun fiyata sunuyor. Tüketici ise bakarken "acaba bu haftanın avantajı ne , bu haftaki ürün ne" merakı ile bu ilanlara yöneliyor.

Şok gibi mağazalar ise bu merak güdüsünü ıskalıyor. İlanlarında klasik ürünleri ve fiyatlarını sergiliyor

Bir süre sonra diğer firmalar da bu ilanlardaki tılsımı keşfedecekler. O zaman Bim'in tüketiciyi sürükleyecek yeni tılsımlar bulması gerekecek

Bir dönem Frederic BEIDEGER aşkın ömrü 3 yıldır adlı bir kitap yazmıştı. Bir pazarlamacı da bir stratejinin ömrü 3 yıldır yazsa doğruyu söylemiş olur.

Tüketiciyi çekmek için bir farklılığınız olmalı, bu farklılığın ise mutlaka bir ömrü vardır. Ya heyecanı geçer ya da taklit edilir. Bu noktadan sonra hızlı bir yeni adım atmalısınız.

Bakalım bim önümüzdeki dönem ne yapacak ?

Notlar ;

* Bim daha önce yaygınlık avantajını kullanıyordu, bu avantaj yok oluyor.
* Hizmet ve çeşitlilik olarak farklılaşamaz, burada hem rekabet yoğun hem de bim mantığı bu rekabete uygun değil
* Satın alma avantajının yarattığı ucuzluk diğer firmaların da sağlayabildiği bir koşula dönüştü, ucuzluk kavramı çok fazla işlendi, etkili olmakla beraber yeteri kadar etkili olmayacaktır
* tüketici kitlesi çok geniş ancak bir süre sonra hızlı alışverişi tercih eden çalışan kesim asıl kemikleşmiş müşteri kitlesi olacaktır. Ürünlerindeki standart, hız ev hanımlarını zamanla itecektir. ( bir iş yeni kurulduğunda her kesimden tüketici çeker ancak 3-5 sene sonra hangi grubun elinizde kalacağını tesbit etmeli , buraya yatırım yapmalısınız )

Sonsöz ; tüketiciyle Bim aşkı devam eder ama bu aşka yeni heyecanlar katılmak zorunda

TwitterTakip

Laz mütahit Ağaoğlu için ; şimdi reklamlar...

Ağaoğlu son dönemlerdeki reklamlarıyla dikkat çekiyor.

Mütahitlerin inşaat demirinden ve malzemesinden çalmasına alışkındık, bu durum alışkanlık haline gelmiş olmalı ki bu sefer de reklamın malzemesinden çalmışlar; manken yok, sanatçı yok, oyuncu, yok ; yevmiyeli inşaat işçileriyle gecekondu reklam böyle olur :)

İşin şakası bir yana ; reklamda kullandıkları slogan " bu ülkede herkes iyi yaşamayı hakediyor" un doğru bir slogan olduğunu söyleyemeyiz . Ağaoğlu, Ford otomobilin bir zamanlar "otomobili demokratikleştireceğim " hedefinde olduğu gibi ürünü daha da ucuzlaştırmak ve halka yaymak gibi bir amacı yok. Reklamlarda kay kay pistleriden, havuzlardan bahsediliyor; dolayısıyla lüks tüketime yönelik bir ürün sunuyor. Tüketimi halka yaydığını ima eden bir mesajdan ziyade, ayrıcalıklı pozisyonu pekiştiren bir slogan kullanılmalıydı . Bu tür anonim mesajlar üst seğment tüketiciyi iter, "herkes" yerine içinde "siz" olan bir mesaj seçilmeliydi.

Reklamlarda havuz yaptık, su kaydırağı yaptık türü ürün özelliklerinden bahsediliyor. Ürün özelliklerinden bahsetmek amatör bir görüntü verir, tüketici sizi hayal gücünde canlandırmaya çalıştığında, bu özelliklerle sınırlanırsınız, daha öteye geçemezsiniz. Özellik yerine imaj vurgulanmalı, değer ve vizyon ön plana çıkarılmalıydı. Özellik daha çok alt grup tüketicileri cezp etmekte faydalıdır. Alt tüketici fayda odaklı olduğu için "ne elde ederim" mesajı vermenin bir yoludur. Dergilerde üst seğment müşteriye hitap eden saat firmaları gibi bir duruş sergilemeliydi. Bu saat firmaları kendisini anlatmaz , güzel bir poz, tek bir cümle... Kendinizi anlattığınızda anlattığınız kadar varolabilirsiniz, önemli olan tüketicinin hayal gücünü harekete geçirerek sizi daha iyi bir pozisyona taşımasını sağlamaktır.

Tüm bunlara rağmen bu reklam başarılı olur mu ?

Evet , türkiye sınırları içerisinde başarılı olur , çünkü ;

* ülkemizde kurumsallaşmış inşaat firmaların çok az olmasından , rekabetin olmamasından dolayı başarılı olur
* ilk olmasından dolayı dikkat çeker,
* samimi bir görüntü oluşturmasından dolayı başarılı olur.

Not ; üst seğment müşteri grubu olarak tanımladığımız bir grup olmasına rağmen türkiye'de bu grubun maddi geliri ile kültürü, yaşam standardı arasında önemli farklılıklar görüyoruz. Bu kitle maddi gelir olarak üst seğmentte yer almasına rağmen yaşam tarzı, kültürü ile bu seğment ile benzer davranışlar göstermeyip, daha çok popüler olana yönlenebiliyor. Bu yüzden her doğrunun türkiye'de şaşar beşer olma ihtimali vardır

TwitterTakip

30 September 2010

Rakamlar Ne Kadar Gerçeği yansıtır ?

Aksaray’da otelde bir akşam vakti. Pencereden dışarıdaki yağmuru seyrediyorum. Otelin önünde insanlar yağmurdan kaçmak için sağa sola koşturuyorlar. Bir Japon turistin elinde gazete, ıslanmasın diye montunun altına saklıyor. Hemen arkasında jeep’den inen bir Türk , yine yağmurda ıslanmamak için içeri doğru koşturuyor , elinde bir gazete var. Japon turist montunun altına ıslanmasın diye saklamaya çalışırken , bizimkisi gazeteyi başının üstüne tutarak yağmurdan korunuyor. Gazeteye nasıl bir algı ile baktığımızın basit bir yansıması, yağmur altında kendisini gösteriyor gibi.

İnsanlar niçin gazete okur ? Bilgi edinmek için , gündemi takip etmek için v.s.

İlk bakışta bu tür cevaplar akla gelse de çok farklı nedenleri de olabilir . Vakit geçirmek , alışkanlık , gazete kağıtlarını kullanmak, imaj oluşturmak gibi nedenler de ilk görünen nedenlerin dışındaki amaçlar olabilir.

Okuma alışkanlığı gibi analizler için sık sık ülkeler arasındaki gazete satış rakamları kıyaslanarak verilir. Oysa , bu istatiklerin verdiği rakamlar derinliğine inmeden gerçeği yansıtmaz

rakamlar çoğu kez gerçeği manupule eder. Karşı taraf sizin ilk olarak rakamlara baktığınızı bilerek rakamları topralamayı , düzene koymayı becerebilir. Rakamlar halının üst kısmıdır.


Örneğin , mağazin proğramları , tartışmalar izlenme oranlarını zıplatır ama sırf bu rakamları takip ederek yanlış yöne sapabilirsiniz. Hürriyet Türkiye'nin en çok satan gazetesidir , bu rakamlara bakarak daha büyük başlıklar atmak , şok haberler vermek , resimleri büyütmek yanlış bir değerlendirme olabilir. Çok satıyor olabilirsiniz ama gazeteniz yağmurdan korunmak için de kullanılıyor olabilirsiniz.

Otel odasından dışarıyı seyreden Hürriyet gazetesi genel yayın müdürü olsaydınız , elinizdeki rakamlara mı itibar ederdiniz , okunmak yerine ıslanmaktan korunmaya tercih edilen gazetenizin bu durumuna mı ?

Yıllar önce bir bayiimiz, bizi tatmin edecek satış rakamlarını bir şekilde sağlayarak ilişkimizi devam ettiriyordu , daha sonra ürünlerimizi yağmurdan korunmak için kullandığını anlamıştık

TwitterTakip

24 September 2010

Halk Ekmek , Halk Et 'den sonra Halk Perde de çıkar mı ? Ekonomik bir Aktör olarak Devlet...

Devletin bir aktör olarak ekonominin neresinde durması gerektiği hep tartışılagelmiştir. Sosyalistler devletin üretici güç olması gerektiğini savunurlar, liberaller " laissez - faire" yani bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler anlamına gelen sözle her ekonomik aktöre sınırsız özgürlük tanınması gerektiğini savunurlar, eğer bu sınırsız özgürlüğü tanırsanız bu güçlerin rekabetiyle piyasada kendiliğinden bir denge oluşacağını söylerler , bu dengeye de " gizli el " derler.

Türkiye'de ise istikrarlı bir ekonomik akım hiçbir zaman olmamıştır. Birazcık liberalizm birazcık sosyalizm katılarak devletçilik dediğimiz bir ekonomik politika icat edilmiştir. Her sistem savunucusu devletçiliğin o zamanki koşullarda gerekli bir ekonomi politikası olduğunu söyler, okul kitaplarında da bunu ezberleriz.

Ancak bir sistemin başarılı olup olmadığını analiz etmek için koşullara değil sonuçlara bakılır. Koşulları öne sürmek aslında bahane yaratmanın ve sistemi meşrulaştırmanın diğer bir yoludur.

Sonuç itibariyle baktığınızda ise ; hantallaşmış devlet kurumları, bu kurumlarla rekabet edemediği için ortaya çıkamamış üretici ve iş adamları, üreticilerini ve iş adamları yerine bürokrasi yarattığı için rekabet eden değil kayırmacılığa yönelen bir toplumsal kültür v.s.

Oysa dünyada başarılı olan örnekleri incelediğimizde ; devletin ekonomide hakem olduğu , üreticiyi teşvik olarak destekleyip rekabet koşullarını düzenlediği , eğitimin içeriğini ideolojik bireyler yetiştirmek için değil, üreten bireyler yetiştirmek için doldurduğu devletlerin daha başarılı olduğunu görüyoruz.

Devletçilik bir ekonomi politikası gibi görünsede; aslında ekonomide devletin hakim olduğu, bu hakimiyetle toplam üretimin politik tercihlere göre dağıtıldığı, politik kaygıları ön planda olan bir sistemdir. Toplumu şekillendirme politikasının ekonomi ayağıdır.

Ekonomik sistemleri bir kenara bırakarak şu soruyu soralım ; modern anlayışta devlet ekmek , et gibi ürünleri üretip halka sunar mı ?

Bu soru soğuk savaş dönemi sonrasında yoğun biçimde tartışıldı. Vahşi kapitalizm dediğimiz sistem güçsüzleri eziyor, bu ezilenler ise toplum için bir tehdit oluşturuyordu.

( buradan da anladığımız gibi, kapitalizm bir şey veriyorsa mutlaka bir nedeni vardır. Ezilen halka bazı hakları verildi ancak bunlar bu grupların iş gücüne katılımı, toplum için tehdit oluşturmaması ve yeniden tüketici olması için verildi )

Bu gibi nedenlerle kapitalizm sosyal devlet dediğimiz bir sistem geliştirdi. Bu sisteme göre devlet vatandaşa belirli haklar veriyordu ; ücretsiz sağlık, işsizlik ödeneği gibi...

