30 September 2008

Tüketici'nin kalbine giden kaç yol vardır ?


Nokia telefonunuzu her gün en az bir defa açarsınız. Nokia sizin ritüel olarak yaptığınız bu işe bir nota ekledi ve nokia melodisi ortaya çıktı. Günde en az bir defa bu melodiyi dinliyorsunuz , nokia bu melodiyi reklamlarda da kullandı. Tüketicinin sabah kalkar kalkmaz işittiği bu melodi tüketicinin hafızasına kazındı. Nokia melodisinin tüketici algısındaki yeri ile nokia bağımlılığı arasında bir bağlantı var mıdır ? Bu melodi nokia ürünlerine ayırt edici bir özellik eklemiş midir ? Bence koca bir evet…

Zippo gerçekten de kaliteli bir çakmaktır ama asıl bağımlılığı yaratan çıkarttığı , o saat gibi değişmez sesidir. Zippo tüketicisinin bilinçaltına işitme yoluyla girebilmeyi becerebilmiştir.

Coca cola kutusunu açtığınızda asitin sesini duyarsınız. Cola tüketicinin ürünü her açışında daha farklı bir lezzet alması için bu sesi işledi , iyi bir şekilde kullandı. Bu sese bir anlam yükledi , tüketicinini ihtiyaç duyacağı bir öğe haline getirdi.

Tüketicinin kalbine giden birçok yol var.

TwitterTakip

29 September 2008

Kadın ve Müşteri


Erkek konuşmayı bilgi vermek için gerekli olduğu anlarda kullanır ; kadın için ise konuşmak bir ilgi ve sevgi gösterisidir. Kadınların niçin peşinde koştuklarını anlayamadığım çapkın bir arkadaşımın sırrını çok sonraları anlamıştım : kadınlarla en basit konularda dahi sıkılmadan saatlerce konuşabiliyordu…

Kadınlarla müşteriler arasında şaşırtıcı bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Örneğin , hiçbir müşteri de sadece ürün bilgisiyle , bilgi amaçlı yaptığınız konuşmalarla tatmin olmaz. Konuşmanızın içerisine onun değerini , önemini yansıtacak cümleler eklemeniz gerekir. Kadını anlamak için müşteriye , müşteriyi anlamak için kadına yakın olun.

TwitterTakip

Uzlaşma ihtimalinizin düşük olduğu bir kişiyle anlaşabilmek


Kadın erkek tartışmalarına dikkat edin. Ortada tartışmak için bir neden vardır. Her iki tarafta sustuğu zaman konu genellikle daha da fazla büyümez , zamanla unutulur. Oysa , problem konuşulmaya başlandığında konu daha da uzar ve büyür. Hani hep söyleriz ya , konuşarak her şey çözülür , diye. Burada problemin daha da büyümesi , dallanıp budaklanması , başka konuların da bulaşarak problemin irileşmesi kadın ile erkek arasındaki bakış açısı ve üslup farklılığından kaynaklanır. Erkek hakim konumunu korumaya çalışır , altta kalmak istemez , galip çıkmak ister ; kadın genellemecidir , madur psikolojisiyle hareket eder…

Bu farklılık ve zıtlıklar içerisinde susmak ve zamana bırakmak çözüm için belki de en iyi yoldur.

Aynı zıtlık hayatın içerisinde de , iş hayatında da mümkündür. Konuşarak çözün , anlamaya çalışın klişesi her zaman doğru değildir.

Bazen uzlaşma ihtimalimin düşük olduğu tanıdıklarım şöyle der ; her zaman bana hak veriyorsun ama yine de bildiğini yapıyorsun. Ben de şöyle cevap veriyorum ; haklısın…

Bakış açısı farklılığınız olan birisiyle problemi konuşarak çözmeye çalışmak , problemi kaşımak anlamına gelebilir. Görünmeyen , karşıdakinin fark etmediği ya da dikkat etmediği ayrıntıların su yüzüne çıkmasına neden olabilir.

Anlaşma ihtimalinizin düşük olduğu birisiyle anlaşabilmenin en iyi yolu anlaşıyormuş rolünü oynamak ve susmaktır.

TwitterTakip

28 September 2008

2010'u gören ayakta kalır !

Home Trend dergisi için yazdığım yeni yazı ;

Geçen ay Amerika’nın en büyük bankalarından Lehman Brothers’İn üst düzey bir yöneticisi İstanbul’a gelmişti. Gazeteciler bu yöneticiye soruyorlar : Bankanın kötü durumda olduğu söyleniyor acaba doğru mu ? Yönetici cevap veriyor : Bakın soframızda et var , eğer sıkıntı olsaydı et değil, yumurta yedirirdim size… Aradan 1 ay geçti ve bu ay banka iflas ettiğini açıkladı.

Amerikan Bankalarının durumunu bir kenara bırakıp ülkemize bakarsak ; Uzun bir süredir ekonomik kriz , parti kapatma gibi konular gündemdeki ağırlığını korudu. Biz gazete manşetlerine yansıyan bu haberleri es geçip bu krizler perakendeciyi nasıl etkileyecek ve önümüzdeki dönemin olası riskleri nelerdir, bunları irdeleyelim.

Görünen o ki bu krizin en belirleyici etkisi Türkiye’den nakit para çıkışı olacak ve aynı zamanda faizler de yükselecek. Bu ise çok basit biçimde ticaretteki rakamların daha da küçülmesine , ödeme sıkıntısına , mal alım ve satımında vadelerin kısalmasına neden olacaktır. Bu değişimle birlikte perakendeci enflasyonu duracak , sermaye gücü olmayan için yaşama şansı azalacaktır.

Amerika henüz krizin dibini görmedi , Avrupa’ya sıçraması ise beklenen bir gelişme. Bu gelişmeyle birlikte ihracat rakamları biraz daha düşecek , ihracat yapan firmalar küçülme ve maliyetleri kısma yoluna gidecek , iç piyasaya daha da fazla ağırlık vereceklerdir.

Normalde böyle bir yön değişimi yani ihracat yapan firmaların iç piyasaya ağırlık vermesi fiyatların düşmesine neden olur. Ancak, hammadde , petrol ve faizlerdeki artış bu düşüşün önüne geçecektir. Eğer böyle bir fiyat düşüşü gerçekleşseydi otomatik bir tüketim artışı kendiliğinden gerçekleşir ve iç piyasa biraz rahatlayabilirdi. Bu senaryo da şimdilik rafa kalkmış gözüküyor.

Ayrıca bu hammadde artışı ve faizlerden dolayı firmaların fiyat ve vade olarak esneme şansı da kalmayacaktır.Önümüzdeki günlerde rekabet fiyat ve vade noktasından çıkıp pazarlama ve pazarlama stratejileri noktasına kayacaktır. Ürün satma döneminin 2009 yılının sonlarına doğru tamamen ortadan kalkacağını söyleyebiliriz. 2009’da ucuz ürün ve günübirlik alışverişin maliyeti yükselecektir.

2007 de Türkiye % 4,1 büyümüştü , 2008 % 1,9 ‘ lük bir büyüme gerçekleşti. Büyüme hızında hissedilir bir düşüş var. Böyle bir tabloda devlet ve özel sektör yatırımlardan ziyade reformlara yönelecektir.Bu durumda işsizlik gibi problemler sabit kalırken yeni bir vizyon edinme , yapısal reformları gerçekleştirme anlamında iyileşme süreci için fırsat olabilir. Görünen tabloda 2009 sonlarına kadar ekonomideki tüm aktörler ileri atılmak yerine geriye yönelik bir iyileştirme sürecine yöneleceklerdir.

Türkiye 2001’deki gibi bir krizin içine girer mi ? Bence hayır… 95 yılında Meksika krize girdi , 2001 yılında ise Türkiye… Ancak bu dönemlerde ABD gibi ülkeler devreye girerek krizin yayılmasını önlediler. Bugün ki problem ise borç veren ülkelerde de bir kriz ve sıcak para sıkıntısının olması.Diğer taraftan Türkiye’deki olası bir krizi sigorta edecek olan şey; Bankacılık sektörünün % 51’inin yabancıların elinde olması ve zorunlu Avrupa desteğidir.

Özal bugüne kadar bu tür durgunluk dönemlerinde Devlet yatırımlarına yönelerek piyasaya para sürmüş ya da para basmayı tercih etmişti. Piyasaya sürülen bu para ise iç tüketimi körüklemiş bu da enflasyonu arttırmış ve fiyatların sürekli olarak yükselmesine neden olmuştu.Şu anki hükümetin ise IMF ile yaptığı anlaşma gereği böyle bir kısa vadeli manevra şansı yoktur. Önümüzdeki dönem seçimlerin yaklaşıyor olması bir miktar gevşemeye neden olacaktır ama AKP’nin karşısında güçlü bir rakibin olmaması ve tekrar seçilme oranının yüksekliği böyle bir populist hareketin önüne geçecektir. Dolayısıyla kısa sürede bu noktadan da piyasada bir hareketlilik yaşanmayacaktır.

Dünya’da bir kriz olduğu ve nakit para sıkıntısı herkesin bildiği bir gerçek. Ancak henüz biz bu krizin etkilerini hissetmedik. Bizdeki nakit para sıkıntısının en önemli nedenlerinden bir tanesi de iç siyasetteki karmaşadır. Bunu şu şekilde açıklayalım ;

Bir an için fabrikaların tam kapasite çalıştıklarını , işçilerin ücretlerini aldıklarını ve bunu da harcadıklarını düşünelim. Böyle bir ekonomide aynı şekilde bir nakit akışı da olacaktır. Çünkü şirketler sattıklarından para kazanmakta , kazandıkların bu paraları işçilerine ödemekte işçilerde tekrar fabrikaların ürettiklerini alarak ekonomik bir döngü oluşturmaktadırlar

Şimdi de tabloyu biraz karartarak şöyle düşünelim. Birden ekonomide yer alan bireyler paralarını harcamak yerine ellerinde tutmaya karar verirse ne olur ? Bunun nedeni politik bir kriz ya da Anayasa mahkemesinin parti kapatma gibi bir teşebbüsü olabilir.

Burada birey gelecek kaygısıyla gayet mantıklı hareket eder. Ancak , birey için iyi olan her zaman bütün ekonomi için iyi sonuç vermez zira ekonomideki nakit miktarı sabittir.

Harcamaların düşmesiyle otomatik olarak gelirler de düşer. Ve bir süre sonra hiçbir aktör nakit biriktirmeyi başaramaz.İşte , Türkiye’de işlerin durgun olmasının en önemli nedenlerinden birisi para birikiminin sağlanamaması ve güvensizlikten dolayı paranın yatırıma yönelmemesidir.

TwitterTakip

27 September 2008

Yaratıcılık için en önemli unsur : zeka ya da ???



Bir dergide okuduğum makale yaratıcılığı analiz ediyor ve yaratıcılık için en önemli şeyin zeka olduğunu söylüyor. Son derece bilimsel bir makale ama bilimin bir kusuru vardır : çözüm önermez …

Ben ise yaratıcılık konusunda en önemli noktanın “ kuyruk acısı “ olduğunu düşünüyorum. Yaratıcılık için en önemli noktanın zeka olduğunu düşünürseniz bu sizi bir çabaya yöneltmez. Yaratıcılığı salt zeka’da görmek sizi pasifize eder.