Sosyal devlet anlayışı kapitalizmin bir üst evresidir, kapitalizmin devamlılığı ve işlerliğinin daha sağlıklı yürümesi için de gereklidir

Ancak bizim ülkemizde bu sosyal devlet anlayışı yine yanlış okundu ve devlet halka ekmek üretmeye, et üretmeye başladı...

Kapitalizm çok eleştirilmesine rağmen kendi içinde bir ahlak anlayışı vardır ; bu durumda kapitalizm şu soruyu sorar ; devletin vergisini aldığı bir üretici karşısına ondan aldığı vergiyle üretici olarak çıkması ne kadar etik dir, bu durum sistemi tıkar mı

Politikanın ise böyle bir tutarlılık ve sistem kaygısı yoktur, getirdiği taraftar , sağladığı popülasyon tek ölçütüdür

Modern liberalizm bu soruya evet yanıtını veriyor. Yani devlet üretici olduğunda , üretici karşısında ayrıcalıklı durumunu kullanıp ayrıcalık yarattığında sistem tıkanıyor

Eğer fakir halkın ekmek alamaması gibi bir durum söz konusu ise bunu üretici olarak değil, üretici karşısında belirlediği vergi , destek gibi herkese eşit sağlanan koşullarla sağlamalıdır.

Aksi halde hakem oyuna müdahil olur, sistem tıkanır

TwitterTakip

18 September 2010

Anonim Marka; İstikbal Mobilya...

İstikbal türkiye'nin önemli markalarında bir tanesi. Ancak, marka derken markanın kapsadığı alan o kadar genişledi ki marka dediğiniz her kavramı mutlaka açıklamanız gerekiyor. Marka demek artık bir cevap değil. Marka dediğinizde; "nasıl yani" sorusu sorulmayı hakediyor.

Satış , bilinirlik , organizasyon ve dağılım anlamında istikbal önemli başarılara imza atmış bir firma

Ancak bu başarılara "el yordamıyla" ilerleyerek ulaştığını düşünüyorum

Ülker aynı şekilde el yordamıyla ilerledi ancak bir noktadan sonra marka kurgusunu yapabildi, ürünlerini ayrıştırdı, tüketiciyi bir kitle olarak görüp mesaj kaygısını taşıdı

İstikbal'in reklamlarını incelediğinizde hiçbir tutarlılık ve ortak mesaj görmüyorsunuz

Sürekli fiyat kampanyalarından , fiyatın ucuzladığından bahsediyor

Sokağa çıkın ve markanızın ne olduğunu 100 kişiye soru sorun ; eğer verilen cevap homojenlik taşımıyorsa markanız sadece biliniyor demektir

İstikbal bir marka olarak işlediği, üzerinde durduğu bir mesaj iletmiyor. Tüketiciyle iletişime geçmiyor sadece uyarıyor. Oysa , yabancı rakiplerin sürekli yeni yatırım kararları aldığı bir dönemde hazırlık yapabilmeli, tüketicide bir algı oluşturabilmeli. Rakipler geldikten sonra istikbal'in dağınık mesajları çabuk dağılacaktır.

Bazen bir firma o kadar uzun süre piyasada yer alır ki tüketicinin ona verdiği rastgele bir anlam oluşur. Tekstil firmalarında reklam yapmayan çoğu üretici firmaya bu anlamlar piyasada kendiliğinden yüklenir. Örneğin ; güvenilir, kaliteli... Ancak, bu anlamlar çok geneldir ve çabucak dağılmaya müsaittir.Halk genelde; sağlam , güvenilir gibi aslında çok da bir anlamı olmayan çok genel anlamlar yükler. Başka bir firmanın rakip olarak girdiğinde çabucak dağıtabileceği çok genel anlamlardır bunlar. Firmaların bu hazır algının üzerinde uyumaları çok sık gördüğümüz bir durum. İstikbal de bu üzerine yapiştırılan bu "sağlam " algısının üzerinde uyuyor gibi. Oysa , bu algıyı işlemesi, tüketiciden aldığını işleyerek yeniden üretmesi gerekir.

TwitterTakip

17 September 2010

Koşullar İnsanı Kahraman Yapar...

Darwin, koşullara ayak uyduramayan yok olur ve güçlü olan ayakta kalır demişti. Bu da demektir ki; canlılar koşullara uyum sağlayabilen , yaşama güdüsü baskın olan bir canlıdır. Buradan yola çıkarak şöyle bir öneride bulunabiliriz ; insan gelişimini sağlamak için insan üzerine motivasyon araçlarıyla yüklenmektense koşullarla oynayın...

Bu ne demek ?

Bizler çoğu kez insanı yönetmeye çalışırız. İnsan ise ona doğru hedefleri , koşulları sağlamadığınız yani bir anlamda kendi kendine enerji üretmesini sağlayacak iç ve dış dinamikleri harekete geçiremediğiniz sürece sürekli hareket sağlayamaz. İç dinamik ise sizin söyleyebileceğiniz, bir söz, ödül ya da ceza gibi geçici araçların dışında çok daha geniş kapsamlı bir sorumluluk anlayışı, eğitimi içine alan bir alandır. Burada oynama alanınız kısıtlı, geçici sürelidir.

Ya koşullar ?

Her insanın aldığı eğitimden , deneyimlerden bağımsız olarak içinde varolan bazı güdüleri vardır.

Gurur, aşk, varolabilme güdüsü...

Bu duygular herkeste eşit olarak vardır

Bazen gurursuz insan olarak tanımladığınız insanlarla karşılaşabilirsiniz ancak bunların sadece gurur algılayışları farklılık gösterebilir

Bir insana çalış demek yerine, çalışanın varolabildiği , daha çok saygınlık kazanacağı bir koşul ortamı oluşturamadığınız sürece söylediğiniz kelimelerin hiçbir anlamı yoktur

İyi bir yönetici rekabet koşullarını doğru oluşturur, çalışanın gücünün sınırlarını doğru tesbit eder ve bu sınırlara değecek hedefler önüne koyar,

Koşulları değiştirmeden çalışması yönünde telkinde bulunma bir dilekten öte anlam taşımaz

Öyleyse çalışanın kendi gelişimini tamamlaması, daha çok çalışması için koşulları değiştirmeli, koşullarla oynamalıyız

Wall-Mart bir dönem mağazalarından birşeyler çalan müşterilerle baş edemiyordu. O dönemler henüz x-ray cihazlar gelişmemişti. Çözüm için kapıya güler yüzlü , her gelene merhaba , nasılsınız diyen yaşlı temiz yüzlü insanlar koydu.
sonra gördü ki, bu yaşlı insanlardan sonra hırsızlık olayları azalma gösterdi. Bu yaşlı insanlarla diyaloga girmek, birey üzerine saygınlığını yitirmeme , mahçup olmama gibi güdüleri dürtüledi.

Türkiye'de çocuklara iyi şeyler öğretilir , bunlar anlatılandır ancak Türkiye'de yetişen bir çocuğun hırsız olmama ihtimali nedir ? Çalmak ebebeyn tarafından öğretilen şey , bir de bunun tersinde Türkiye koşulları var. Çalmanın her gün haber bültenlerinde izlendiği, yakalanmadığı sürece ödüllendirildiği bir koşullar bütünü. Şimdi çalmama yönündeki telkinleri ve çalmaya karşı oluşan Türkiye koşullarını bir arada düşünün. Hangisinin ağır bastığı, anlatılanın mı yoksa koşulların mı daha etkili olduğunun analizini yapın...

bu örnekler de bize gösteriyor ki anlatmanın , telkinin gücü bir noktada tıkanıyor. İnsanı yöneten koşullardır, insan koşullara uyum sağlar, rekabetçi bir koşulunuz ve ortamınız var , böyle bir organizasyon ve sistem kurabildiyseniz gerisi kendiliğinden gelir

ne demiş üstat ; koşullar insanı kahraman yapar... biz de diyoruz ki ; koşulları iyi yönetemezseniz her zaman kahraman değil bazen de hırsız yapar...

TwitterTakip

12 September 2010

Referandum'da Kim Kazandı, Kim Kaybetti....

Bu referandumda öncelikle facebook, twitter tarzı paylaşım sitelerinin ne kadar gerçeklerden uzak ve magazinsel kaldıklarını anlamış olduk. Öne çıkan görüntüler, videolar son derece abartılı, birbirini tekrar eden ve gerçek bir veri olarak alınıp, gözlem ve kanaatlerinizi şekillendirmede bir unsur olamayacağını anlamış olduk.

Bununla birlikte bu sosyal paylaşım sitelerinin geleneksel medyalardan farklı olarak doğruluğu sınanmamış birçok yanlış bilgi ve dedikoduyu işleyerek kamuoyu ve kanaat oluşturmada gelecekte etkili olabileceğini gördük.

Yani kısaca faydası sınırlı ama zararı çok fazla olabilir diyebiliriz

Geleneksel medyanın etik dışı olarak kabul ettiği ve işlemekten kaçındığı birçok olayın bu sitelerin kullanıcıları tarafından rahatlıkla işlenebildiğini , bundan sonra etik alanın parçalandığını her şeyin konuşulabildiği, ironi edilebildiği bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz

Kılıçdaroğlunun oy kullanamaması geleneksel medyada birkaç sütun ile geçiştirilebilecekken bu sitelerden en öne çıkan konu olması, bu durumun bu derece işlenmesi bundan sonraki dönem için ilginç ip uçları veriyor

Bundan sonraki dönemde bir firmanın ya da siyasi partinin icraatları kadar üslubu, özel hayatı, en ufak espirileri, hatta yürüyüşü dahi konu edilebilecek, hatta bu konular daha ön plana çıkacaktır

Bundan sonra firmalar müşteriye yaşattıkları birebir olumlu ya da olumsuz olaylarla da gündeme gelecek, geleneksel medyada olduğu gibi bunu kontrol edemeyeceklerdir

Nasıl ki magazin dünyasında sansasyon ön plana çıkıyorsa, firmaların ön plana çıkabilmeleri konuşulabilir bir olayı kurgulamalarına bağlı olacaktır

------------ *** -----------

Anayasanın değişen 26 maddesini incelediğinizde aslında değişen çok fazla şeyin olmadığını görüyorsunuz. Hükümet bu maddeler ile bir anlamda yarı başkanlık sistemine geçiş yapıyor, yasama ve yürütme erkinin gücünü arttırıyor.

Bu aslında türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için olumlu bir adımdır. Çünkü gelişmekte olan bir ülke gelişmiş ülkelerden farklı olarak daha fazla karar almak, icraat yapmak ve hızlı hareket etmek durumundadır. Ancak bu işi yapanın akp olması bir kısım insanı bu gücün suistimal edileceği yönünde kaygıya düşürüyor.

Oysa bu iradenin sivil hükümet tarafına geçmesi, bu konuların tartışılıyor olması böyle bir suistimali beraberinde getirmesine rağmen bizi daha sağlıklı bir zemine taşıyacaktır

Toplumlar hata yapabilmeli , karar vermeli , insiyatifi almalıdır ; diğer tarafta durağan , insiyatifin sivil kanaat elinden alındığı bir hukuk sistemi ile küreselleşen dünyaya uyum sağlamak mümkün olmaz.


---------------- *** --------------

Bu referandumun kazananı akp ; kaybedeni ise mhp , chp ve bdp dir,

Mhp muhalefet yapmak adına tabanı ve değerleriyle zıt düştüğü için kaybetmiştir
Chp kaybedeceğini bildiği bir maçta , bu maçı bu kadar büyütmekle , akp - chp savaşına dönüştürmekle gereksiz bir yenilgi almış , puan kaybetmiştir
Bdp , bundan sonraki süreçte daha reformist kararlar alınmasında söz sahibi olabilecekken , muhalif bir çizgiye kaymış, gereksiz bir cepheleşmeye girerek sadece eleştiri yapabilecek bir konuma kendisini itmiştir
Akp , bu süreçte birçok hata yaptı. Ancak , bu referandumu bu kadar büyütmeyi eğer bilinçli olarak yaptıysa taktiksel bir başarıdır , zira kazanacağınızı bildiğiniz bir zaferi ne kadar büyütürseniz zaferiniz de o denli büyük olur.

Taktik ; tarihte ordu komutanları yaptıkları savaşın ne kadar önemli ve stratejik olduğunu kamuoyuna ve medyaya anlatırlardı, savaş kazanıldığında da abarttıkları ölçüde sivil hayata ve politikaya o denli güçlü dönüş yaparlardı. Napolyon bu taktiği birçok yerde kullanmıştır

TwitterTakip

04 September 2010

Referandumda EVET mi, HAYIR mı ???

Karl popper , açık toplum ve düşmanları ( open society and its enemies ) adlı kitabında komunizme ve faşizme karşı çıkmıştı, bunun nedenini de toplumu olduğu noktadan ileri ya da geri bir noktaya taşıyacak hamlenin toplumun iradesi dışında bir gücü gerektireceğini bunun da otoriter bir rejim doğuracağını söylemişti. Ve dediği gibi de oldu.

Eğer toplumu 3-5 adım ileriye taşıyacak bir projeniz var ise bu otoriter bir rejimi getirir, eğer toplumun dinamiklerinden daha geri bir yönetim ve hukuk sisteminiz var ise bu da toplumsal gerginliği, öfkeyi, tatminsizliği getirir. Şu an olduğu gibi...
Cumhuriyet dönemi toplumu osmanlı kültüründen alıp cumhuriyet kültürüne taşımıştı, ancak bu ilerleyiş halkın iradesi dışında bir irade gerektirdiğinden kaçınılmaz olarak beraberinde belirli bir otorite ve şiddeti de getirmişti.

Bir olay olduktan sonra geriye bakıp bunun olumlu ya da olumsuz olduğunu söylemek başka, olayın içinde ya da uzağındayken duruş olarak şiddete ve otoriteye karşı olmak ya da olmamak başka şeylerdir. Sizden olan , sizin yararınıza olan şiddeti ve otoriteyi tasvif etmek ya da eleştiriden kaçınmak sağlıklı bir sonuca götürmez ve daha da ileri gitmenizi engeller. Çünkü savunduğunuz şiddet bir takıntı haline gelir.

Cumhuriyet kendi ideolojisini enjekte ettikten sonra tıkanmıştır. Çünkü kendini eleştirecek açık bir toplum haline gelememiş, daha çok kendini savunacak ve aynı yöntemleri uygulayacak bir zihniyete sahip çıkmıştır. Bu da toplumun bir kesimini taraftar yaparken, diğer kısmını ötekileştirmiş, gerginliklerin ve kutuplaşmaların temeli haline gelmiştir.

İşte geldiğimiz noktada bugün ki referanduma da bakış bu kutuplaşma ve ideolojik çerçevede olmaktadır. Cumhuriyetçiler katı bir hayırcı , topumun muhafazakar dediğimiz kesimi ise evetçi olmuştur, arada kalan % 10 luk bir kısım ise gidip gelmektedir.
Nasıl ki sağlıklı ekonomiyi tanımlarken piramitin orta kısmının şişkin olması doğru ise ; yukarıdaki taploda da bu kadar yoğunlaşmış bir toplumsal kesimin evetçi hayırcı olarak ayrılması da son derece sağlıksız ve ideolojik bir toplum olduğumuzun göstergesidir.

Bu durumda referanduma evet ya da hayır demek oldukça zor , çünkü ekonomistlerin dediği gibi; bu doğru olabilir ama diğer tüm şartlar aynı kaldığı taktirde... Diğer tüm şartları ise sabitlemeniz imkansız

Ben bu anayasaya diğer tüm şartları riske atarak "evet" diyeceğim
Siviller tarafından yapılan bir anayasa olduğu için, yanlış taraflarına rağmen düzeltilebilme imkanı olduğu için , bu anayasanın anayasa tartışmalarını alevlendireceği ve konuyu gündeme taşıyım daha sağlıklı bir anayasanın temeli olacağı için, beğenmesem de altında sivil bir imza olduğu için,

TwitterTakip

AVM, Süpermarket kargaşasında Tüketici nereye kaçacak ? -- TrTex Dergisi Yeni Ropörtaj

Mustafa bey, AVM ' lerde ne oluyor, bu AVM enflasyonu nereye kadar gider ?

Şöyle bir benzetme yapayım. Karl Marx tarihi açıklarken diyalektik materyalizm dediğimiz bir yöntem kullanır. Der ki ; önce ortaya bir tez çıkar , sonra bunun anti - tezi, sonra da bu iki doğrunun çarpışmasından sentez ortaya çıkar.

Dünya değişirken, tüketici değişirken insanların akın ettiği bazı genel trendler oluşuyor. Burada belirli bir süre sonra bir yığışma ve enflasyon oluşur, sonra bu yığışma iflas ederek kendi anti-tezini yaratır. Avm mantığı da bu denklemin dışına çıkamayacaktır. Bir süre sonra patlayacak, iflas edecek, talep görür pozisyonunu yitirecektir ; biz bunu değil, sadece bunun zamanını tartışalım.

Bir dönem cadde mağazacılığı modaydı , en lüks markalar caddelere mağazalarını konuşlandırmıştı. Ankara'da Tunalı Hilmi caddesi bir dönemin alışveriş merkezlerindendi, şimdi cazibesini yitirdi. Cadde mağazacılığını tez olarak düşünürseniz bunun anti-tezi avm 'ler ortaya çıktı. Şimdi, bundan sonra ne olur , nasıl bir sentez ortaya çıkar bunu öngörmek lazım.

Avm'lerin iflas etme süreleri bu mekanları ne kadar hızlı tükettiğiniz ve tüketicinin doygunluk oranıyla ortantılı. Son dönemlerdeki enflasyon bu süreyi kısalttı.

Şimdi araya girmek istiyorum, durum bu ama bundan sonra ne olur ?

Fransızların güzel bir sözü var ; her değişim aslına tekrar rücu eder, derler. Ben bundan sonra uzman avm' ye dönüş olacağı kanaatindeyim. Avm' ler bir mekan olarak kurgulandı ancak bu mekan tüketildikten sonra yeni bir ihtiyaç doğacaktır. Kimi yaşam alanına dönüşecek, kimi de konfeksiyonda uzman, ev tekstilinde uzman hale dönüşecektir. Ankara'daki yokuşu , istanbul'daki kapalıçarşıyı bilirsiniz.İstanbul'daki bu mekanın 600 yıllık bir tarihi , yokuşun neredeyse 100 yıllık bir geçmişi vardır. Burada aynı işi yapan kişiler yan yana bir pazar oluşturur. Fransızların her değişim aslına rücu eder sözünü hatırlayarak ; burada da aslına bir rücu olacağı kanaatindeyim. Ancak, şunu da söylemek lazım. Tüketici eskisi gibi kitle halinde değil , bu şekilde hareket etmiyor. Ana gövdeyi burası oluştursa dahi yan dallarda çok fazla çeşit olacaktır.
Herşeyin tekrar aslına rücu etmesi genel bir doğru mu , yani zaman zaman sapmalar olsa da mantık aynıdır, diyebilir miyiz ?
Keşif yapmak istiyorsanız doğayı iyi izleyin ve taklit edin ; ticaret yapmak için ise toplumun alışkanlıklarını ve kültürünü... Daha fazla zeki olmanıza gerek yok.

Yeni bir mağaza ya da ticari model kuracağınız zaman alışkanlıkları , kültürü analiz eder , tüketici bilinçaltını buralardan okursunuz. Yeni bir alışkanlık ve kültür oluşturmak çok zordur, kahramanlıktır, zaman kaybıdır ; alışkanlıkları temel alıp onu biçimlendirmek ise bizim takip edeceğimiz asıl yoldur. Simit sarayı ortaya çıktığında Türk milletinin eski alışkanlıklarını modernize etti. Türk halkının öğrencilik döneminde simit neredeyse temel gıda idi. Simit bir damak tadı alışkanlığı olarak her Türk insanının bir alışkanlığı idi. Simit sarayı bunu gördü , biçimlendirdi ve fırsata çevirdi. Avrupa'daki Starbucks kafeler yine Avrupa insanının kahveye olan düşkünlüğünü ve alışkanlığını iyi gördü , modernize etti ve fırsata çevirdi. İleride bir girişimci " çaycı " adını vereceği köşe başlarına starbucks tarzı kafeler kursun iş yapar. Çay alışkanlığını doğru modernize ettiğinizde Türk tüketicisine rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Bir mağazanız olduğunu düşünelim. Mutlaka tüketicinin alışkanlıklarını yaşayabileceği ufak öğeler yerleştirmeniz gerekir. Bakmayın siz değişimin son dönemlerde çok hızlı gerçekleşip dergilerin, gazetelerin " rasyonel müşteri" figürünü pompaladığına. Müşteri rasyonel olamaz , tüketim aynı zamanda bir sosyalleşme aracıdır, rakamlardan ibaret ruhsuz bir al-ver hiçbir zaman olamaz.Türk tüketicisinin kültürel değerlerinde bakkal amcaları vardır. Benim şu an gıda mağazalarım olsa bu tüketim alışkanlığını çağrıştıracak öğelerle beslerim ve diğer mağazalardan farklılaşırım. Kasiyeri otomatik bir para alan , müşterinin önüne poşet atan konumdan çıkartıp tüketiciyle diyaloga girmesini sağlayan bir ortam kurarım ve burada farklılaşırım. Gazeteye ilan verip ürünlerim şu kadar, dediğinizde tüketici o ürünün fiyatını görmez, demek ki ucuz diye düşünür ve sizi tercih eder. Ancak, bunlar çok çabuk taklit edilebilen , farklılaşamayacağınız noktalardır. Ya da şöyle söyleyelim, bu tür bir farklılaşmanın miladı kısadır. Starbucks'dan sonra herkes kafe açtı ama hiçbiri starbucks olamadı. Köyden şehre gelirsiniz , modern yapılara taşınırsınız sonra herkes buralarda oturduğunda, tekrar şehir dışında bahçeli bir ev özlersiniz. Moda olan , trend olan geçicidir, insanlar öz yaşamlarına, kültürlerine , alışkanlıklarına dönmek isterler, bu tür ortamları daha sıcak ve samimi bulurlar. Freud'un insanlar için her insan kendi çocukluğuna dönmek ister, diye bir tesbiti var , her tüketici de kendi alışkanlıklarına dönmek ister. Şehir hayatına saldırış ve kaçış hayatın devam eden bir zik zak çizgisidir , hangi dönemde neyin kuvvetli olduğunun tesbitini iyi yapmalısınız, insanlar bazen geçmişinden kaçar, bazen geçmişine sığınır. Osmanlı devletini düşünün, ilk kurulduğunda kazandığı zaferlerle bir değer inşa etti, sonra bu değerlerden kaçıp batı değerlerine sığında, bu kaçış ve sığınma bugüne kadar devam eder. Osmanlı'daki bu zıtlıklar uzun dönemleri kapsamasına rağma tüketici cephesinde 3-5 yıllık periodlarda bu değişimleri görebilirsiniz.Mahalle yaşamının ağır bastığı dönemde bakkal kültürü hakimdi, sonra buradan kaçış başladı, Bim bu dönemde sıçrama yaptı, buradan kaçış ne zaman olacak, tüketici buradan kaçtığı zaman, hangi kültürel öğeleri modernize etmeliyiz ki kaçtığı yerde sizi bulsun ????
Şimdi bir sürü süpermarket açıldı , hepsi daha ucuz olduğunu iddia ediyor. Tüketici bir noktada tatmin olacak, daha farklı bir arayışa girecektir. Şimdiden bunun kurgusunu iyi yapmanız gerekir. Kendimi nasıl konumlandıracağım , tüketiciyle nasıl bir iletişime geçeceğim , nasıl farklılaşacağım. Şimdi süpermarketler çok rasyonel bir çizgide gidiyor, yukarıdan yapılan anonslar, kaykaylarla tüketiciye ürün yetiştiren genç çocuklar, bunlar şu an yeni olduğu için kabul görüyor, insanları şaşırtıyor. Bu farklılığın ekmeğini 3-5 sene daha yersiniz, şimdiden sentezinizi hazırlamanız lazım. Tüketici bir süre sonra emin olun bıkacak, bu reyonlar boşalan cadde mağazalar gibi giderek seyrekleşecek. Bu toplumun kültüründe mahallenin namusuna kadar sahip çıkan bir bakkal amca değeri var, şimdi büyük marketler bakkallara karşı bariz avantajları olduğu için tüketiciyi çaldı, fakat bu kültürü modernize etmeyi , işlemeyi bilen birisi de süpermarketlerden bu tüketiciyi tekrar çalacaktır. Bu kadar market açıldıktan sonra 3-4 seneki tablo bu kadar mağaza sayısını ve benzeşmeyi kaldırmaz, burada bir kırılım olacaktır.