Yaratıcılık için zekayı koşulsuz doğru kabul etmenin sonucu bazı insanlar zeki görünmeyi tercih ederler. Yaratıcı olmasam bile yaratıcı görünmek de bir derece etkili olabilir diye düşünürler. Bunun örnekleriyle çok sık karşılaşırsınız.

Zekanıza güvenip yaratıcı olmaya çalışmak yerine bir işin içine girmek daha hızlı ilerlemenizi sağlar. Oradaki zorluk ve problemler çözüm bulmanız için daha önemli bir itici kuvvettir.

Sonuç : zekanıza güvenmeyin , kuyruğunuzu her yere sokun

TwitterTakip

Mustafa Sandal ve Muhabbet kart reklamları



Mustafa Sandal ve muhabbet kart reklamlarını izlemişsinizdir. Senaryo iyi sayılabilir ama senaryonun tam olarak yerine oturabilmesi , inandırıcı olabilmesi için Mustafa Sandal yanlış bir seçim. Mustafa Sandal’ın gerçek kimliği buradaki senaryoyla çelişiyor ve senaryonun anlamını zedeliyor.

Ünlü kişi olsun, iyi de bir senaryo olsun mantığı doğru toplamı vermiyor. Burada halk tiplemesini canlandıran bir tiyatrocu daha etkili ve inandırıcı olurdu. Her 3 ayda bir aşk tazeleyen birisinin aşkı araması ve etrafa sarkıntılık etmesi pek inandırıcı durmuyor.

TwitterTakip

26 September 2008

Orhan Pamuk , masumiyet müzesi ve sakıncalı alanlar


Orhan Pamuk’un masumiyet müzesi romanını bugün real marketlerinin kasa bölümünde gördüm. Kitapların olduğu bölümde değil , kasaya yakın sakızların ve çikolataların arasında satışa sunuluyordu.

Orhan Pamuk edebiyatçı kişiliği yanında kitaplarını ve kendini iyi pazarlamayı becerebilen bir edebiyatçı. Ancak , pazarlamayı eski algılama ile gündemde olma , popüler olma olarak okuyor.

Ürün ile mekan çelişmemelidir. Eğlence ile ilgili bir ürünü spot ışıkların olduğu , müziğin bulunduğu , daha hareketli alanlarda teşhir edersiniz. Bu mekan hem ürüne olan iştahı artırır , hem de mekan uyumu ile bir bütünlük oluşturur. Örneğin , bu kitap starbucks cafelerinde sergilenebilir. Daha özel ve bireysel alanlarda sergilenmesi kitabın edebi özelliğiyle uyum gösterir.

TwitterTakip

24 September 2008

Cola Turka reklamı direkten döndü


İletişimde şöyle bir süreç işler : önce karşındaki olursun sonra kendin… önce karşındaki olmadan kendin olmak ve kendini anlatmak için de fırsatın olmaz

Bir satış işinin başlangıç evresini geçmesi için müşterin gibi olman , onun cümleleriyle konuşabilmen , benzer bir görüntüde olman gerekir. Bu bir kabul edilme sürecidir. Bu süreçten sonra kendin olman için , kendini anlatabilmen için bir şans doğar

Cola turka bugüne kadar karşısındaki toplum ve onun değerleri oldu. Toplumu anlattı , onların duymak istediği şeyi söyledi , onlar gibi davrandı , reklamlarda cola turka kutusu Türkler gibi göbek attı

Bu kabullenme aşamasından sonra cola turka kendi kişiliğini keşfetmeli , kendisini anlatmalıydı

Son reklamlarındaki “ nerede olursan ol “ cümlesi ve dünyanın farklı bölgelerinden görüntülerle yeni bir açılım yapıyormuş gibi duruyor ama çok keskin değil. Tekrar eski söylemine dönüyor. Bence Cola Turka artık kendisini anlatmaya başlamalı , yeni bir açılım yapmalı.

TwitterTakip

23 September 2008

Haklı müşteri , Firma duruşu ve buna göre belirlenen güç dengesi


İyi adam : “ Bugüne kadar Tanrının ve insanların koyduğu tüm kurallara uydum ama insanlar hep daha acımasız olanın peşinden gitmeyi tercih etti “

Fall of empire , filminden kısa ve etkileyici bir cümle. Anlam olarak ise tipik bir yenilmiş adam psikolojisi. Her yenilmiş adam iyi ve namusludur.

Hak ve haksızlığı belirleyen şey sadece eylem değil aynı zamanda karşılıklı güç pozisyonlarıdır. Büyük olana , güçlü olana karşı zayıf olan her zaman bir pozisyon alır.

Bir firmaya karşı müşteri haklılığı ya da haksızlığı durumunda da aynı pozisyonun geçerli olduğunu düşünüyorum.

( Müşteri her zaman haklıdır sözü burada bu konunun dışında farklı bir durum. Müşteri her zaman haklıdır yaklaşımı karşıdaki insanın sizi yönettiğini ve güce sahip olduğunu zannettirerek bir anlamda yine o kişiyi yönetme uyanıklığıdır )

bir firma olarak müşteri karşısında hiçbir zaman eşit bir pozisyonda değilsiniz. Haklı ya da haksızlığından bağımsız olarak kendi algılama kapasitesi ile çevresini ve potansiyel müşterilerinizi etkileme potansiyeline sahip bir kişi var. “Bir seferlik de kar etmeyin “ gibi meşruiyet kazanmış , karınızdan feragat etmenizi öngören genel bir algılayış var. Türk filmlerinde de tipik olarak gösterilen genel bir kültürel algılayış olarak hep çok kazanan , fırsatçı ve sömüren bir tarzınız var. Siz güçlüsünüz , kurumsunuz , daha büyüksünüz ve susmak zorundasınız.

Sert rekabet koşullarında tüketici hakları da bir rekabet unsuru oldu biraz da abartılarak hak ve hukukun dışına çıktı gibi geliyor bana.

TwitterTakip

20 September 2008

Deniz Feneri derneği , yardım kuruluşları ve suistimal


Deniz Feneri derneği faaliyetlerine başladığında bir noktada tıkanacağı tahmininde bulunmuştum. Yardım amaçlı bir kuruluş ama bu yardım tamamen maddiyata dayanıyor. Yardım edenin dışarıdan iç organizasyonda yer alma gibi bir şansı yok ve büyük bir para havuzu oluşuyor. İnsanın olduğu her yerde bu tür organizasyonlar bir şekilde fire verir.

Bu tür organizasyonların devamlılıklarını sağlayabilmeleri için :

1- yardım gibi genel amaçlardan ziyade daha görülebilir , ölçülebilir ve gözlemlenebilir hedefleri olması

2 -dışarıdan katılımın mümkün olması

3- para aktarma gibi bir amaçtan ziyade daha organizasyonel işlere yönelmeleri gerekir

bu tür para aktaran organizasyonlardaki etik ve uzun vadedeki fayda da tartışılır. Yoksulluğa dikkat çekmek , yoksul çocukların eğitilmesini sağlamak daha uzun vadede fayda sağlayan sağlıklı organizasyonlardır. Bir kuruluşu tamamen para aktarma noktasına odaklamak devamlılığı olmayan , uzun vadede getirisi olmayan ve suistimale açık bir yapılanmadır.

Fethullah Gülen cemaati organizayonu , Gren Peace organizasyonu yaşama ihtimali yüksek kuruluşlardır. Çünkü birisinde eğitim , diğerinde yeşil dünya gibi bir amaç var ve bu amaca ulaştıkça elde edilen sonuç kendi içerisinde bir itici kuvvet oluşturuyor. Deniz Feneri ise bu noktada ayrışarak itici kuvvetini tamamen dışarıdan alıyor ve yardım yaptığı noktada son buluyor , son noktadan geriye dönüş bir itici kuvvet oluşmuyor.

TwitterTakip

18 September 2008

Doğru yerde durma ya da popüler olma


Çok bağıran , her yerde karşımıza çıkan , sesini yükselten insanlara güven duymaz , haklı olduğuna inandırmaya çalışıyor herhalde, diye düşünürüz. Diğer insanlar da , tüketici de böyle düşünür…

Büyük laflar edenlere karşı : herhalde etkilemeye ihtiyacı var,yaptığı iş yeterli değil, diye düşünürüm

Büyük laflar etme , çok bağırma ile iş yapma ve başarı arasında her zaman bir ters orantı vardır.

Kimlik mağazalarının medyaya çıkıp bağırmak yerine kendi mağazalarının camlarına yapıştırdığı küçük ama her zaman güncel , sürekli yenilenen afişler benim için daha inandırıcı olmuştur.

Ne kadar çok genele hitap ediyorsa kendinize o kadar uzak olduğunu hissedersiniz.

Popüler olanı alırsınız ama yine de kendi seçiminiz olduğunu hissetmezsiniz. O ürün popüler olduğu , reklamlarla bağırabildiği ölçüde ayakta kalır ve sonra unutulur. Kimsenin tercihi olmayı becerememiştir.

Gilette firması Türkiye’nin en popüler 150 blog’unu seçerek blog sahiplerine yeni ürünlerinden gönderiyor.
Mesaj : Doğru yerde dur , fazla söze gerek yok…

TwitterTakip

Yönetememenin yol açtığı kargaşa


Tatil için gittiğim Alanya’da gördüğüm manzara şu idi : yüzlerce aynı tarz mağaza ve aynı ürünleri satıyor…

Alanya bir Pazar havasını çağrıştırıyor. Mağazaların hepsi yan yana ve yol boyunca uzuyor. Tuhaf olan ise her mağazanın aynı ürünleri satması : Çinden getirtilen Nike ve Adidas benzeri markaların imitasyon ürünleri… Fiyatlar , ürünler inanılmaz derecede benzer.

Turistin kendi ülkesinde yediği yemeği ziyaret ettiği ülkede de yemek isteyeceğini zannetmiyorum. Turist sizin ülkenize ait farklılığı , daha yerel özellikleri görmek isteyecektir. Kendi ülkesinde de satan bir ürünün imitasyonu belki ucuz bir fırsat olarak görülüp alınabilir ama o kadar…
Esnaf birey olarak sirkülasyonun olduğu yeri görüp oraya yönelebilir ama bu yönelmenin oluşturduğu toplam resim genel manzarayı bozabilir. Alanya’da bir yönetimin ve planlamanın olmamasının kargaşasını görüyorsunuz. Su kendi haline bırakılmış , yolunu bulmuş ve şimdi akmıyor. Birçok firma Anadolu’da açılan alışveriş merkezlerine yönelerek hayal kırıklığını yaşıyor bugünlerde. Oysa tatil bölgelerinde Turistin en çok ilgi gösterdiği şey yerel markalar , özgün ürün ve tasarımlardır. Bu fırsatı görerek farklı bir mağaza açan tek firma olarak Alanya’da Mudo konsept’i gördüm. Tebrikler…

TwitterTakip

17 September 2008

McDonald's, çocuk ve genç kitle


McDonald’s çocuklara özel bir önem verir. Bir arkadaşımın yorumuna göre ; bu yaklaşım ile firma geleceğe yatırım yapıyor , yıllar sonrasının planlamasını yaparak alışkanlık oluşmasını sağlıyor.

Gerçekten de McDonald’s renkleri çocuklara daha çok hitap etmeye , oyun alanlarıyla çocuklara özel önem verdiğini göstermekte , menülerindeki kampanyalarla çocuklara geniş bir alan ayırmakta.

Burada firmanın ne kazandığını görüyoruz ve “başarılı” damgasını yapıştırarak yorumlamaya çalışıyoruz ama ya ne kaybettiği ?

McDonald’s firmasının asıl hedef kitlesi genç kesimdir. Genç , üniversiteli , özgürlüğüne düşkün , geleneklerin dışında duran bir kesim… Bu kesimde özgürlünü kazanma , çocukluktan sıyrılma , ergen olma ihtiyacı üst seviyelerdedir. Firmanın çocuklar ve çocukluk ile mesafe koymaması bu genç kitlenin özgürlük ihtiyacına cevap verememesi anlamına gelmeyecek midir ?

McDonald’s önünde oluşan küçük yaştaki kalabalığı görerek “ başarılı” damgasını yapıştırıp, bu resmi yorumlayabiliriz ama ya ne kaybettiği ?

TwitterTakip

Televizyon dizileri ve tüketici eğilimi


Televizyonlarda yayınlanan dizilere dikkat edin , çoğunluğunun yerli diziler olduklarını görürsünüz. Eğer yabancı diziler Türk dizileri kadar rayting alsalardı Tv yöneticileri daha az masraflı olan yabancı dizileri tercih ederlerdi.

Bu durumu nasıl okumak gerekir ? Türk tüketicisi burada nasıl bir mesaj veriyor ?

Küreselleşme ile birlikte Dünya’nın bir köye dönüştüğü ve evrensel değerlerin kabul gördüğü kabul edilebilir bir gerçek ama bu ezberin bozulduğu birçok alan da mevcut.

her gerçek zamanla kendi karşıtlığını yaratır. Gerçekleri politik iktidarlara benzetebiliriz ; zamanla hırpalanır , güç kaybeder…

küreselleşmenin getirdiği evrensel değerlerin insanlar üzerinde bir baskı oluşturduğunu ve insanların kendinden olana karşı açlıklarının arttığını düşünüyorum. Evrensel kalite önemli ama kendilerini ifade edip , özdeşim kurabilecekleri öğelere daha çok yöneliyorlar

TwitterTakip

05 September 2008

Müşteriden en iyi bilgi alma yöntemi dedikodudur


Müşteriden en iyi bilgi alma yöntemi dedikodudur. Müşteriye direkt olarak soru sorup cevap beklediğinde cevabın içerisine müşterinin kendi yorumu karışır ; bu yorumun içerisinde anlık öfkeleri , psikolojik durumu , sizde yaratmak istediği etki gibi birçok durum devreye girer

Olayın yorumunu dinlemek yerine olayın kendisini dinlemek daha mantıklıdır.

Özellikle iş hayatında asıl kaygı imaj yaratmak ve korumak noktasına odaklanır. Bu çaba içerisinde “ne olduğunu” kestiremezsiniz.Büyük laflarla kendinizi oyalamak yerine sokaktaki herhangi bir insanın konuştuğu tarzda, basit bir biçimde insanları ve olayları konuşmayı seçmelisiniz.
Her hasta psikologuna aşık olur , diyordu bir psikolog. Kötü bir psikologun yaptığı en büyük hata psikolog olarak kalmasıdır. Bu mesafede hasta itiraf ederken diğer taraftan da kendisini savunmayı deneyecektir. Psikolog basit bir insan olmayı beceremeden iyi bir psikolog olamaz.

TwitterTakip

CRM rüzgarı


CRM dediğimiz konu müşteriye uygun hareket etme olarak özetlenebilir. Ancak , buradaki kontrolün yitirilmesi bir kargaşayı da getirebilir. Her müşteriye uygun bir yaklaşım geliştirilirken bu insiyatif bir boşluk yaratıp sistemi yok edebilir.

4-5 yıl öncesine kadar bir toptancının 200 müşterisi var ise 200 adet de fiyat listesi ve vadesi var idi. Her müşterinin ödeme durumuna göre , pazarlık gücüne göre , riskine göre ayrı bir fiyat ve vade çıkartılırdı.Daha sonra bu Pazar tarzı ticaretin daha ciddi , şeffaf ve kurumsal bir yapıya kavuşturulması gereğine inanıldı. Sistem inancı ön plana geçti ve hizmette , fiyatta bir standart yakalanmaya başlandı. Şimdi de CRM furyasıyla müşteriye uygun hareket derken, bazı firmalar eski Pazar tarzına dönüş riskleri taşıyor.

TwitterTakip

02 September 2008

Gündem , Tüketici psikolojisi ve firma imajı


Metro genel müdürü bu sene ramazan ayının geçen yıla göre durgun geçtiğini , genelde de işlerin durgun olduğundan bahsetmiş. Yöneticilerin bu tür negatif söylemlerle ön plana geçmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Amaç mesaj vermek , durum saptaması yapmak ise bu tür mesajlar aksi etki yaratabilir. Müşteri “Metro satışları düşmüş , artık eskisi kadar tercih edilmiyor , artık cazibe merkezi değil “ şeklinde algılayacaktır. Reel ekonominin içerisinde yer alan bizler ekonomik gidişat konusunda bilgi sahibiyiz ama tüketici aynı bilinçle düşünmeyecektir.

Camiye giden insan sayısı nedir , meyhaneye giden insan sayısı nedir ? Biz bu tür istatistiklere sahip olabilir , azalmayı ya da artmayı gözlemleyebiliyor olabiliriz. Bu istatistikler ve söylemler müşteri psikolojisini etkileyecektir. Bırakın tüketici camiye gittiğinde o kalabalığı görsün ve herkesin camide olduğu algılaması orada oluşsun. Avluya çıkıp geçen seneye göre gelen sayısı %20 düştü demenin bir anlamı yok

Tüsiad gibi kuruluşlar niçin kuruluyor. Yöneticiler çalıştıkları firmanın kimlikleriyle konuşmasınlar diye. Söylenmesi gerekeni Tüsiad şemsiyesi altında firma imajı sarsılmadan söyleyebilsin diye.

Metro genel müdürüne acilen bir derneğe giriş yapması tavsiyesinde bulunuyoruz ,

TwitterTakip

01 September 2008

Home Trend dergisi ile yaptığım bir röpörtaj


Mustafa bey, sektörün içerisinde aktif olarak koşturan bir kişi olarak “ sektör nereye gidiyor” gibi klasik bir soru sorsak, bize nasıl bir yanıt verebilirsiniz ?

Bu soruyu 3 sene önce sorsanız bir genelleme yapıp bir yönü işaret edebilirdik ama bugün birçok kırılım noktası mevcut , değişim birçok noktada ve daha komplike halde. Ama ben bu değişimlerin temelinde iki noktayı görüyorum : 1- tüketici 2- ekonomi

Toplumsal ekonomiden bireysel ekonomiye doğru hızlı bir kayış var. Yani, daha önceden topluma bakıp arzuları , ihtiyaçları benzer olan bir kitle görüyordunuz ; şimdi bu homojenliği göremiyoruz ,tüketici kendisini toplumdan ayrıştırıyor , ihtiyaçlarını farklılaştırıyor. Hep bahsederiz ürün çeşitliliği çok fazla diye , niçin fazla , çünkü tüketici beklentisi çok çeşitlendi , üreticiler sadece bu ihtiyaca cevap veriyor.

İkinci değişim ise ekonomide yaşanan değişimdir. Ekonomi hızla küresel bir hal aldı. Bu da sizin rekabet üstünlüğünüzü bir kalemde silebilecek bir değişim. Yani , Türkiye bugüne kadar tekstilde niçin iyi bir seyir izledi ? Ucuz iş gücü avantajı vardı , know-how dediğimiz sektör birikimi vardı ; bunun yanında tasarım gibi marka gibi konularda da Avrupa’nın Dünyaya karşı bir rekabet üstünlüğü vardı. Türkiye bu avantajarını kullanarak hem dünyaya üretim yapabiliyor hem de Avrupa’nın fasoncusu olarak çalışabiliyordu. Bu uzun yıllar bu şekilde devam etti , bu bir dengedir , bir düzendir ; küreselleşme işte bu düzeni ve dengeyi değiştirdi. Rekabet üstünlüğü bütün dünyanın birleşmesiyle başka merkezlere kaydı.

Peki , böyle bir dengede kendimize nasıl bir yer bulacağız , bu düzende nasıl bir yerimiz olacak ?

Sorunuzun altında şöyle bir ima seziyorum ; diyorsunuz ki bu düzende kendimize nasıl bir yer açacağız , nereye sıkışacağız… İşte değişen de tam olarak bu. Artık bir düzenin oluşmasını bekleyip, bu düzende bir yerlere sıkışmak mümkün değil. Herkes üretiyor ben de üretiyim , herkes kartela seti hazırlıyor ben de hazırlayım mantığı piyasadaki optimum noktasını çoktan buldu ve bu şekilde kar sağlamak artık mümkün değil.

Gelecekteki rekabet ürünler ya da desenler üzerinden değil, iş modelleri üzerinden olacaktır. Firmalar arasında belirgin ayrışmalar yaşanacaktır ; hedeflediğiniz kitle , pazara iniş tarzınız , tüketicinizle kurduğunuz iletişim yeni mücadele alanları olacaktır.

Ankara’daki perdecilerin olduğu ünlü yokuş ve buradan alışveriş merkezlerine kayış iyi analiz edilmeli. Yokuş geçmişte niçin insanların tercih ettikleri ilk yerdi ? Çünkü , insanların alışveriş kültüründe Pazar alışkanlığı vardı , buradaki kalabalık , iş yoğunluğu ve hareketlilik tüketicileri çekiyordu , yokuş bu anlamda bir merkezdi. Şimdi ise tüketici davranışlarının değiştiğini görüyoruz. Daha çok sirkülasyondan ziyade uzmanlaşmayı tercih ediyorlar , alışverişi ihtiyaçları olduğunda ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir iş olarak değil, sosyal bir aktivite olarak görüyor. İş modelinizi tüketicinin değişen bu davranışlarına göre yapılandırmalı , tüketicinin aktığı yeri doğru tesbit etmelisiniz.

Tüketicinin aktığı yeri mi tesbit etmek lazım yoksa karın aktığı yeri mi , tüketici kalabalığı ile kar arasındaki bağlantı halen eskiden olduğu gibi mi ? Sürümden para kazanmak halen mümkün mü ?

Geçenlerde Türkiyenin en büyük 500 sanayii kuruluşu açıklandı. Bu 500 sanayii kuruluşunun toplam cirosu, Amerikan Wal Mart marketler zincirinin cirosundan daha az. Wal Mart kimsede olmayan farklı bir ürün mü keşfetti ? Hayır , sadece farklı bir satış ve pazarlama organizasyonu kurdu. Nike gibi uluslar arası firmalara baktığınızda her birinin pazarlama alanında büyüdüğünü görüyorsunuz. Günümüz bir pazarlama çağı ve değişim hızı eskisinden farklı. Bir yenilik ortaya çıktığında buradaki bilgi kümülatif olarak artıyor ve bir sonraki değişimi tetikliyor. 80’li yıllarda açtığınız ufak bir mağazayla, aynı tarz tezgahtarlıkla hayatınızı devam ettirebilirdiniz; şimdi ise her 6 aylık dönemlerde hissedilir değişimler yaşıyoruz , buna ayak uydurmak zorundasınız.