şimdilik röportaj için Teşekkür ediyoruz Mustafa bey ,

Ben teşekkür ederim derya hanım

TwitterTakip

02 September 2010

Markaların Holywood'dan öğrenecekleri....

Gülben Ergen'in yeni klibini izlediniz mi bilmiyorum. Klipte kamera bariz biçimde sanatçıyı çekerken sürekli hareket halinde. Son dönemlerdeki klipleri, filmleri, dizileri inceleyin kameranın sürekli hareket halinde olması hemen hemen hepsinde uygulanıyor. Buradaki göz yanılsamasından faydalanıyor.Kameranın sürekli hareket etmesi izleyicinin odaklanamamasını sağlıyor. odaklanamayan, sürekli yeni görüntüler gören izleyici beynine aynı anda birçok görsel mesaj gidiyor. durağan birkaç mesajdan ise bu mesajlar yığını daha hareketli, neşeli ve akışkan bir algıya neden oluyor.

kliplerdeki kameralar hareket edip izleyici gözünde bir yanılsama yaratıyor ama ya markalar ? markalar bu hareketi nasıl sağlıyor, bu yanılsamayı yaratmayı ne kadar becerebiliyor ? ya da böyle bir hareketlilik yaratma bilinci ve uğraşı kaç markada mevcut ?

durağan olan su dahi olsa kötü kokular çıkarmaya , çamurlaşmaya başlar

durağan olanın başarı şansı yoktur.

doğru dediğimiz şey hep hareket halindedir.

değişim çatlaklar ortaya çıktığında ortaya çıkan bir refleks midir, yoksa bilinçli yönetilen bir süreç midir ?

tüketiciyi bir kitle olarak düşündüğünüzde bu kitlenin size, adınıza, markanıza baktığı bir gözü vardır. Bu gözü nasıl hareket ettirebiliriz ?

geçen gün ziyaret ettiğim bir AVM bir mağazanın vitrine yapıştırdığı "eleman alınacaktır" yazısını söktürüyordu. belli ki "cumaya gittim dönecek" tarzı esnaf çağrışımı uyandıracak mesajlardan kaçınmak istiyordu. Gözün bu noktada sabit kalacağının farkındaydı.

sosyal hayatta ilişkilerin monotonluğundan bahsederiz. marka tüketici ilişkisinde de böyle bir monotonluk zamanla oluşabilir. tüketici gözünde yenilenmezseniz, tüketici yeniler...

ben bir markayı yönetseydim çalışanlarıma şunu söylerdim ; bana yeni şeyler bulun ve bunları bir süre sonra yıkın... aynı tezi iki defa savunan bir adam yanlış yerdedir...

günümüzde doğrular bulmak ve bunları yıkmak zorundayız

ve başarısızlık çoğu zaman insanın kendi doğrularına aşık olmasından gelir

doğrular bulun ve yıkın

markanıza bir tüketici gözüyle bakın ve kamera her zaman hareket halind mi , bunu sorgulayın...

TwitterTakip

01 September 2010

Kılıçdaroğlu ve Liderlik

Kılıçdaroğlu dün referandum sonuçlarının %65 oranında hayır çıkacağını iddialı biçimde açıkladı.Bu çıkış hedef kitleyi yönlendirme anlamında başarılı olabilir mi ?

Liderler zaman zaman çok radikal çıkışlarda bulunurlar. Buradaki amaç kamuoyu kararlarında iniş çıkış esnekliğinin yüksek, yani kararsız seçmenlerin fazla olduğu durumlarda genel algının bu şekilde olduğu inancını yaymaktır.

Hitler'in propaganda sorumlusu Goebbels bunu çok başarılı biçimde uygulamıştı. Goebbels kitleleri gerçeklerle yönetemezsiniz derdi. Ne kadar iddialı olursanız inandırıcılığınız o kadar yüksek olur, derdi. Amerika , Irak'ı işgal ettiğinde Saddam'ın savunma bakanı da gayet başarılı bir performans sergilemişti. Amerika , Irak içlerine kadar girdiği anda dahi Amerikayı bozguna uğratacaklarını, gizli silahları olduğunu söylemişti. Bu rasyonel olmayan iddialı çıkışlar karşı tarafta bir soru işareti yaratarak, savunma pozisyonuna geçmesine neden olurken , kendi taraftarlarınızda gerçeklerin uyandıramayacağı bir heyecan dalgası yaratır.

rasyonel noktanın dışına çıkmak liderlerin çok sık uyguladığı işe yarar bir taktiktir. Machiavelli'nin dediği gibi korku ve inanç her zaman kitleleri etkilemekte işe yarar.

tekrar Kılıçdaroğlu'nun çıkışına gelirsek ;

genel bir doğru olarak iddianız ne kadar sert, ne kadar uç noktalarda olursa seçmenleri etkileme oranınız o kadar yüksek olur.

Burada sorulması gereken soru şudur ; peki, pozisyonunu almış bir kitleye karşı bu tür bir çıkış ne kadar etkili olur ?


Tüm anketler kararsız seçmenin %'10 civarında olduğunu gösteriyor. Buna göre, halkın büyük bölümü pozisyonunu belirlemiş durumdadır. Bu uç ve iddialı çıkışlar kararsız %10' luk kesim üzerinde etkili olmaktan ziyade , pozisyonunu belirlemiş, belirli bir inanca ve kanıya sahip kitle üzerinde daha fazla etkili olacaktır.

Kararını vermiş kesimin geneli için ; ideolojik değerlerin etkisinde olduklarını söyleyebiliriz. Bu kesimin kararlarını değiştirmek için sözler, iddialar yeterli değildir. Karşı tarafın hata yapmasını sağlayacak, karşı tarafı zor durumda bırakacak yeni öneriler getirerek sıkıştıracak daha farklı stratejiler izlemeniz gerekir.

Geriye kalan %' 10'luk kararsız seçmen ise bu tür ideolojik uzantılı çıkışlardan etkilenmeyecek, hatta kendi taraftarlarınıza sempatik gelebilecek bu çıkışlar tarafsız seçmende negatif etki uyandıracak, sizi rasyonel olmayan bir noktaya taşıyacaktır.

Liderlik bir yönetme sanatıdır. Toplumu etkilemek adına yapılan sert ve duygusal çıkışlar ideolojik, ulusal ve dinsel değerleri öncelik olarak benimseyen kitle toplumu için geçerliydi. Bugün ise karşınızda daha rasyonel ve bireysel bir kitle mevcut. Liderlik edebilmek için bu kitlenin değerlerini ve beklentilerini doğru analiz edebilmeniz gerekiyor.

Liderlik bugüne kadar bir edebiyat idi, bundan sonra ise daha derin sosyolojik analizleri olmazsa olmaz kılıyor...Goebbels'in yöntemlerinde bu yana toplumlar, Dünya hatta faşizm bile çok değişti...

TwitterTakip

26 August 2010

Ben size reklam yapamazsınız demedim, reklamcı olamazsınız dedim...

Reklamın karşıdaki kitleye bir mesaj iletme kaygısı olmasına rağmen , reklamı nasıl verdiğiniz de aynı oranda bir mesaj taşır. Senaryonun kalitesi, kullanılan ünlünün değeri, reklamın kullanıldığı mecra...

Eğer reklamınız bir tekrarı içeriyor , hiçbir yaratıcı öğe taşımıyorsa bu da reklamı yapılan ürün ya da markaya karşı belirli bir algı oluşturur.

Geçen gün okuduğum bir dergide Gaziantep üniversitesinin bir reklamını gördüm. Reklamda üniversiteye başlayan gençlere klasik olarak iş garantisi ve laptop sözü veriyordu.

Öğrencilere laptop verme kampanyası neredeyse her üniversitenin uyguladığı bir kampanya. Bir üniversite öğrenci çekmeye çalıştığında ilk aklına diğerlerinin yaptığı bu basit kampanya geliyor.

Reklamı gören bir tüketici üniversitenin kalitesini anlamaya çalışacaktır. Bu klasik kampanyanın verdiği mesaj ise ; diğerlerinden farkı olmayan, vasat gibi mesajlar olacaktır.

Reklam olmak yani görünür olmak kadar ne söylediğiniz de önemlidir.

Her öğrencinin üniversitenizi gezmesi mümkün değildir. Öğrenci üniversitenizi web sitenizden ya da bu tür basılı görsellerden tanıyacak ve karar verecektir.

Öğrenciy laptop vermenin nasıl bir amacı olabilir, bu görsel tüketiciyi nasıl etkileyeceğini düşünüyor.

Reklam maddi bir ödül veriyor. Bu okulu tercih edecek tüketici kitlesi ise zaten belirli bir gelir seviyesinin üstünde, para ile eğitimi satın alacak bir kitledir. Yani tüketici kitle göz önüne alındığında laptop hediyesi tahrik edici olmayan bir unsurdur.

Buradaki tüketici kitlesi biraz incelense ya da empati kurulsa daha sosyal, dinamik, yaratıcı ortamlar arayışında olan bir kitlenin olduğu rahatlıkla görülebilir.