Biz hep şöyle biliriz ; herkesin bir berberi bir de perdecisi vardır… 90’lı yılların sonuna kadar bölgeselliğin ağır bastığı bir toplumda yaşıyorduk. Sadece o bölgede bulunmak dahi yeteneklerinizden ve diğer özelliklerinizden bağımsız olarak size bazı avantajlar kazandırıyordu. Bu bölgeselliğin yavaş yavaş kaybolduğunu , tüketicinin perdecisini seçerken daha farklı kriterler oluşturduğunu görüyoruz.

Peki , Perakendeci bu kriterleri nasıl sağlayacak , bu kriterler nelerdir ?

Kartelaya geçiş ve ürünlerdeki çeşitlenme, eski alışkanlıklardan olsa gerek, birçok kişi tarafından şikayet konusu oldu. Ancak, bu değişim olmasaydı tüketiciyi cezp edebilmek de mümkün olmayacaktı. Eskiden perdenin anlamı camın örtülmesi , dış dünyayla özel yaşamı ayrılmasıydı bugün için ise bir yaşam biçimi , tarz , evin güzelliğine katkıda bulunan bir malzeme haline geldi. Artık ihtiyaca cevap veren bir üretim anlayışından sıyrılıp, tüketim ihtiyacı yaratmak ve yönetebilmek noktasında ilerleme sağlamak gerekiyor.Eskiden insanlar 10 yılda bir perde değiştirirken bugün 6 yılda bir perde değiştiriyor ve gelecekte de bu süre daha da kısalacak. Herhangi bir sokakta yoldan geçerken kafanızı kaldırıp evlerdeki perdeleri inceleyin , çoğunun 7-8 yıl öncesinin modası geçmiş ürünler olduğunu görürsünüz.Daha fazla çeşit sunmadan , ürünlerin üzerine imaj değer eklemeden, ihtiyacı giderme ötesine geçemezsiniz. Sektör henüz bu alana geçiş yapmadı ; ihtiyacı karşılama noktasında tamam ama yönetebilme ve talep yaratabilme noktasında birçok fırsat var.

Bu değişim diğer ülkelerde de benzer şekilde mi gerçekleşiyor , diğer ülkelerle kıyasla neredeyiz ?

Ölçek ve Pazar payı ekonomisinde büyük bir gerileme var. Yani şirketin büyüklüğü ve pazardaki payı artık size eskisi kadar bir avantaj sağlamıyor. İspanyol Zara firmasını bilirsiniz. Firmanın en önemli özelliği mağazasındaki bütün ürünleri 15 günde bir tamamen yenilemesi , yani müşteri mağazaya her girdiğinde çok farklı ürünlerle karşılaşıyor. Bakın ne fiyat , ne desen , ne vade sadece hız… Zara hız ile bir rekabet üstünlüğü sağlıyor , tüketicisine böyle bir mesajla çekiyor . Bu tür mesaj farklılıklarını sağlamadan tüketicideki heyecanı korumak , mağazadan içeri sokmak artık eskisi gibi mümkün değil.

Türkiye Devletçi ekonomiyi , Özal ile birlikte de liberalizminin başlangıç evrelerini yaşadı. Bu dönemler kısa vadeli yatırımlarınızın karşılığını alabileceğiniz bir fırsatlar dönemiydi. Bundan sonra değişimin , iniş çıkışların daha az olduğu daha sistemli ve istikrarlı bir döneme giriyoruz. Bu dönemin belirleyici özelliği kısa vadeli kar eğrisinin kırılmış olmasıdır. Bakın Cıtroen firması geçen yıl %3 kar etti, Mercedes ise % 4… Bu kar marjını da yılara dayanan bir Ar-ge ve marka yatırımıyla sağlıyorlar. Türkiye’de böyle bir kar marjı firma kapatmak için yeterli bir nedendir. Artık daha az kar marjı ile tatmin olmak , daha uzun vadeli yatırımlara yönelmek durumundayız
.

TwitterTakip

31 August 2008

Türkiye'nin yeni enerji içeceği : Yeniçeri


Muhafazakar kesime hitap eden Türkiye’nin yeni enerji içeceği çıktı.

Hedef kitle’de böyle bir ürüne ihtiyaç var mı ?

Bu şekilde kendisini alternatif olarak oluşturmuş , taklit özellikleri taşıyan , muhafazakarlık gibi bir değerle sınırlayan ürünlerin uzun vadeli ve artan bir başarı sergileyebileceklerini zannetmiyorum.

Bu ürün Redbull ve Burns pazarından da pay alamayacaktır.

Ambalajı Redbull gibi bir ürünü taklit etme çağrışımında bulunması yerine daha farklı , otantik bir ambalaj olabilirdi. Mesir macununa gönderme yapılarak “ tarihsel geleneğimiz “ gibi bir sloganla taklit öğeleri silinip geleneksel bir içecek haline dönüştürülebilirdi. Böyle bir imajla ürün genç kitle kadar orta ve üstü kitlede de başarılı olabilirdi.

TwitterTakip

30 August 2008

Recep İvedik ile Turkcell reklamları



Recep İvedik ile Turkcell reklamları birçok kişi tarafından eleştirildi. Ahmet Hakan Recep İvedik karakterinin özdeşleştiği bir ürünü kullanmak istemediğini belirterek aslında çok da ciddiye alınmaması gereken kişisel bir tepki verdi. Ali Saydam ürün imajıyla kullanılan oyuncunun uyumsuzluğuna dikkat çekerek bu karakterin ürünün algılamasını aşağı çekeceğini söyledi.

Recep İvedik nasıl bir filmdir? Bence iğrenç
Senaryo çok basittir vs.
Bence bu filmdeki çoğu öğe oldukça başarısız olmasına rağmen bu kadar başarısızlığın arasında ilginç bir biçimde başarılı bir karakter ortaya çıkıyor. Bunun nedeni Türklere has olan davranışların ön plana çıkarak kendisini konuşulur kılması gibi nedenler olabilir ama sonuçta bu süreç ortaya Recep İvedik karekterini ortaya çıkarmıştır.

Bir espri normal olamaz. Olağanın dışına çıkması , bir dereceye kadar rahatsızlık yaratması , bir saldırıda bulunması vs. gerekir. Buradaki saldırıya bakarak “ saldırgan “ bayrağını bu espirinin etrafındaki her olaya ve kişiye taşımak yanlış olur.

Bence reklam son derece başarılı ve Turkcell bundan sonra da “kıro cell “ olmaz.

Şöyle bir açıdan da bakabiliriz ; Filmde Recep karekteri insanı tiksindirebilecek davranışlarda bulunuyor. Ancak , bu hareketler bu karakterle özdeşleştirilmeyip nihayetinde insanların sempati duyduğu bir kahraman çıkıyor. Eleştiriler haklı olsaydı Recep figürü iğrençliğin temsili olması gerekirdi.

TwitterTakip

Liderlik ve denge


İşletme fakültelerinin amacı lider ve yönetici yetiştirmektir. Çok nadir de olsa bunu bazen başarabiliyorlar. İşletme derslerinde bana öğretilen şeylerden bir tanesi de yöneticinin dengeli bir insan olması gerektiğiydi.

Dengeli ; yani benzer etkilere aynı yanıtları verebilen , istikrarlı…

Tecrübesiz , üniversiteden yeni mezun çalışanları niçin rakip olarak görmez , rekabetlerinden korkmazsınız ? Çünkü , ne yapabileceklerini tahmin edebilirsiniz. Yapabilecekleri bir denge içerisindedir ve bir sınırı vardır.

Tecrübeli özellikle de piyasada yetişmiş insanları ve firmaları her zaman daha dişli rakipler olarak görürüm. Keskin bir cesaretleri vardır ve en kötüsü de ne yapabileceklerini kestiremezsiniz.

Söz konusu dengeli bir insansa risk her zaman önceden satın alınabilir.

Her insanın 40 kapısı vardır , liderler 39 kapıyı açık bırakırken 1 tanesini kapalı tutarlar. Bu kapalı kapı diğerleri için umuttur.

TwitterTakip

29 August 2008

YTL'den TL'ye ve yeni iletişime geçiş


Değişimi doğru yönetemediğinizde değişimin adı istikrarsızlık olur.


Türkiye garipliklerin olduğu bir ülke ama " burası Türkiye " algılamasının bu kadar kuvvetli olmasının nedenlerinden bir tanesi de değişim karşısındaki iletişim başarısızlığıdır.


yeni ytl'den tl'ye geçiyoruz. Bunu gazete köşelerinde haberlerle ve yorumlarla okuduğunuzda aklınızda şöyle bir intibaa oluşur " yine birşeyler değiştiriyorlar " Oysa, bu değişimi doğru bir iletişimle kamuoyuyla paylaştığınızda , kontrolü ele aldığınız mesajını verir bu değişimi istikrarsızlıktan ayırmış olursunuz.


Türkiye genç bir ülke , değişimlerin hızlı olması , birkaç olaya birden maruz kalması çok normal ancak bu değişimler doğru bir iletişimle aktarılmadığı için bir kargaşalar ülkesi olarak anılıyor.


Merkez Bankasının tl'ye geçişini aşağıdaki gibi güzel bir çalışmayla duyurması çok başarılı bir uygulama.



TwitterTakip

28 August 2008

Dünün cahili okuma yazma bilmeyen kişi iken...


Dünün cahili okuma yazma bilmeyen kişiydi. Devletler bu sorunu nihayet çözebildi ama bu arada cahillik de biçim değiştirdi.Dünün cahili okuma yazma bilmeyen kişi iken, bugünün cahili kitle eğitimine , diplomaya ve öğretmenlerine fazla inanmış çok okumuş kişi.

Eskiden gençliğinizde öğrendiğiniz bir tecrübeyi gelecekte de kullanabiliyordunuz. Bugün ise siz yaşlandığınızda Dünya aynı tecrübenize aynı yanıtı vermiyor. Gençliği emanet ettiğimiz öğretmenlerin çoğu komşu ülkeleri düşman olarak bildi , damarlarında daha asil bir kanın aktığına inandı ve bu yüzden internet çağındaki yeni nesil ile iletişime geçemiyor.

Okuyun ! Daha çok okuyun ki böylece geçmişte öğrendiklerinizi daha çabuk unutabilirsiniz

TwitterTakip

Kabalık bir çeşit kendi olma cesareti midir ?


İş hayatında büyük işler başaran insanların ayrıntılara ayıracak zamanları yoktur , hatta bu bir çeşit yeteneksizliğe dönüşür zamanla. Ayrıntıları görebilen insanların ise bu ayrıntıları aşarak büyük resme ulaşmaları zordur.

Büyük adamların ufak kusurları olur , ayrıntıları es geçtikleri için. Küçük adamların büyük pişmanlıkları olur. Başarılı , büyük işler başarmış adamlarda belki de bu yüzden şaşırtıcı derecede kabalıklarına şahit olmuşumdur. Kabalık bir kusur mudur yoksa kendi olma cesareti midir , bilemiyorum.

TwitterTakip

27 August 2008

Bu işi de sen yap...


satış gibi , pazarlama gibi klasik meslek gruplarında çalışanlar istihdam ediyoruz ve yapılması gereken önemli işleri de bu çalışanların üzerlerine bindiriyoruz. Oysa başka departmanda çalışan bir kişinin o işi yapması biraz ilgilenmesi demektir. O işin sorumluluğunu hissetmez , o işte yoğunlaşamaz.

Örneğin , sektördeki değişim , gelecekteki yönelim , rakip firmalardaki ataklar… Rekabetin artması bu konuları kritik önemde olmasına neden oldu ama bu tür tahminleri , analizleri kimler yapıyor ? Satış temsilcileri…

Eğer bir firma yönetseydim içlerinden analiz yeteneği en kuvvetli olanı seçerek şöyle bir görev verirdim : geleceği tahmin et , senaryo üret , rakip darbe senaryoları oluştur , çılgın fikirler getir…

TwitterTakip

25 August 2008

İlişkilerde doğru zemin ve pozitiflik



Her şeye evet demeye hazır , el pençe divan duran insanları bilirsiniz. Karşıdaki kişiye gizlice “ ben kendimi sana adadım “ bağlılığı mesajıyla bir şekilde ikna etmeye çalışırlar. Kafadaki soru işaretlerini yok ederek mutlak bir güven aşılamak da bir ikna metodudur. Ancak çoğu kez bu yöntemin işlemediğini düşünüyorum.

Buradaki örnek bir abartı ama her zaman pozitif olmaya çalışan , hayır demeyen politikacı görüntüsündeki satıcıların ikna düzeyleri oldukça düşüktür. Her şeyden önce bu genel tavır ve nedensizlik davranışlarınızı anlamsızlaştırır.

Kalbini kırdığınız bir arkadaşınızı düşünelim. Aklınız sürekli onda kalır ve telafi etmek için uğraşırsınız. İlişki gayet iyi gitti ve tam bir mütabakat oluştuysa nokta koymak ve düşünmemek için de bir nedeniniz olur.

İlişkide oluşan soru işaretleri , tereddütler karşıdaki insanını sizi düşünmesi ve tekrar iletişime geçmek için bir fırsattır. Bu soru işaretlerinin ve tereddütlerin giderilerek ilerlenmesi ilişkiyi daha sağlam bir zemine taşır.

Her konuda anlaştığınız insanlar size sıkıcı ve samimiyetsiz gelir. Mutabakat dediğimiz şey problemlerin giderilmesiyle sağlanan bir ilerlemedir. Diğerini kayıtsızlık olarak adlandırmak daha doğru olur.

iyi ilişki kurma potansiyeliniz olan birisiyle mutlaka elle tutulur problemleriniz oluşur. Eğer hiçbir problem yoksa iyi bir ilişki için doğru zemin yok demektir.

Buradan yola çıkarak satış kitaplarında bahsedildiği gibi sürekli pozitif olma , hayır dememe gibi politik bir satıcı yaklaşımını reddediyorum. Bırakın problemler oluşsun , bu problemler üzerine kafa yorun ve müşterinizle birlikte emek harcayın. Bu çaba sizi daha çok birbirinize yaklaştıracaktır.

TwitterTakip

İnsanlara güvenme...



Bir patron altında çalışan bir kişinin gayet iyi niyetli ve çalışkan olduğunu görüyordu ve her durumda diğerlerine karşı savunuyordu.

En büyük hatası da bu inancıydı. O kişinin iyi olduğuna inanmak yerine rekabete inanmalıydı. Eğer inandığı kadar güçlü birisi ise zaten aralarından sıyrılacaktı.

Mesaj : İnsanlara güvenme…

TwitterTakip

23 August 2008

Cümleler genelleştikçe...


ışıltılı tabelada şöyle yazıyor : gülümsemenizi görmek bizi mutlu eder…

iyi bir slogan , güzel bir cümle kuruluşu ve nazik bir söylem… ama içi boş bir vaat

samimiyetsiz insanların samimiyetsizliğini nasıl anlarsınız ? Ucu size değmeyen şişkin cümleler kullanırlar…

hiç tanımadığınız bir insanla iş vasıtasıyla karşı karşıya geliyorsunuz : bir çok genel cümle sıralıyor…

kural 1 : bir insana iltifat etmek istiyorsanız yapmadığı bir şeyden dolayı iltifat etmeyin… iltifat yapılan bir iş üzerinden çıkıp genelleştikçe başka bir biçim alır…

burada şöyle bir itirazda bulunabilirsiniz : çapkınlar kızları cezp edebilmek için yapmadıkları şeylere iltifat ederler ve kızlar da inanır ???

evet , kızlar inanır ama bu kişinin çapkın olduğunu da hemen anlarlar. Buna rağmen dinlemeleri ve inanmak istemeleri ise sadece kızlarda bulunan müşteride ise bulunmayan farklı bir kimyadan kaynaklanır

TwitterTakip

20 August 2008

Kahve pazarı ve kaçırılan fırsat


3’ü bir arada kahve çeşitleri oldukça başarılı bir fikirdi. Ama bu pazarda eksik olan bir nokta yüzünden birçok satışın kaçtığı kanaatindeyim.

3’ü bir arada ürünlerini kimler tercih eder ? Genelde pratik ve hızlı kahve yudumlamak isteyen çalışan kesim. Bu anlamda bu ürün bu kitlenin ihtiyacıyla örtüşüyor. Örtüşmeyen nokta ise bu kitle standart bir damak zevkine sahip olmaması.Yani şeker oranından kahve oranına kadar bilinçli bir damak zevkine sahip olması.

3’ü bir arada ürünlerde ise şeker ve diğer malzemeler standart bir biçimde sunuluyor. Bu ufak poşetin içerisinde bu ürünler basit bir biçimde ayrıştırılamaz mı ? Daha az şeker isteyen yarısı kadar şekeri ekleme şansı olamaz mı ?
3’ü bir arada kantinlerden , kafelere kadar birçok yerde pratik olduğu için kullanılıyor ama bu pazarda daha birçok fırsat mevcut

TwitterTakip

TSK ve İletişim



Ordu’nun yönetim anlayışı , toplumla iletişimi gibi konularda oldukça başarısız olduğunu düşünüyorum. Halk arasında herkesin bildiği gibi ordu içerisindeki yolsuzluklar , şehir merkezlerinin en iyi arazilerin ordunun elinde atıl tutulması gibi eleştirileri duymuşsunuzdur. TSK da bu tür söylentileri duyuyor ama bununla ilgili herhangi bir şey yapmıyor.

Güngörende geçen aylarda bir patlama oldu. Ben TSK yöneticisi olsam bu olaydan yola çıkarak bazı iletişim çalışmaları ve uygulamaları yapardım.Örneğin , Ankara Bahçelievler 7. cadde şehrin en kalabalık olduğu caddedir. Ordunun da tam bu caddenin ortasında bir ordu evi var ve sürekli olarak bir asker burada bekliyor. Askerin beklediği noktaya yakın bir yere temiz ve büyük bir çöp konteynır’ı yerleştirilir , caddedeki diğer çöp kutuları toplatılır ve “güvenliğiniz için vs. “ bir yazıyla halka ufak da olsa bir şeyle yapıldığı , toplum güvenliği için çalışıldığı mesajı pekiştirilir.

TSK’ya olan güven şimdilik üst sıralarda çıkıyor ama bence TSK cepten yiyor.

TwitterTakip

09 August 2008

Değişen ne ???


Değişim bazı alanlarda kendisini daha çok hissettirir.Toplumsal olaylarda bu değişimi gözlemlemeniz güç iken teknolojide daha hızlı biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Fatih istanbul’un fethini surları delebilecek büyüklükte toplar döken yeni bir savaş aracı bularak gerçekleştirebilmişti. Bu fethin sonucuyla bu top’un icadını eşleştirebildiğimiz için bu değişimi ve yeniliği hızlı biçimde fark edebiliyoruz. Bununla birlikte işletmelerin yönetimleri , pazarlama anlayışları , insan kaynakları politikalarında da eski kalıpları yerle bir eden değişimler yaşanıyor. Büyük tehlike ise bunların gözden kaçabilmesi.

Örneğin 10 yıl öncesine kadar Devletler çok önemli aktörlerdi , sınırlar çok belirgin , millet kavramı bireyin kendisini tanımladığı ve içerisinde yok ettiği bir değerdi. Günümüzde ise Devlet bir hakem konumuna indirgenmiş ve ekonomik gücünü yitirmiş , sınırlar önemini kaybetmiş , millet yerine birey kavramı daha ön plana çıkmıştır.

Bu değişim içerisinde birey ve tüketici nasıl değişti ? Bu değişimi algılamadan , resimdeki kayışı doğru okumadan bu değişimle uyumlu bir tablo ortaya çıkartabilmek mümkün mü ?

Piyasada çok sık konuşulur ; ürün çeşitliliği çok arttı ? Acaba , artan ürün çeşitliliği mi arttı, yoksa müşteri çeşitliliği mi ? Ürün çeşitliliği müşteri farklılaşmasının bir sonucu olmasın ? Yukarıdaki tabloyu doğru okuyarak müşteri çeşitliliğinin artacağı tahmininde bulunarak ürün çeşitliliğini daha önce sağlanıp bir rekabet avantajı yakalanabilir miydi ? Yukarıdaki gibi toplumsal ve siyasi değişimleri okuyabilmek teorik , pratik geçerliliği olmayan bir fantezi mi yoksa ayakta kalmanın önemli bir unsuru mu ?

Başarı nasıl yakalanır ? Bu tür teorik bilgileri bir kenara bırakıp işinizi doğru yapmakla mı yoksa dış etkenleri doğru analiz edip buradaki değişimleri işinize uygulamakla mı ?

Devletleri var eden en önemli güç bugüne kadar birliktelik ruhu idi. Bir toplum ne kadar homojen olup , ortak bir değer etrafında birleşebiliyorsa o kadar güçlü idi. Bugün ise bir devleti güçlü kılan şey farklılık… Devletin vatandaşı ne kadar farklı olabiliyor , ne kadar bireyselliğini keşfedebiliyorsa o kadar yaratıcı ve üretici olabiliyor.

Bu topraklardan bir google , Microsoft çıkar mı ? Bu soruya hayır yanıtını veriyorsak bu sonucu bireysel yeteneksizlik gibi bir durumla açıklamak yanlış olur. Başarıyı algılayış , bireysellik , rekabet kültürü gibi birçok kültürel etken hayır sorusunu içerisinde barındırıyor.

Ülkelerin değerleri nasıl bireyin başarı durumunu etkiliyorsa şirketlerdeki motivasyon , verimlilik anlayışları da çalışanlarınızın ve şirketinizin başarısında önemli bir etkendir.

İnsanlar bugüne kadar çekirdek bir aile içerisinde büyüdü , sonra toplumu tanıdı. Bunların hepsi bireye bir aidiyet duygusu veriyordu. Bugün ki birey ise doğduğu andan itibaren küçük bir köye dönüşmüş olan Dünya değerleri içerisinde buluyor kendisini. Kendisini ait hissettiği değerler yıkılırken tüketim , moda gibi yeni aidiyet alanları oluşuyor. Bir şirket olarak bireydeki bu aidiyet açlığını ıskaladıysanız, bu değişime uygun bir pazarlama anlayışı geliştiremediyseniz surları boşuna dövüyorsunuz demektir.