Bir bilim yuvası , öğretim görevlileri bunu nasıl göremez ve bir bakkal mantığında " bende de var" stratejisini izler ?

Sanırım pazarlamanın bu kadar beceriksiz sergilenmesinin nedeni herkesin bu işin basit olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyor. İnsan basit olarak algıladığı şeyler üzerine çok düşünmez , kopyalar...

TwitterTakip

22 August 2010

Vodafone bu kadar ünlü kullandıktan sonra sifonu nasıl çekecek ?

Vodafone son dönemlerde Hakkı Devrim , Orhan Gencebay gibi bir dizi ünlü kullandı. Bu ünlülerin verdiği ortak bir mesaj , mesajda tutarlılık var mı ? Yok... Orhan gencebay'ın temsil ettiği değerler ile hakkı devrim'in temsil ettiği değerler birbirine tamamen zıt. Belki güvenilirlik anlamında ortak bir nokta bulmaya çalışmışlar ama her iki karekterin verdiği güvenin hedef kitlesi farklı.

Orhan gencebay alt grup kitle için mantıklı olabilir ama bu değerleri reddeden , hatta bu değerlere sahip olmasına rağmen bu değerlere sırtını dönen önemli bir kitle mevcut. Bu karekter toplumda arabesk olarak nitelediğimiz ; içerisinde toplumdan dışlanmışlığı , hüznü, çaresizliği de barındıran bir değerler bütününü temsil ediyor. Bu değerlerin olumsuzluğu bir tarafa ; böyle bir markanın daha enerjik , umut vadeden , daha canlı bir değere ulaşmayı kendisine hedef olarak seçmesi gerekmez mi ?

Vodafone pazarlama sorumlusunun belirttiğine göre ; senaryo da orhan gencebay tarafından yazılmış. Eğer orhan gencebay gibi riskli bir karekter seçiliyorsa senaryo çok iyi seçilmeli, bu karekter senaryoya dikkatlice oturtturulmalıydı. O.gencebay senaryo yazarken hedefi olmayan, hedef kitleyi dikkate almayan marka imajı ve hedefi düşünüldüğünde daha rastlantısal bir hikaye ortaya çıkartacağı aşikardır.

Ünlü kullanırken dikkat edilmesi gereken en önemli unsur ; ünlü kişinin markanın önüne geçmemesi ve toplumun bir kesimi için dışlayıcı değerlere sahip olmaması. Bu anlamda Gencebay vodafone reklamlarında kullanılabilecek yanlış bir karekterdir.

uzun vadede marka imajına herhangi bir katkı sağlamadığı gibi marka değerini de aşağı çekecektir.

TwitterTakip

22 July 2010

Kar Marjında Dip Göründü, Yeni Çıkış Nasıl Olur? --- Home Trend Yeni Yazı

Mustafa bey, fiyatlar iyice dip noktasını buldu, satışlar karsız bir noktaya geldi ,bundan sonra ne olur , kar marjları nasıl yukarı çıkar?



Fiyatlar şüphesiz ki yukarı çıkacak , ancak daha hızlı bir çıkış için bu fiyat artışını sağlayacak yeni ürün ya da hizmetler eklemeniz gerekir. Müşteriler bu tür krizden çıkış dönemlerinde eski ürünlere yeni fiyatlandırma yapmaya direnç gösteriyorlar. Yani, bu fiyat ve kar artışı eski ürün ve hizmetle mümkün değil...



Şöyle bir örnek vereyim. Bir telefon ürettiğinizi düşünelim , bu telefonun değeri 1000 tl olsun , şimdi bunun için şarj cihazı satacaksınız , şarz cihazını ürettiniz, maliyetini hesapladınız ve maliyet 500 tl ye çıktı. Şimdi, bu ürünü bu fiyat oranıyla piyasaya sunamazsınız , tekrar ar-ge ye döner ve maliyeti düşürmek için çalışırsınız. Bizim sektörde de tersi bir durum ortaya çıkıyor. Elinizde ürün var , birçok firma ürünün aynısını yapıyor ve ortaya bir fiyat çıkıyor ama maliyetini hesapladığınızda, bu fiyat sizi kurtarmıyor. Dolayısıyla tekrar er-ge ye dönüyor ve bu sefer bana fiyatı daha yüksek olan bir ürün üret diyorsunuz. Yani, cep telefonu örneğindekinin tersi durum. Şimdi sektörümüzde olan bu , her altı ayda bir yeni ürün çıkmasının , ürünlerin bu kadar hızlı değişmesinin nedeni de bu aslında.fiyatı ve karı daha yukarı çekme telaşı... Rekabet yoğunluğundan dolayı ürünün fiyatı çok çabuk aşınıyor ve fiyatı tekrar yukarı taşımak için yeni ürün bulmak zorunda kalıyorsunuz.



Peki, fiyatlar artarken bu fiyat artışı tüketimi sekteye uğratmaz mı , ?



Fiyat ekonominin sadece bir unsurudur. Yani eski modelde olduğu gibi fiyat artarsa talep düşer türü doğrular çoktan kırıldı. Ekonomik kriz tüketicide refah ve tüketim açlığı yarattı. Rakamların biraz düzelmesiyle fiyat gibi noktaların çok önemli olmadığını göreceksiniz.



İnsanlar ve toplumlar her zaman rasyonel hareket etmezler. Onları neyin harekete geçirdiğini ve geçirebileceğinin analizini doğru yapmamız gerekir. Savaşları düşünün , en son israil ile yaşadığımız krizi düşünün. Bütün bu olayların bu kadar gerginleşmesinin ve savaş boyutuna gelmesinin nedeni her iki ülkenin de gururu ve prestiji. Her ikisi de prestijini korumak istiyor , her iki toplum, o devletin insanları da aynı refleksle olaya bakıyor. Şimdi israil'e kızıyoruz ama kardak krizi sırasında, kardak adasına 3 tane rahip çıkmıştı, silahsızdı, ama biz de aynı gurur ve prestij ile hareket edip savaş botları ve komandolar gönderdik. Kimseyi öldürmedik ama öldürmek için gözümüzü sakınmayacağımız bir durumdaydık. Toplumların nasıl hareket ettiklerini, imajın gururun ne kadar önemli olduğunu , hatta bunun uğruna toplumların kendi ve çocuklarının geleceklerini nasıl tehlikeye atabileceklerini bu örneklerde görüyorsunuz ? Şimdi ekonomik olaylarda da ben aynı reflekslerin harekete geçtiğini düşünüyorum. İnanlar alışveriş yaparken , iş tercih ederken de aynı reflekslerle hareket ederler. Prestijleri, kariyerleri , toplumun düşüncesi aynı derecede önemlidir. Bazıları bunu keşfettiği için marka imajı , tüketiciyle diyalog türü konulara önem veriyor , buralara yatırım yapıyor ancak daha ilerlenecek çok mesafe var , kaşımanız gereken nokta burası.



Odaklanmamız gereken nokta burası ama neden bu noktaya odaklanılamıyor , rekabet neden halen fiyat odaklı devam ediyor ?



Bu neye baktığınız , algılarınızı neye yönlendirdiğinizle ilgili bir durum. Firmaların çoğu şu an rakip firmaya bakıyor ve ona göre hareket ediyor. Her toplumun , şirketin bir kültürü vardır , bu kültürden sıyrılmamız zaman alacak.



Yerçekimini bulan newton'un kafasına elma düştüğünde yer çekimini buldu. Ama bu elma daha önce dünyada yaşayan hiç kimsenin kafasına düşmedi mi , elbette düştü. Bizim köyde birçok tarla vardır, köylülerin kafasına çok elma düştü ama hepsi bunu şanssızlık olarak yorumladı , Allah kahretsin deyip yoluna devam etti. Newton'u farklı kılan neydi , niçin bu elma düşüşü onda böyle bir keşfe yol açtı. Çünkü newton odaklanmıştı , zaten bu konuda ağaç altında düşünüyordu , bu elma düşüşü sadece kıvılcıma neden oldu. Şimdi başarılı şirketlerle başarısız şirketlerin yaşadığı deneyimlere ve süreçleri inceleyin, emin olun çok benzerdir. Sadece birisi bunu şanssızlık olarak yorumlarken, diğerinde yeni bir kıvılcıma neden oluyor. Bu da odaklanmayla ilgili bir durum. Ne kadar işinize yoğunlaşıyorsunuz , ne kadar çözüme odaklanıyorsunuz , yoksa kahredici bir şanssızlık olarak yorumlayıp birçok fırsatı ıskalamanız mümkün. Kimisi fiyatlar dibe düşünce kahretsin para kazanamıyoruz diyip 3 lira da o indiriyor, kimi ise başka bir alana odaklanıp bu rekabetten kendisini sıyırıyor.



Yani söylemek istediğim firmalar şu an daha çok satışa , rakibinden daha çok satmaya odaklanıyor bu da fiyat rekabetini getiriyor.



Bu yanlış odaklanmanın nedeni ne , ne kadar daha devam eder ?



Bu rekabetin asıl nedeni sektördeki güçlü firmaların merdiven altı üretim yapan firmalara göre daha az olması. Şöyle şöyleyim ;



En tehlikeli rakip iyi ve profesyonel yönetilen değil , kötü yönetilen rakiptir. Tekstil sektörünün 2 adım ileri 1 adım geri gitmesinin nedeni budur. Rakiplerin çoğu doğru maliyet hesabı yapmıyor, uzun vadeli stratejilerle yola çıkmıyor. Coca cola hiçbir zaman pepsi'den korkmaz , çünkü pepsi gayet iyi yönetilir , fiyatını belirli bir marjın altına indirmez, imajını düşürmez. Bunu bildiği için piyasanın dengesini sarsmaz, adil bir rekabet olur. Kötü yönetilen birçok firmanın olduğu sektörde batan çıkan çok olur ve bunlar yüzünden piyasa dengesi oluşmaz, batmayıp yaşamını devam ettirenler profesyonel ve kurumsal yönetime geçemez, çünkü her batan piyasa dengesini sarsar.



Büyük firmalar da bu yarışa yani fiyat kavgasına giriyor ama... ?



Şimdi bu kültür oluşmadığı için büyük firmalarda da büyük olmalarına rağmen benzer şekilde davranma eğilimi gelişiyor , hata yapabiliyorlar, strateji yönleri gelişmeyebiliyor.



Geçen gün dikkatimi çeken bir strateji hatasından bahsedeyim
Meysu, geçen gün kola sektörüne gireceğini açıkladı. Kola pazarına sadece kutu kola üreterek girecekmiş. Nasıl bir strateji yanlışlığı olduğunu görüyor musunuz? Kutu kola pazarı genç tüketicilerin ağırlıklı olarak tüketimi gerçekleştirdikleri bir seğment. Bu seğment fiyat odaklı değildir ve imaj gibi unsurlar daha ön plandadır. Meysu , meysu markasıyla burada başarılı olabilir mi ? Kesinlikle hayır...oysa kutu kola ürünler ile buraya giriş yapacağına 2.5 lt lik gruptan giriş yapsa başarı şansı çok daha yüksektir. Bu grup fiyat odaklıdır, damak zevki daha düşüktür, imaj gibi unsurlardan ziyade ekonomik olması ön plandadır. Ülker ramazan ayında 2,5 lt kola ürünlerine karşı 3 lt aile boyu ürün çıkarttı, son derece doğru bir stratejiydi , bu grupta rekabet şansı vardır ancak kutu kola grubunda durum çok daha farklıdır. Yani , önemli olan giriş yapmak ya da üretmek değil , nerede rekabet şansınız var bu öneml. Tekstil mağazaları Avm 'lerde yüksek fiyatlarla müşteri beklerken, bazı firmalar pazarlarda , caddelerde oluşan müşteri trafiğini ve ucuz markasız ürüne olan talebi gördü. Gezer belirli merkezlere 5 tl ye ürünler alabileceğiniz mağazalar açtı ve iyi de bir trafik yakaladı. Bu grupta halen açık var, bu boşluğu şu an merdiven altı üretim yapanlar ve işportacılar dolduruyor.



Yani söylemek istediğim büyük olan da küçüklerin arasından bu kavganın içinden çıktığı için henüz kurumsal kültür ve strateji geliştirecek zamanı ve koşulları bulabilmiş değil. Bu biraz zaman alacaktır.



Şimdilik röportaj için teşekkür ediyoruz mustafa bey ,



Ben teşekkür ederim derya hanım,

TwitterTakip

26 June 2010

Tüketimde Algı mı Fayda mı? Kriz Sonrası Yeni Denklemler...

Mustafa bey , önceden imaj diyorduk şimdi fayda diyoruz, kriz tüketici alışkanlıklarını değiştiriyor mu , burada bir farklılaşma mı var ?



Derya hanım , önceden bir firma televizyona çıkıp kendisini anlatıyordu. Biz iyiyiz , biz kaliteliyiz , güveninizin eseriyiz v.s... markaların önüne eklenen bu sıfatlar güven erozyonuna uğradı , tüketici eskisi kadar bu sıfatlara pirim vermiyor. Nasıl ki, piyasada insanların sözü güvenilmez hale gelip her şey yazılı hale geldiyse burada da benzer bir kırılım var. BİM ve A 101 mağazalar gazetelere çıkıp kendisini anlatmadı, biz ucuzuz demedi, bizde , dedi bu ürün şu kadar... Yani, bir diğeri biz ucuzuz derken, bu markalar, bu güven erozyonundan sıyrılmak için ucuz olduğunu somutlaştırdı , bunu rakamlarla gösterdi. Şimdi, tüketiciye ulaşmak için genel ve soyut mesajlar vermek yerine, somuta ve faydaya odaklanan bir eğilim var. Diğeri tüketicide bir algılama yaratırken, somut olan tüketiciyi harekete geçiriyor, yarattığınız etki hemen davranışa dönüşüyor. Tüketici markaya mutlaka önem veriyor ama somut ve faydacı ifadesi olmayan marka akılda kalmanın ötesinde kısa vadede tüketiciyi harekete geçiremiyor. Önümüzdeki dönemlerde bu faydacı ve somut yaklaşımın daha ön plana geçeceğini düşünüyorum.



Yani, genel mesajlar algı yaratıyor, somut mesajlar tüketiciyi harekete geçiriyor diyorsunuz...



Bakın , enerji zıt kutuplardan, gerilimden ortaya çıkar. Gerilim olmadan insanlar motive olamaz, harekete geçmez. Tüketicide gerilim yaratmalısınız. X ürününün fiyatı şu kadar, ne zaman gelsen bu fiyata bu ürünü alabilirsin, demek işe yaramıyor. Bu ürün bu kadar ve hemen almalısın, demelisin, bu psikolojinin denklemini kurmalısın. Eskiden enflasyon bu baskıyı oluşturuyor, bu baskı tüketicide bu psikolojiyi yaratıyordu. Almadığınız ürünün fiyatı artıyor, bir anlamda fırsat kaçıyordu. Bu dönemde çoğu kişi belki farkında değildi ama satıcıların işi oldukça kolaydı.



Şimdi perdede de perakendeciye kartelayı ve fiyat listesini bırakıyorsunuz, ciro bekliyorsunuz, oradan ciro çıkmaz... çünkü, perakendeci ne zaman istese bu fiyatlara o ürünü alabileceğini biliyor, fiyat listesi herkes için geçerli olduğu için kendisini ayrıcalıklı ve farklı hissetmiyor... bağlantı, fatura altı, vade gibi unsurlarla oynamadan karşıda bir elektrik ve motivasyon yaratamıyorsunuz.



Bu gerginlik psikolojisi her yerde geçerlidir. İnsan ilişkilerinden tutun , çalışanları motive etmeye kadar... Bir yerde 5 kişinin yapacağı bir iş var diyelim; buraya 5 kişiyi yerleştirin, sabit maaşlarını ödeyin, çok verim alamazsınız. Bunun yerine şöyle yaptığınızı düşünelim ; 6 kişinin yapacağı işi 4 kişi ile yap ama bu dört kişiye 5 kişiye vereceğin parayı ver.... bakın bu formül insan üzerinde bir baskı ve gerginlik oluşturuyor; iş yoğunluğu baskısı yaratıyor , diğer taraftan da maddi ödül ile bu baskıyı dengeliyor. Satıcılara prim vermenin mantığı bu gerilimi ve heyecanı yaratmaktır. Bu heyecanı yönetemediğinizde prim hak haline gelir ve sıradanlaşır. Devlet memurlarının aldığı puanlara benzemeye başlar. Şimdi, müşteride de benzer bir gerilim yaratmadan satın alma yönünde motive edemiyorsunuz. Bir mağazada bir müşteri trafiği , kapı önünde bekleyen müşteri sırası var ise orada bu gerilim yaratılmıştır. Biz önünde insanlar sıra bekliyor , çünkü sınırlı sayıda stok olduğunu biliyor , bu bir gerilimdir. Media markt önünde insanlar bekliyor , çünkü geçici bir kampanya olduğunu biliyor. Hayatta şu deneyimi zamanla öğrenirsiniz ; insanlar kaybetmekten korkmadığı hiçbir şeyin peşinde koşmazlar. Yani, insanlara bir mesaj ulaştırdığınızda buna her zaman ulaşacağını düşünen kişi bekler ve zamanla o heyecan da yok olur. Al ya da kaybet ; sihirli formülümüz bu , bu formülü uygulamanın , tüketiciye mesajı bu yolla vermenin bir yolunu bulmalısınız. Yeni dünyada Vakko tarzı yaklaşım eskiyor, yani ben buyum deyip köşeye çekildiğinizde tüketici gelip eskisi gibi sizi bulmuyor



Bir halk pazarını göz önüne getirin. En ilkel satış taktiğidir, pazarcı tezgahın üzerine çıkar ve bağırır, ilgili olan müşteriyle hemen birebir diyaloga geçer. En ilkel yöntem olmasına rağmen tecrübeye dayandığı için buradaki taktikler ve uygulanan yöntemler önemli bir veridir bizim için. Şu an carrefour tezgah gerisinde akıllı uslu durup , buyurun beyefendi, diyen tezgahtarlar yerine, pazardaki gibi bağıran, tüketiciyle iletişime geçen taktiğe geçti, sebze meyve reyonlarında bunu uyguluyor. Bakın Derya hanım, davranış davranışı tetikler. Şöyle bir örnek vereyim, her şehirde aşıkların bir araya geldikleri yerler vardır, eskiden aşıklar tepesi filan derdik, böyle yerlere. Bu yerler kendiliğinden oluşur. Nasıl oluşur, daha önce 3-5 kişi orada baş başa oturmuştur, gelen geçen görür, böyle bir ortam aradığında ilk aklına orası gelir, birileri buraya gittikçe bu davranışı tekrar ettikçe orası akılda öyle kalır... şimdi bunları birleştirdiğimizde şunu söyleyebiliriz ; ilk olarak uygun bir ortam yaratacağız, ondan sonra örnek model bir tüketici davranışı oluşturacağız... Biraz önce örneğini verdiğim Pazar tüketim için uygun ortamı, koşulu sağlayan mekandır. Tüketimi tetikleyecek davranış için de şöyle bir örnek vermek istiyorum. Bir düğün salonun düşünün , oyun havası çalıyor ama herkes oturuyor. İnsanları harekete geçirmek için öncelikle 5-6 kişinin ortaya çıkıp durumu tetiklemesi gerekir. Ondan sonra bu örnek davranış diğer kalabalığı tetikler. Şimdi, bu düğün salonunda herkesin tanıdık olması gibi nedenlerle bu 5-6 gönüllü her halükarda ortaya çıkıyor ama biz bir işletme sahibi olarak bu 5-6 kişinin ortaya çıkmasını riske atamayız, bekleyemeyiz. Bu şekilde tesadüfi bir olaya bırakmak yerine bunu bilinçli bir şekilde yönetmeli , tetiklemeli ve kontrol etmeliyiz. Emin olun bazı mağazalara tüketicinin girmek istediği halde girmediğini , girmekte ve alışveriş etmekte tereddüt ettiklerini görüyoruz. Çünkü meydanda kimse yok, tüketici kendini yalnız hissediyor ve uyum sağlayamıyor. Burada kastettiğimiz tüketici kalabalığından ziyade, satıcının Pazar esnafı gibi satmaya hazır olması, ortamın satın almaya uygun olması, birebir diyaloga geçebilecek bir ortam sağlanmasıdır. Carrefour'da onlarca kasa var, ancak müşteri durumuna göre 2-3 tanesi çalışır. Buradaki kasaları azaltmanın mantığı sadece maliyetleri kısmak değildir, 3-5 kişinin kontrollü olarak sırada beklemediği bir süper market doğru yönetilmiyor demektir. Aşıklar tepesi örneğinde olduğu gibi tüketici bilinçaltı insanların orada sırada olduğunu görmeli, tercih edilen bir yer olduğunu bilmeli.



Markaların çoğu algı yaratma uğraşı içerisinde ,yıllardır bunu uyguluyor ve gayet başarılılar, coca cola yıllardır yanlış mı yapıyor yani...



Her şeyi tüketiciye sorduğunuzda tüketicinin durduğu yerin bir adım ötesine geçemezsiniz. 3g çıktığında telekomünikasyon şirketleri en çok görüntülü görüşmede kullanılacağını düşündüler ama öyle olmadı. İnsanlar daha çok internete ulaşmada kullandılar , firmalar yanıldı , tüketici firmaları yanılttı.



Bankalar tüketiciye soruyor , ne istiyorsunuz ? daha az faiz v.s... oysa faiz noktasında oynayabileceğiniz rakamlar çok kısıtlı ve sizi farklılaştırmaz.



Bankalara gittiğinizde askeriye mantığında disipline edici bir mekandır. Çalışanlarla müşterileri ayıracak belirgin bir sınır vardır , buradan çalışana ulaşmanız mümkün değildir... Bankalar kredi oranlarıyla oynayacaklarına bu mekanları daha sıcak , müşteri çalışan diyalogunu daha samimi bir ortama taşımayı deneseler buradan fark atabilirler.