Bu aidiyet duygusu işinizle ilgisiz gibi görünebilmesine rağmen tasarımlarınızdaki renklerden , çizgilerden , ürün çeşidine kadar birçok noktada etkili. Bu sene turkuaz rengi moda ama niçin ? Yoksa , Renkler sırayla mı moda oluyor , tesadüfen mi belirleniyor ? Ünlü moda tasarımcıları renkleri ortaya çıkartırken toplumsal değişimi , buna bağlı olarak oluşan toplumsal açlığı tespit ederek ihtiyaçla örtüşecek doğru araçları bulmaya çalışıyorlar. Bu değişimi algılayabildikleri ve yönetebildikleri için başarılılar , yani değişim ile yaptığınız iş arasındaki bağlantı burada da ortaya çıkıyor.

Günümüz ekonomisi birçok ekonomist tarafından Darwinist ekonomi olarak adlandırılıyor ; yani değişime ayak uydurabilenler ayakta kalırken , değişimin dışında kalanlar eleniyor.

TwitterTakip

Daha fazla disiplin suistimali önler mi ?


Yollara konulan radar araçlarının amacı hızı ve dolayısıyla kazaları engellemektir. Basit bir mantıkla daha fazla hızı cezalandırırsanız insanlar daha yavaş araba kullanır ve daha az kaza olur. Acaba ?

Daha yüksek gelir daha çok çalışmayı mı getirir ? Daha sıkı kontrol ve disiplin suistimali önler mi ?

İnsan psikolojisi söz konusu olduğunda doğrudan mantığın üzerine yorum yapmak gerekir. Psikoloji , ruhsal durum çoğu zaman aklın yolundan uzaklaşır.

Radar konulması kişinin kendi oto kontrolünü azaltır. Denetimi kendi bilincinden alarak dış bir etkene bağlar. Bu da araç sürüşünün daha sorumsuzca yapılmasına neden olur.

Radar kontrolü sürücü üzerinde baskı yaratır ve sürücü radar olmadığına emin olduğu noktalarda kendisini daha özgür hisseder ; bu noktaları bir fırsat olarak görür ve değerlendirmeye çalışır.

Radar kurallarının 30 km gibi mantıksız hız limitlerine düşmesi hızı meşrulaştırırken , kuralları anlamsızlaştırır. Kişi kuralların dışına çıkmak için somut bir bahane bulmuş olur.

Rüşvet gibi olayları önleyemediğiniz için sürücüler arasında dayanışma doğar. Sürücüler radar’a karşı birbirlerini uyarırlar ve kurallar bir karşıtlık , mücadele edilmesi gereken bir unsurmuş gibi algılanır.

TwitterTakip

06 August 2008

Satışta doğru başlangıç


İnsanlar bir ürünü almaya her zaman istekli midir ? Hayır… Ama gülmeye , hüzünlenmeye , güncel konularda sohbet etmeye ve öğrenmeye isteklidir , bunlardan birisine sürekli bir biçimde uygun psikolojik durumdadır. Öyleyse iyi bir satış asla satış ile başlamaz

TwitterTakip

05 August 2008

Beyaz yalanlara karşı beyaz taktik


Savaş sırasında insanları sorgulamak için şöyle bir yol izlenir : ilk soru öğrenmek istediğiniz cevabın kendisidir

Ama hiç kimse size cevabı kolay bir şekilde vermez

Bu bir oyundur ve galip gelmeden doğru cevabın kapısını aralayamazsınız , yani yalan söylendiğini ortaya çıkarmanız gerekir. Burada çelişkileri , tutarsızlıkları ,tereddütleri , hikayedeki boşlukları kullanarak ilerlersiniz

Soru 1 : burada ne arıyorsun
Cevap 1 : yolumu kaybettim

Bundan sonra çok hızlı bir şekilde soru sormaya devam edersiniz. Size yalan söylemeye kararlı bir kişinin soracağınız sorular konusunda 4-5 kurgusu vardır. İlk sorduğunuz 4-5 sorunun cevabı zaten kurgulanmıştır. Bundan sonraki sorularla gittikçe dibe inersiniz , hazırlıksız olduğu , kurgulanmamış kısma

Buradaki cevapları gerçeğe daha yakın olacak , sizi doğru cevaba daha çok yaklaştıracaktır

İlk 4-5 cevaba hazırlıklı iken dipteki sorularda gerçeklerden destek almak , hikayesinin tutarlı olması için gerçekle bir dereceye kadar paralel gitmek zorundadır

----- *** -----

normal hayatta bir gerçeği öğrenmek için bu kadar soruyu ard arda sorma imkanınız yoktur. Karşıdaki insanın bu kadar baskı altına alamazsınız. Ama buradaki sorgu taktiğinden şu şekilde faydalanabilirsiniz.

Soru 1 : bu ürünü niçin bana bu kadar geç gönderdin ?

Bu sorunun cevabı birkaç şekilde kurgulanmıştır. Bundan sonra soracağınız önceki 2-3 aşama soruların da cevapları hazırdır. Siz bu cevapları atlayarak dipte kalan bir soruyu sormalısınız

TwitterTakip

02 August 2008

Taklitler aslını yaşatır mı yoksa öldürür mü ?


Ankara’daki İndeks kitapevi kapatma kararı almış ve çok büyük bir yazıyla da şöyle yazmış: Korsana yenildik , kitapları % 50 indirimle satıyor ve kapatıyoruz

Bizler başarısızlık durumunda önce Devleti suçlarız : Nerede bu Devlet ! Sonra da geçmişi , koşulları ve çevremizi…

Duruma diğer açıdan bakmaya çalışalım

Korsan kitap satışı gerçekten de sizin satışlarınızı durdurur mu , yoksa bazı kitapların daha çok yayılmasını , daha konuşulur olmasını , gündemi daha çok meşkul etmesini ve ilginin artmasını mı sağlar ? Korsan kitap alan kişileri incelersek ; genellikle kitap okuma alışkanlığı zayıf , popüler kitapları tercih eden ve çoğu kez bir kitaba başlayıp sonunu getiremeyen bir kesimdir. Böyle bir kitle sizin müşterilerinizin % 1’lik bir kesimini daha kapsamaz. Burada satılan kitaplar ise top 10 listesindeki 10-11 kitabı kapsar. Yani , çakışma yüzdesinin çok zayıf olduğunu görüyoruz. Yani korsanın eksi ya da artı tartışılır birkaç etkisi olabilir ama kapatmayı gerektirecek kadar etkili olduğunu düşünmüyorum. Hatta derinliğine incelersek kanaatimce kitap satışlarını olumlu etkileyecek birçok nedenin daha ağır bastığını düşünüyorum.

Bence kitapçıların bu yenilgisinin arkasında daha farklı nedenler var. Her krizde Çin , Devlet politikası ve korsan gibi klişeleri tekrarlamak bizi doğru sonuca götürmez

Kitap satışlarını etkileyen faktörlerin başında bilgiye ulaşma kaynaklarındaki değişim yatıyor. İnternet , Tv gibi iletişim araçları daha görsel bir sunumla daha çok tüketici çekiyor. Bu değişim sadece kitap satışlarını değil gazete ve dergi satışlarını da vuruyor.

Bununla mücadele için önce sorunu tesbit etmek , tüketicinin neden uzaklaştığının yanıtını bulmak sonra da buradan çıkarak çözümler bulmak , farklı bir pazarlama yaklaşımı geliştirmek gerekiyor. Basit olan ise ; korsana yenildik deyip , kitapları % 50 indirimle elden çıkartmaktır

Lacoste, Nike , Adidas gibi markaların imitasyonlarını her köşe başında 10 ytl gibi rakamlara bulabilirsiniz. Alt gelir seviyesinden Lacoste imitasyonu tişörtlerle sokaklarda dolaşması acaba satışları düşürüyor mu yoksa buradaki özenti ve iştah Lacoste firmasının asıl tüketicisindeki isteği daha anlamlı kılıp daha da mı yoğunlaştırıyor. 10 ytl’ye tişört alan bir genç 1o ytl’ye o tişörtü bulamasaydı Lacoste mağazasına gidip 150 ytl ye o ürünü alır mıydı ? Gerçek sadek tüketici kitlesiyle taklitleriyle yetinenler arasındaki örtüşme oranı nedir ? Taklitler aslını öldürür mü yaşatır mı ?

TwitterTakip

01 August 2008

Şirketinizdeki Ergenekon


Ergenekon eylemleri itibariyle bir suç örgütü ama bence bu örgütün fikri temelleri toplumun kültürüne , eğitim anlayışına , şirketlere ve aileye kadar uzanıyor.

İşin eylem tarafını bir tarafa bırakarak şöyle düşünün ; Ergenekon ne yapıyor ?

Doğruyu bildiğini düşünüyor ve bu doğruyu diğerlerinin doğrusunun üstünde tutuyor.

Sizce toplumumuzda varolan şirketlerin çoğu nasıl yönetiliyor ? Tecrübe , kariyer , verim mi ön planda yoksa ilişkiler , yönetime yakınlık , taraf olma durumu mu ?

Birçok şirkette çalıştım bir birçoğunu da gözlemleme şansım oldu ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ; her Türk şirketinin içinde bir Ergenekon mutlaka vardır.

Çalışanlar arasında zamanla oluşmuş bir yakınlık vardır ve bu yakınlığın işe yansımasını , verimliliğin önüne geçmesini yani kayırmacılığa dönüşmesini önleyemezsiniz

Her zaman birileri rakamlardan , deneyimlerden ve müşterilerden daha çok şey bilir ve güçlü bir etkiye sahiptir

TwitterTakip

28 July 2008

McDonald's için bir öneri daha


McDonald’s niçin kahvaltı menüsü hazırlamaz, demiştik 1 ay önceki bir yazımızda ve McDonald’s dan kahvaltı menüsü geldi. Şimdi ise başka bir önerimizi dile getirelim.

McDonald’s müşterilerini düşünün. Öğle vakti bu restaurant’a gidiyorlar , hamburgerlerini yiyorlar , arkasından çaylarını içiyorlar ya da dondurmalarını yiyorlar. Peki , McDonald’s bu sadık tüketici kitlesini niçin akşam vakti tekrar kapısından içeri sokmayı beceremiyor. Yaz günü Ankara Bahçelievler’de dolaşmaya çıkmış bir genç niçin McDonald’s ı tercih etsin. Menü aynı , değişen hiçbir şey yok.

Akşam saatleri için yalnızca akşam saat 7 ‘den sonra hizmete sunulan değişik bir çay türü düşünülemez mi ? McDonald’s şu an herkesin evinde ya da başka bir yerde kolaylıkla içebileceği Lipton hazır çayları servis ediyor. Akşam saatleri için vaat edebileceği hiçbir değişik ürünü ise mevcut değil ; öğlen vakti sunduğu standart ürünleri akşam vakti tekrarlıyor.

Yaz dönemlerinde otellere gittiğinizde akşam vakti için sandalyeler , masalar ve ortamdaki birkaç aksesuar değiştirilerek farklı bir ortam izlenimi yaratılır , ortamdan farklı bir haz almanız sağlanır. “ McDonald’s akşam saatleri “ adıyla çok basit bir değişiklikle sıkıcı metal sandalye ve masalarını dahi değiştirebilir. Saat 7’den sonra o koşuşturmaca bitiyor , ortam bir derece farklılaşıyor , McDonald’s size farklı bir lezzet sunuyor. Siz ise bu değişime , farklı zamanlarınız için çözümler üretebilmesine ve her zaman yanınızda olmasına hayran kalarak daha çok zaman geçiriyor , daha çok şey paylaşıyorsunuz.