Coca Cola sürekli reklam veriyor. Niçin ? ürününün modasının geçmesini , eskimesini istemiyor. Reklamlarla ürünün üzerinde sürekli değişik imajlarla oynuyor. Burası doğru bir nokta. Ama kola üzerine yönelen 2 büyük tehdit var, internet sitelerinde her gün onlarca video dolaşıyor; kola' nın kapitalizmin simgesi olma durumu , diğeri kola' nın sağlığa zararlı basit bir asit karışımı olduğu söylemi... kola bu iki noktayla da mücadele etmiyor, yıllardır tekrarladığı tüketicide algı oluştur doğrusunu tekrar ediyor. . İleride en çok zora sokacak bu iki noktadır. Birincisini yok etmek için sosyal projelere ağırlık vermeli , ikincisi için ise ürünün içerisine birkaç basit vitamin yerleştirebilir ve bunu ön plana çıkartır. Algı oluştur ama gözünün önünü de gör, üzerine gelen çok ciddi tehditler var buna cevap vererek gündeme getirme, o düzeye inme ama dolaylı yönden mücadele etmesini de bil.



Şimdilik ropörtaj için teşekkür ediyoruz mustafa bey ,



Ben teşekkür ederim Derya hanım ,

TwitterTakip

24 June 2010

ekonomik bir meta olarak Harty Potter ve Cin Ali

Cin Ali bir gün tatilde , bir gün okuldaydı , Yılmaz Erdoğan'ın şiirsel deyişiyle ; çocukluk günlerimizin tebeşir lekeli yıllarında...Basit bir çöp adamın nasıl olup da bir kişilik kazandığına , milyonlarca öğrenciye okuma yazma öğrettiğine şaşmamak elde değil.

Cin Aliyi yaratan, köyde yaşayan sıradan bir öğretmendi. Harry Potter' i yaratan da.. . Harry Potter' i yaratan öğretmen , bu kişiliği ticari bir emtiaya dönüştürebilirken , basit bir köyde yaşayan öğretmenin yarattığı cin ali zaman zaman talim ve terbiye kuruluna takılmış , sahibine de maddi anlamda pek bir şey kazandıramamıştı.

Avrupa'nın yaratıcılık ve patent konularında Amerika ve Japonya'dan daha önde olduğunu biliyoruz. Ancak , Amerika ve Japonya ise bu ürünleri ticarileştirme anlamında daha başarılıdır.

Bir ürünü ticarileştirebilme yeteneği o toplumun kültürel kodlarıyla açıklanabilir. Nasrettin Hocalar , Evliya çelebiler dilden dile anlatılan , anlatmaya değer hikayeleri olan kişilikler olmasına rağmen ticarileşememiş ve pazarlanamamıştır. İçerisindeki emek ve yaratıcılık değerini bulamadan ağızdan ağza anlatılarak dejenere olmuştur.

Bu toplumda saygı , terbiye , büyüklük gibi değerlerin toplumsal yaratıclığa ne kadar zararlı olabildiklerini hiç düşündünüz mü ?

Büyüklere saygı dediğiniz şey doğrunun ancak daha büyük ve tecrübeli birisinden çıkabileceği şeklinde bir ön kabulu içererek bir anlamda itaate ve düşünmemeye sürükler. Batı bizim anladığımız anlamda saygısız (!) bir toplum olduğu için bu kadar özgür ve yaratıcı olabilmiştir. Terbiye dediğiniz şey sizden önce tecrübe edilerek konulmuş sosyal kurallara göre hareket etmenizi ve bunların dışına çıkmamanızı sağlar. Bu yüzden bu toplumda bu kuralların dışına çıkabilen ve düşünebilen az sayıda terbiyesiz (!) adam çıkabilmiştir.

Bireysellik ve toplumculuk... birisi Liberalizmin en önemli değeri , diğeri az gelişmişliğin en önemli sonucu… Cin Ali toplumsal bir kahramandır. Bu yüzden bir misyonu vardır , toplumu yetiştirmek gibi. Bu tür kaygılarla toplumu takip eder , değerlere ters düşmez , düşündürmez öğretir . Harry Potter ise bir şey öğretmez, düşündürür, hayal gücünü geliştirir. . Bugüne kadar ki kahramanlarımızın çoğu düşündürmedi , öğretti. Düşündürürken toplumsal kurallara ince göndermelerle zihin dünyamızı oluşturdu.

Cin Ali tatile giderken bizdeki yaratıcı kıvılcımları da beraberinde götürmüş olabilir mi ???

TwitterTakip

29 May 2010

Her AVM'ye bir mağaza nereye kadar ????

TrTex yeni ropörtaj...

Mustafa bey , üreticiler marka olmak için çok uğraştı, önümüzde ise çok başarılı örnekler yok, şimdi sektörde üretmekten ziyade alıp satıcılar daha hızlı balık olarak ortaya çıkmaya başladı , bu tabloya bakarak gidişat üretimi mi gösteriyor , alıp satmayı mı ?

Bakın gıda sektörünü inceleyin. Ürünün marka olduğu bir dönemden pazarlama kanallarının marka olduğu bir döneme geçiş var. Carrefour gibi, Migros gibi, Bim ve A 101 gibi tüketicinin güvenini kazanmış noktalar var. Bu noktalar tüketici güvenini kazanmış kendi başına bir marka olmuş noktalar. Bu markalar bir süre sonra ürünün marka değerinin önüne geçebilir mi ? Geçtiler bile... Tüketici bu noktalardan alışveriş yaptığında ürün markasız olsa dahi aynı güveni duyabiliyor. Ürün marka değerinin hakimiyetinden bu pazarlama noktalarının hakim olduğu bir süreç yaşıyoruz. Yarın bir gün sadece araç satan , hizmet ve servisini veren büyük bir araç satış zinciri kurulabilir ve bu noktanın mercedes markasına ihtiyacı olmayabilir. Tüketici cephesinde ürün merkezli marka hakimiyetinin kırılması firmaların tarzını da değiştirecektir. Büyük illerde büyük perde mağazalar zincirinin açıldığını düşünün, bu mağazalar tüketiciyle iletişime geçiyor, kendi reklam ve pazarlamasını yapıyor. Mevcut Piyasadaki fiyat ve marka rekabetini tamamen bitirip farklı bir kulvar açmış olur. Yapılabilir mi ? Yapılacak , sadece ne zaman yapılır bunu öngörme konusunu tartışalım....

Büyük markalar bu esnekliği niçin gösteremiyor, pazarlama firmaları neyi doğru yapıyor ?

Şimdi , büyük firmalar kampanyalar , promosyonlar ve reklamlara sınırsız para harcama eğilimindedir, büyük yapısıyla ancak kitlelere hitap edebilir. Oysa, artık kar marjlarının düşmesiyle bu kitle iletişim çabaları çöpe gitmiştir. Artık, daha ufak grupları hedefleyerek, ölçebileceğimiz sonuçların görebileceğimiz uygulamalara gidiyoruz. Burada önemli bir farklılık tüketiciyi pasif biçimde izleyen ve etkilenen konumundan çıkartıp daha aktif ve süreç içine dahil olur bir pozisyona taşımaktır. Bu pazarlama firmaları , alıp satıcılar satış odaklı oldukları için bunu daha iyi biçimde yapabiliyorlar. Tüketici neredeyse güç oradadır ve tüketici kalabalığı şimdi buralarda oluşuyor.

Geçen gün Colin's mağazasından bir ürün aldım, aynı colin's markalı ürünü daha sonra YKM'de daha ucuza ve daha birçok avantajı ile gördüm. Yani YKM , Colin's ürününü markanın kendisinden daha ucuza , daha fazla avantaj ile sunabiliyor, daha iyi pazarlıyor. Buradan şöyle bir mesaj alabiliriz; üreticiler mağazalaşmaya yönelebiliyor ama artık her uygulama ayrı bir uzmanlık gerektiriyor. YMK alıp-satma üzerine yoğunlaştığı için bu konuda daha doğru deneyimlere sahip ve fokus çalışabiliyor. Mağazaları daha doğru yerlerde açıyor , müşteri trafiği yaratmada daha başarılı , kampanyalara ve pazarlama aktiviteleriyle daha dinamik bir yapısı var , elemanlarını ve motivasyonlarını daha doğru yönetebiliyor.

Bazı markalar bu trendden etkilenerek her AVM'ye bir mağaza açıyor ama mağaza açmak ile buradaki pazarlama mantığı çok farklı şeyler. Bazı markalar mağaza açarken sadece toptancıyı aradan çıkarmış oluyor, bu ise aynı şey değil. Toptancının maliyeti daha fazla olarak mağaza, eleman ve yetersiz sirkülasyon ile firmaya geri yansıyabilir. Her markada böyle bir mağazalaşma trendi var önemli olan içeriği doğru doldurmak.

Niçin bu yönde bir trend var, neden tüketiciyle yakın olmak bu kadar ön plana geçti ?

yeni Dünya’da her ürünün bir alıcısı çıkmıyor , alıcısını aradığınız ürün ise değerini yitiriyor. Dolayısıyla yeni ticarette bir kurguyla yola çıkmanız gerekiyor. Önce üründen değil, müşteriden yola çıkarak, müşteriyi tanıyor , ihitiyaçlarını tesbit ediyor ve ona göre ürününüzü kurguluyorsunuz. Yani, bir şekilde ihtiyaç yaratıyor , tüketiciyi kamçılıyorsunuz. Bu ise ayrı bir sanat...

Bugün ki durumda, mağazalaşmaya yönelen mevcut bütün şirketlerin ayakta kalması mümkün değildir. Mağaza sayısını arttırmaktan ziyade organizasyon yapısını ve pazara iniş şeklini değiştirmek zaruri bir ihtiyaç. Kapasite fazlalılığının bu derece arttığı bir ortamda bu kapasiteyi rasyonelleştirmek , piyasa talebiyle eşleştirmek ve daha önemlisi talep yaratmayı öğrenmek zorundasınız.

Ancak şöyle de bir gerçek yok mu; bu mağazalar çok fazla reklam yapmıyorlar, yaygınlık ve tüketicinin kolay ulaşımını sağlamak da başlı başına bir avantaj , yani bir şekilde işin başlangıç noktası mağaza sayısını arttırmak değil mi ?

Bir mağazanız olduğunu düşünelim. Önemli olan mağaza sayısını mı artırmaktır, verimliliği mi?

Mağaza sayısı fazlalığı ile verimlilik arasında bir bağlantı var mıdır ?

örneğin bazı hipermarketler çok fazla sayıda mağaza açmayı daha doğru buluyorlar. Makromarket , akyurt marketler zinciri böyle bir doğruyu benimsiyor, her bölgede 400 mt yakında dahi mağaza açıyor. Bu yayılmanın bilinirliği arttıracağını , daha fazla mal alacağı için de satın almada önemli bir avantaj sağlayacağını düşünüyorlar. Oysa, Gimsa bunun tersine birkaç mağazayla bir ilde boy gösteriyor. Müşteri trafiğine baktığınızda ise diğerlerine göre çok daha yoğundur. Çok mağaza açmak daha komplike bir sistem doğuruyor, bazı bölgeler hantallaşıyor ,bunu ise müşteri görüyor. Tekno-sa çok hızlı biçimde bölgelerde mağazalar açtı. Sonuç olarak baktığımızda ise 1 yıllık zaman diliminde bazı mağazalarını şimdiden kapattı. Kapanan mağaza oranına baktığınızda % 2-5 arasında bir rakam tahmin ediyorum.. Verimsiz bölgelere açılan mağaza sayısı ise %10-15 civarında. Yerel olması, sabancı marka güvenilirliği ile belirli bir ciro oranı yakaladılar ancak bu kadar hızlı yayılmaları sonucu içeriğinden çok mağaza açıp kapatmaya enerjilerini harcadılar. Mağaza içerisindeki yarattıkları dinamizm rakiplerine göre daha gerilerde. Yani, kısaca söylemek istediğim daha çok sürüm ile sürümden kazanma , satınalma avantajı yaratma klasik yaklaşımı çok doğru bir tavır değil. Bu tavır sizin gücünüzün bir kısmını alıp götürüyor ve geride boşluk yaratıyorsunuz.