Birisi bana 2 defa aynı ürünü yedirirse bu karşı tarafın hatasıdır , 3 defa yedirirse bu benim hatamdır ; müşteri aynı hatayı 3 defa tekrarlamaz

TwitterTakip

23 July 2008

Güven üzerine


Gelecekte insanların eksikliğini hissettikleri en önemli ihtiyaç bence “ güven “ olacak.

19. y.y.’da bir köyde yaşayan çiftçi sizden daha az imkanlara sahip olmasına rağmen sizden daha mutluydu. Çünkü, sizden daha az biliyor, bilmediğine inanıyordu…

bilim denen şey, teflon tavayı icat edip yumurtanızın yapışmamasını sağlarken, bir çok değerinizi de inançlarınızı da alıp götürdü

bilim geliştikçe güven duyabileceğinizi şeylerin sayısı giderek azalacaktır

Güven ;

Karl Marx’a göre güvensizliğin nedeni Burjuvaziydi…

Machiavelli’ye göre güven duymak için diğer insanlara korku salmanız gerekiyordu , diğerlerinin sizden korkması sizin için bir güvenceydi

Rousseau ise sanayi toplumlarında güven unsurunun mümkün olamayacağını söylüyordu

Nietzsche’ye göre güvensizlik insanı vareden , korkulmaması gereken bir şeydi… Güvensizlik içinde daha çok düşünecek ve kendinizi keşfedebilecektiniz

Sizce güven ile ilgili hangi yaklaşım doğru ?

Aslında hepsinde önemli bir doğruluk payı var , farklılık ise bu düşünürlerin durduğu yere göre değişiyor. Machiavelli , güven konusuna güç açısından yaklaşıyor , Nietzsche insanın üstün insana dönüşmesi ve kendini kurtarabilmesi açısından , Marx ise kapitalist sistem eleştirisi açısından…

Doğru yoktur , doğru aldığınız pozisyona göre şekil alır

Bir pazarlamacıysanız sizin için güven’in anlamı farklı , satıcıysanız daha farklıdır

Pazarlamacı : Güven insanlara diğerleri gibi olabildiğini hissettirebilmektir

Satıcı : insanların satınalma kararlarını kendisinin verdiğine inanmalarıdır

Yönetici : Güven istikrardır

Muhasebeci : Güven sistemdir

TwitterTakip

20 July 2008

Steve&Barry battı


Steve&Barry bir kampusten büyüyerek yüzlerce mağaza sayısına ulaşan başarılı bir örnekti. Ürünlerinin çok ucuz olmasından dolayı birçok insanı mağazasına çekiyor , kulaktan kulağa yayılıyordu. Bazı yorumcular gereğinden fazla hızlı büyümesi sonucu kontrolü yitirdiklerini söylüyorlar. Firma birçok ünlü isimle anlaşarak bu ünlülere kendi tarzlarında ürünler tasarlatıyor ve satışa sunuyordu. Hatta alışveriş merkezleri bu mağazaların kendi merkezlerinde mağaza açmaları için hava parası ödüyorlardı.

Facebook da ülkemizde çok hızlı yayıldı ama bu güncelliğini devam ettirebildi mi ? Bu tür farklı fikirler, bu farklılıklarından dolayı birçok müşteri çekiyorlar ama bir süre sonra heyecanını yitirebiliyor. Bu tür organizasyonlarının heyecanını yitirme nedeni çok hızlı büyüme sonucunda kitleselleşerek ayırt edici özelliklerini yitirmeleri olabilir mi ?

McDonald’s çocuklara ve gençlere hitap etmekle birlikte , madem bu kadar mağazamız oldu o halde , orta yaş üstü insanlara , emeklilere , ev hanımlarına da hizmet verelim , düşüncesiyle seğmentini daha da genişletse daha çok müşteri mi çekmiş olur ?

Facebook sınırlı bir genç kesim ile kendisini korusa daha cazip ve heyecanını koruyabilen bir yapısı olmaz mıydı ? Bu kadar kolay ulaşılabilmesi ifade ettiği değeri azaltmıyor mu ?

TwitterTakip

19 July 2008

Satış nedir , klasik satış ve modern yaklaşım


Home Trend dergisinde yayınlanan bugün ki yazım ;


Ekonomi biliminin babası Adam Smith, ekonomiyi tanımlarken, ekonomik düzeni sağlayan “ gizli el “ teorisini ortaya atıyordu. Bu teoriye göre herkes bencil davranıp kendisi açısından en doğru kararı verdiğinde ortaya ekonomik bir düzen çıkıyordu. Adam Smith’in ekonomiyi bu kadar gizemli bir hale getirip, rasyonel olmayan bir kavramla açıklamasının nedeni ekonomi içerisinde tahmin dahi edemeyeceğiniz birçok etkenin etkili olmasıydı.

İnsanlar niçin bir ürünü satın alır ?
Fiyatından dolayı mı , satıcıya güven duyduklarından dolayı mı yoksa ürünün kalitesinden dolayı mı ?
Bu sorulara net biçimde yanıt vermenin kolay olmadığını görüyoruz. Bir müşteriye bu ürünü niçin satın alıyorsun, şeklinde sorduğunuzda size birkaç yanıt verecektir ama araştırmalar müşterilerin söyledikleri nedenlerin gerçek nedenler olmadıklarını gösteriyor.

Modern yaklaşıma göre insanlar akıllarıyla değil, duygularıyla satın alıyorlar ; akıl sadece tastik ediyor. Duygu ve bilinçaltı faktörünün satış ve pazarlamada bu kadar ön plana geçmesi, Adam Smith’in “Gizli el” teorisini satış işinde de geçerli olabileceğini , satışın da gizemli bir yönünün olduğunu gösteriyor.

Satış zannedildiği kadar rasyonel bir süreç değildir. Otomobiller alınırken sadece taşımacılık sorununu gidermek için araç satın alınmaz , otomobilin sağlayacağı prestij ve imaj , müşterinin yer aldığı sosyal tabaka gibi faktörler de belirleyicidir. Satın almada amaç ürüne salt sahip olmak değildir , fayda her zaman üründen daha büyüktür. İnsanlar boya almazlar , evlerinin güzelliğini , bakımını ve estetiğini satın alırlar.Satın alınan faydadır.Başarılı satıcılar ürünün kendisi yerine , ürünün alıcının gereksinimlerine karşılık verip örtüşen yararlarını vurgularlar.İyi bir satıcı müşterinin rastgele söylediklerini not ederek beklenilen faydayı tesbit eder , bu satışta izlenecek yoldur. Bir müşteri bu araç ne kadar hız yapar diye soruyorsa aracın ne kadar ekonomik olduğunu vurgulayarak satışı devam ettirmek hatadır.

Satıştaki değişim ;

Satış eskiden kutuplardaki adama buzdolabı satabilmek olarak tanımlanırken , şirketler artık bu tür bir satışın sürdürülebilir başarıyı getirmediğini görüyorlar. Bu tür bir satışın ilişkileri güçlendirmek yerine, ilişkileri yorduğu ve güveni zedelediğini düşünüyorlar. Eğer, şirketinizde çalışan bir kişi diğerlerine göre başarılıysa aslında bu başarı bir anlam ifade etmiyor ; eğer bu kişinin başarısını alıp bir sistem haline getiremiyor ve diğer çalışanlara yayamıyorsanız böyle bir başarı yanıltıcı bir tablo çıkartıyor.

Satış mesleğini eskiden basit bir mantıkla müşteriyle diyalog , ikna becerisi gibi basit yeteneklere indirgeniyordu. Bugün ki anlayışta ise Satış artık iletişim kurabilme değil , iletişimi yönetebilme becerisi olarak tanımlanıyor. İletişim kurabilmeyi daha çok her insanda olması gereken son derece normal insani bir yetenek olarak tanımlıyoruz.

Satış şovlarıyla , etkili cümlelerle, müşteri üzerinde baskı kurarak satış yapmayı, sıfır toplamlı oyun olarak adlandırıyoruz. Bir tarafın kazandığı diğer tarafın ise kaybettiği bir mantığın uzun süre devam etmesi mümkün değildir.Modern yaklaşım her iki tarafın da kazandığı stratejik bir pazarlama yaklaşımına yaslanan satış biçimini benimsiyor.

Gelecek yıllarda ;

Ürünlerin çok çeşitlenmesi ve alıcıların bu çeşitlilik karşısında hakimiyetlerini yitirmesiyle satıcılık ürün danışmanlığına doğru bir kayış sergileyecek. Satıcılar daha çok uzmanlaşarak daha da fokuslanarak çalışacak

Satış bireyin yeteneklerine göre piyasada şekillenen bir durum olmaktan çıkıp , pazarlama ile entegre , daha organize hale gelecek. Bunu mikro satıştan makro satışa geçiş olarak da yorumlayabiliriz. Müşteriye göre alınan pozisyondan bütün resmi gören daha stratejik bir satışa dönüşecek

Birkaç Not ;

İnsanlar kendilerine satış yapılmasını sevmezler, ama satın almaya bayılırlar. Bir müşteri satın aldığı zaman kendisine satış yapıldığını değil , o malı almayı kendisinin tercih ettiğini hissetmelidir.Satıcının işi satmak değil , müşterinin satın almayı isteyecek motivasyonu ve isteği yaratmaktır.

Satıcı “ nasıl satarım” sorusunu değil , “ insanlar niçin satın alır ” sorusun sormalıdır. Kendi nedenlerinizi kabul ettirmek yerine, nedenler yaratmak daha uzun vadeli ve kazandıran bir yaklaşımdır


TwitterTakip

18 July 2008

Gerçekten de istiyor musun ?



Bir satıcı ile müşteri yıllar sonra samimi olduklarında satıcı müşterisine soruyor : seninle ilk karşılaştığımızda o ürünü niçin satın almadın ?

Müşteri : Hiç bu ürünü satın al demedin ki sürekli ürünü anlattın , özelliklerinden bahsettin ve jest-mimiklerimdeki isteksizliğe bakarak kendi kendine bir karara varıp çekip gittin…

Erkek arkadaşı yıllar sonra kıza soruyor : seninle iyi bir arkadaşlığımız var ve bir şeyler hissettiğini ben de biliyorum , niçin hep arkadaş olarak kaldık , sevgili olamadık…

Kız : bunu hiç sormadın ki , hiç seni seviyorum demedin…

İstemek ile istiyor gibi görünmek , ima etmek , anlatmaya çalışmak ve karşıdaki insanın anlamasını beklemek arasında önemli bir fark vardır.

Satmak istediğini açıkça belirtmeden müşteri ; normal rutin bir görevini yapıyor , satış yapmak istediğini açıkça belirtmediğine göre herhalde biraz daha zaman gerekli , birkaç aşamadan sonra almak daha doğru gibi düşüncelere kapılabilir

İkinci Dünya savaşı sırasında Amerika’nın askerlik için insanları çağırmada kullandığı afiş şöyle diyordu : Amerikan ordusu seni istiyor… Orduya yazılmak için başvurunuz gibi genel ve kimsenin üzerine alınmayacağı bir cümle yerine resimdeki el işareti sizi göstererek net bir istekte bulunuyordu

Ne istediğinizi net bir biçimde belirtin. Çoğu ikna cümlelerinden daha etkili cümle : Bu işi gerçekten de istiyorum , cümlesidir.