Diğer bir nokta ise yayılma. Tekno-sa bakkal gibi her bölgede varolarak tüketiciye daha yakın olmaya çalışıyor. Oysa teknolojik ürünlerde müşteri daha araştırmacı, yakın olan yeri değil, uygun fiyatı ve güvenilirliği tercih ediyor.Küçük bir mağaza, teknik desteğin olmadığı ufak cep mağaza ise tüketiciyi ürkütüyor. Tüketici teknoloji söz konusu olduğunda büyüklükten, çeşitten, teknik ekip fazlalığından ve danışman uzmanlığından etkileniyor. Mediamartk her şehirde bir tane çok büyük mağazalarla bu hareketliliği yaratıyor , tekno-sa ise tüketiciye daha yakın olayım derken uzaklaşıyor. Bu örnekten yola çıkarak sonuçta ; doğru yayılma her yerde varolma demek değildir. Bırakın bazı noktalarda tüketici sizi bulamasın, sizi arasın...

Şimdilik bu ropörtaj için teşekkür ediyoruz Mustafa bey ,

Ben teşekkür ederim Derya hanım...



TwitterTakip

08 May 2010

Tüketicide ve Dünya ekonomisinde yeni seyirler...

TrTex dergisi yeni ropörtaj ;
Mustafa bey , dünyada her gün yeni bir gelişme yaşanıyor, Dünya meseleleri de Türkiye iç siyaseti gibi hızla değişir oldu , neler değişiyor ve bu değişimler dünya ekonomisini nasıl etkileyecek ?

Şu an maç sonuçlarını tahmin etmek dünya ekonomik ve siyasi olaylarını tahmin etmekten daha kolay, emin olun daha fazla done mevcut. 10 yıl öncesinde Kardak adası yüzünden Yunanistan ile birbirimize girdik , her iki taraf da "bir çakıl taşı dahi vermem" dedi ve savaştan döndük. Bugün Yunanistan, adalarını satarak krizden kurtulma çözümleri üzerinde duruyor. Serbest piyasa dediğimiz kapitalist sistemin serbest değil, başıboş olduğu ortaya çıktı ve reel güçler bir anda sanal güçlere dönüştü , şu an dünya üzerinde yeni güç bölgeleri oluşuyor. ABD, Yunanistan gibi ülkelerde yaşanan, biz de ise Özal ile ithal edilen Refah toplumu savı çöktü ; şimdi toplumlar nasıl yönetilecek bunu tartışıyoruz. Yani, dünyada birçok değişim yaşanıyor, bu değişimler ana başlıklar şeklinde arttırılabilir ancak asıl önemli olan bu değişimlerin yaratacağı reaksiyonlardır; bu değişimler tüketiciyi , ekonomiyi ve siyaseti nasıl değiştirecek ?

Şu an Avrupa Birliğinin, Yunanistan'a önemli miktarda para yardımı yapması gündemde , bu yardım işe yarar mı , yoksa kriz yayılır mı ?

Piyasalarda ve tüketimde yavaş da olsa bir hareketlenme var, dolayısıyla çok yayılacağını düşünmüyorum. Yunanistan krizi ise uzun vadede dahi Yunanistan'ın aşamayacağı kronik bir hale dönüşebilir. Avrupa birliği yıllardır Türkiye'ye hibe paralar veriyor ama bu hibeler fayda mı sağlıyor, zarar mı tartışılır. Kıbrıs'ın üretemeyen bir ekonomi olmasının nedeni Türkiye hibeleridir. Mesele gelir sağlamak değil, üretebilmek... Şimdi bu model birçok defa denendiği ve başarısız olduğu için bunu net biçimde görebiliyoruz.

Türkiye'nin durumuna bakarsak, Türkiye şu an uygun konjöktürün gelmesini mi bekliyor , 2010 sonunda hızlı ekonomik yükselişle rüzgarı arkamıza alabilir miyiz?

Herkes beklemeyi seçiyor , konjektürün uygun olmasını , doğru zamanın gelmesini. Oysa yıllar sonra şunu anlayacağız ki ; konjöktürün bir getirisi olmaz. Konjöktür aynı anda birçok kişiyi harekete geçirir , size değen rüzgar başkasına da değer. Bunlar 90' lı yılların bolluk ekonomisinin yanlışları , şimdiden fırsat yaratmayı öğrenmek zorundayız.

Bakın , Türk halkı gelir seviyesinin düşüklüğü nedeniyle bugüne kadar biriktirdiği paralarla parça parça bulduğu şeyleri yakıştırıp evine taşıdı. Yani, halkın tüketimi geliri arasında önemli bir bağlantı vardı, gelir birikimi ise yoktu. Ancak, artık ihtiyaç yaratabildiğiniz zaman tüketiciyi harekete geçirebiliyorsunuz. Kriz dönemlerinde dahi fırsat algılamasını doğru yaratabilirseniz tüketimi tetikleyebilirsiniz.

Gelecekte tüketim böyle bir yöne gerçekten de kayacak mı , yani eskiden her sektörün kendine ait dönemlerde sezonları vardı, şimdi bu doğru kırıldı, aynı kırılım tüketimde de yaşanacak mı ?

Geleceği tahmin etmenin iki yolu vardır. 1- Trendleri incelersiniz 2 – sizden daha hızlı ilerleyen sektörlerdeki modelleri örnek alırsınız...

1. maddeyi geçerek 2. madde üzerinde biraz durmamız gerekiyor

Gıda , Teknoloji , giyim, otomotiv gibi sektörler diğer sektörlerin 1 adım önünde ilerlerler. Sirkülasyon fazlalığı , rekabet yoğunluğu , sonuç rakamlarını daha kısa vadede vermesi bunda etkilidir.

Bakkalların hipermarket olması , teknoloji marketlerin zincirler şeklinde yayılması artık herkes tarafından görülen, diğer sektörlerin de uyguladığı yöntemler.

Ancak, bu marketlerdeki konumlandırma ve ayrışma izlememiz gereken yol konusunda önemli ipuçları veriyor.

Migros, ilk kurulduğunda Koç için oldukça karlı bir işletmeydi. İlk olması bunda önemli bir etken. Bu dönemde Migrosta belirli bir ayrışma görmüyoruz. Ancak, Carrefour , Kipa gibi alışveriş mağazalarının devreye girmesiyle, Migros kendisini daha üst bir konuma taşıdı yani ayrıştı

Ev tekstil sektöründeki mağaza açma , mağaza tadilatı , tabela takma şeklinde gerçekleşen bu yığılma var şu an. Şimdi , firmalar bugünden sonra bu yığılmadan kendimizi nasıl sıyırabiliriz konusunu düşünecekler.

Belirli bir tüketici kesime fokuslanmadan birbirinin tekrarı şeklinde oluşan bu uygulamalar suni müşteri portföyleri oluşturuyor , sabit maliyetleri arttırıyor ve rekabeti yanlış bir noktaya taşıyor.

Bu kurgu ve fokuslanma eksikliği uzun vadede tıkanmalara yok açacaktır.

Sorunuza gelirsek evet tüketim yönetilebilir bir süreç olacak , ama kitle tüketimi yerini fokus gruplara bırakacak , ancak ayrıştırılmış ticari bir modelle bu hengameden sıyrılabileceksiniz.

Yani, herkese hitap etme yerine belirli bir gruba yönelecekler diyorsunuz , aynı fokuslanma sanırım ürün bazında da yaşanacak, her kes her şeyi üretmeyecek, belirli ürün ve alanlarda uzmanlaşacak ?


Ünlü Unilever firması geçen dönemde aldığı bir kararla ürün çeşitliliğinde azalmaya gitti. Buna göre oldukça iyi bir Pazar payına sahip olan Yudum , Rama , Aymar , Sırma gibi ürünleri elden çıkardılar.Bu ürünlerde de oldukça iyi karlar elde etmelerine rağmen , Pazar paylarındaki yüksek oranlara rağmen niçin böyle bir karar aldılar ?

Acaba Coca Cola , nasıl olsa herkesin bildiği ve güvendiği bir markamız var düşüncesiyle Coca cola markası olarak zeytin yağı üretse başarılı olabilir mi ?

Son dönemlerde bazı firmalar Brand expansion ( Marka yayılması ) dediğimiz tehlikeli bir büyüme stratejisine yöneliyorlar. Bu şekilde odaklandıkları pazarlarda güç kaybederken, markalarının “ etinden sütünden faydalanma” mantığıyla çöküşe doğru ilerliyorlar. Unilever bu tehlikeyi görerek uzman olduğu alanlara yönelme , ürün çeşitliliği yerine belirli ürünlerde karlılığı artırma yolunu seçen firmalardan.

Şöyle bir itiraz gelebilir : Koç, petrolden mağazacılığa kadar , otomobil üretiminden hizmet sektörüne kadar birçok alanda yatırım yapıyor. Evet , bu doğru ama Türkiye’deki çoğu firma benzer şekilde sermaye gücüyle uzmanlık ve deneyim sahibi olmadan kar edebiliyorlar. Bu Türkiye’nin henüz dışa açılmayan , rekabet koşullarının tam oluşmaması gibi kendisine özgü koşullarından kaynaklanıyor. Ne kadar devam eder ? En fazla 2 yıl daha…

Avrupa’daki firmalarda ise böyle bir yayılma yerine odaklanmayı tercih ediyorlar. Odaklanmadığınız ve sıçradığınız diğer alanda o konuda uzmanlaşmış , deneyim sahibi bir firma sizin rakibiniz oluyor. Burada rekabet etme şansınız daha az iken , bu firmanın başka alanda yatırımları olmadığı için rekabet çok sert geçiyor.

Koç gibi firmalar Avrupa’da örneği olan modelleri ilk olarak ülkeye getirip modelliyorlar , belirli bir marka değerine ulaşıp , o alanda rekabet sertleştiğinde satıp kaçma yolunu seçiyorlar. Migros bu modelin önemli bir örneğidir.

Avrupa Birliği yolundaki düzenlemeler bu tür fırsat alanlarını gittikçe daraltacaktır.Bundan sonraki dönemde bu modelin terk edilerek Koç gibi firmaların daha çok uzmanlaşacaklarını , marka yatırımları yapacaklarını göreceğiz.

Bu geçiş döneminde ise bazı firmalar kargaşa yaşayacaklardır...

Fırtınalı dönemlerden geçiyoruz, bir çakıl taşını vermem diyerek sahip çıktığınız birçok doğruyu ve prensibi çöpe atacağınız günlerden geçiyoruz. Hiçbir doğruya sıkı sıkıya sarılmayın çünkü koşullar hızlı değişirken doğrular da değişir. Herkesin kurumsallık diye sahip çıktığı yatırım yaptığı hiyerarşiler belki 2 yıl içinde yıkılıp kendisini daha esnek hareket eden, insiyatif alan yönetim anlayışlarına bırakacak, kim bilir...

Şimdilik bu ropörtaj için teşekkür ediyoruz Mustafa bey ,

Ben teşekkür ederim Derya hanım

TwitterTakip

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us