Ne istediğinizi hissettirebilseniz ve ikna edebilseniz dahi doğru cümleyi sizin ağzınızdan duymayan bir kimse “ acaba yeteri kadar istiyor mu “ şüphesini duyacaktır.

TwitterTakip

Çetinkaya mağazaları ve Nike



Çetinkaya mağazaları tekstil bölümünde sattığı ürünleri fason olarak dışarıda yaptırıyor. Alıp sattığı bazı markalar da mevcut.

Bugün bir vesileyle uğradığım mağazada şöyle bir tabloyla karşılaştım. Kendi fason olarak yaptırdığı ürünleri gayet uygun fiyatlara satıyor , iyi bir şekilde teşhir ediyor. Bunun yanında Nıke ve Lee markası da mevcut. Nıke ve Lee markalı ürünler ise desen olarak , tarz olarak modası geçmiş , satılabilir ürünler değil. Fiyatlarına baktığınızda ise bu ürünlere göre aşırı pahalı olduklarını görüyorsunuz. Bu tabloyu gördüğümde aklımda acaba sorusu oluştu.

Acaba satılabilir olmayan ürünlere yüksek fiyatlar koyarak tüketicide göreceli bir yanılsama mı yaratılmaya çalışılıyor?

Marka olmayan , uygun fiyatlı fason ürünlere tüketici baktığında hemen bir kıyaslama yapmaya çalışır. Daha önceki gördüğü ürünler , bu ürünlerin fiyatları ve markalar bu kıyaslamada bir ölçüttür. Bu kıyaslamada bir yanılsama yaratmak için bu markalar ve fiyatları yem olarak kullanılmış olabilir mi ?

Tüketici bilinçaltından gelen “ güzel ama marka değil “ savunmasına karşı “ al işte marka ve fiyatı da burada “ yanıtını vermek için bu ürünler sergileniyor olabilir mi?

TwitterTakip

17 July 2008

Yanılsamalar


Gazetelerin % 60’lık bir bölümü reklamlarla doludur. Televizyonların ise sadece %20’lik kısmı. Buna rağmen insanlar televizyonlarda çok fazla reklam gösterildiğinden şikayetçidir. Böyle bir şikayeti ise gazeteler konusunda hiç duymadım.

Dilencilerin çoğu gerçekten de karnını dahi doyuramayacak durumdadır. Yaşlı bir kadın, kar altında soğuk betonun üzerinde otururken, yanından geçen çoğu insan şöyle düşünür ; ceplerini karıştırsan benden dahi çok parası vardır…

İnsan bilinçaltı yanılsamalarla doludur

Bir satıcı biraz ileride duran sorumluya seslenerek ; bu ürünün fiyatı ne kadar , diye soruyor. Sorumlu daha önceki danışıklı dövüş neticesinde fiyatı 2 katı söylüyor ; 100 ytl diyor. Satıcı ise sanki yanlış duymuş gibi 50 ytl efendim , diye yanındaki müşteriye cevap veriyor. Müşteri yerde cüzdan bulmuş gibi hemen ürünü alıp dükkandan uzaklaşıyor

İş hayatında doğrularla değil , analizlerle , gözlemlerle hareket etmek gerekir. Doğru sizin içinizde tutarlı dış dünyayla ise uyumsuz bir noktaya çıkartabilir sizi. Ne zaman “hayat çok adaletsiz “ gibi yakınmalar içerisinde bulsanız kendinizi, kendi doğrularınızla hareket ettiğinizi anlayabilirsiniz

TwitterTakip

13 July 2008

Alışkanlıklar ve tüketici davranışı


Carrefour gibi bir marketiniz olduğunu düşünelim. X müşterisi hafta sonları gezmek için sık sık mağazanıza geliyor. X müşterisi marketi ziyaret ettiği ilk zamanlarda alışveriş yapma tecrübesini yaşamışsa daha sonraki ziyaretlerinde ihtiyacı olmasa dahi alışveriş yapma eğilimi gösteriyor. Yani , eğer müşteri ilk 10 ziyaretinde bir şekilde marketten bir şey almadan çıkmadıysa 11. ziyaretinde ihtiyacı olmasa dahi bir şey almadığında bir eksiklik hissediyor , alışveriş yapma eğilimi güçleniyor.

Buna alışkanlık da diyebiliriz. Alışkanlığın daha sonraki davranışları etkileme gücü…

Y adında bir operatörünüz olduğunu düşünelim. Müşterinize aile içi görüşme için ücretsiz bir 10 dakika veriyorsanız ve bu 6-7 ay gibi bir süre devam ediyorsa , bu kampanyanız bittiğinde de müşteriniz her gün konuşma ihtiyacı hissediyor. Hatta bu alışkanlık bir ihtiyaca dönüşerek müşterinin ilişkide olduğu diğer insanlara da kayıyor.

Tüketici davranışlarında alışkanlık bu kadar önemlidir. Tüketicinizde bu alışkanlığı nasıl yaratabilirsiniz, alışkanlıkları nasıl yönetebilirsiniz sorusu her gün kendi kendinize sormanız gereken önemli bir sorudur.

Bir davranış alışkanlığa dönüştükten sonra artık bir ihtiyaçtır.

Son zamanlarda AVM sayılarında önemli bir artış var. Tüketicide ise bu tür alışveriş merkezlerine karşı yoğun bir merak var. Ancak , tüketici birkaç defa gidip deneyim edindikten sonra merakını gideriyor ve çoğu AVM bu ziyaretlerin devamlılığını sağlayamıyor. Oysa , tüketicideki bu ilk merak ve ziyaretler önemli bir fırsattır. Tüketiciyi şaşırtabildğiniz , güzel vakit geçirmesini sağlayabildiğiniz ölçüde tüketici ne zaman sıkılsa , bir boşluk yakalasa bu alışkanlık tüketiciyi uyaracaktır.

TwitterTakip

12 July 2008

Tam bir Çin işkencesi



Savaşları hep sonuçlarıyla değerlendirir , ortaya çıkardığı kahramanlarıyla anarız. Oysa , savaş sırasındaki ayrıntılar çok daha önemlidir benim için.

Örneğin , Kurtuluş savaşı sırasında esirlere ne yaptık ? “Bre kafir “ diyerek öldürdük mü , kendi esirlerimizle mi değiştirdik ?

Çinliler, Amerikalı esirlere psikolog ve sosyologlarla çalışarak farklı bir propaganda türü geliştirmişti. Öncelikle esirlere gayet iyi davranıyorlardı , sonra ufak adımlarla başlayarak kendi ülkelerini eleştirmelerini sağlıyorlardı.
Örneğin , önce “Amerika da herkesin bildiği gibi mükemmel bir ülke değildir “ gibi basit ve ufak adımlarla başlıyorlardı. Daha sonra “Çin’de herkesin bir işi var” gibi cümlelerle ilerleme sağlanıyordu ve bu eleştiriler gittikçe sertleşiyordu. Kampta kalan askerlerin birbirlerin arasındaki dayanışma ve milliyetçilik duygusu da kırılmalıydı. Bunun için ispiyonculuk dedikleri bir sistem geliştirmişlerdi. Esirlerin birbirlerini ispiyonlamaları sağlanarak aralarındaki güven zedeleniyor , esirlerin kendilerini yalnız hissetmeleri sağlanıyordu. Esirler değiştirildikleri zaman dahi topluma uyum sağlayamıyor , diğerlerine güvenemiyor ve sistemi eleştirdiklerinden dolayı kendi insanları cephe alıyorlardı.

Bugün için bu ispiyonculuk sisteminin çoğu şirkette bizzat patronlar tarafından kurulması şaşırtıcı

.
“Bir Türk Dünyaya bedeldir “ gibi sözcüklerin altında da böyle bir psikoloji yatar. Bu tür sözcükleri söyletmek savaşlarda yenilmiş , teknolojide ve bilimde geri kalmış , ekonomisi yıkılmış bir toplumun tekrar kendine güven duymasını sağlar. Tek fark bu koşullamanın abartılarak toplumsal bir işkenceye dönüşmesi olabilir. Parti kapatmalarının , Yotube yasaklarının altında da bu psikoloji vardır. Toplum ufak adımlarla ilerleyip, cümlelerini ezberlemişken bu ezberi bozacak noktalar ortadan kaldırılır. Gerçekten de tam bir Çin işkencesi…

TwitterTakip

Müşteriler, dış bir etken tarafından uyarılmadıkları zaman akıllarına gelen ilk şey...



Küçük çocuklara üzerine düşünecekleri ve ilgilerini çekebilecek bir konu verebilirseniz hem sıkılmazlar hem de sizinle bu konu üzerinden iletişim kurarlar.

Aynı durum müşteri için de geçerlidir. Müşterinin mağazanıza girdiğini düşünelim. Çalışan personeliniz müşteriyle iletişim kurmaya çalışıyor ama ya mağazanız ?

Mağazanız da müzik ile , aydınlatma ile müşterinizle bir iletişim içerisine girer.

İnsanlar mağazanızdan çıktıkları anda bütün bu iletişim noktalarının bir muhasebesi çıkar.Biz bu muhasebeye iyi deneyim ya da kötü deneyim , diyoruz.

Müşteriler boş kaldıkları , yapacak bir şey bulamadıkları , dış bir etken tarafından uyarılmadıkları zaman akıllarına gelen ilk şey çekip gitmektir.

Mağazada müşteriyle ilgilenen iki unsur vardır : 1- çalışan personeliniz 2- mağazanız

Çalışan personelin ilgisinin belirli bir doyum noktası vardır , bu nokta aşıldıktan sonra ters etki yaratır. Dolayısıyla , mağaza personelinize yardımcı olacak dış etkenler çok iyi ayarlanmalıdır

Farz edelim ki bir ayakkabı satıyorsunuz. Ayakkabınızın 10 tane farklı , bahsedilmeye değer özelliği var. Niçin bu 10 özelliği de mağaza çalışanına söyleterek çalışanın kurduğu iletişimi riske atıyorsunuz. Bunları arda arda sıralayarak çalışanın satıcı pozisyonundan sıyrılıp daha güven verici bir pozisyona geçmesini önlemiş olursunuz.

Her şeyi anlatmayı mağaza çalışanına bırakmak yerine diğer ek materyallerden de faydalanmalısınız. Örneğin , Greyder ayakkabı markası ayakkabıların su geçirmezliğini tatmin edici biçimde satıcının 3-4 dakika kendisini paralayarak anlatması yerine basit bir akvaryum benzeri mekanizmayla daha basit biçimde anlatmayı yeğliyor.

Bu tür anlatım metodları hem satıcınızın iletişimdeki doyum noktasını aşmamasını sağlar hem de boş anları değerlendirmesini sağlar.

TwitterTakip

10 July 2008

Diş macunları ve ambalaj


Süpermarketlere gittiğinizde diş macunu standlarının önüne geçin ve bakın. Hepsinin benzer ambalajlarda olduklarını göreceksiniz , tek farklılık renkleri ve ebatları.

Bu kategoride yer alan ürünlerin arkalarında ise uluslar arası firmalar mevcut. Zaten bu kadar benzerlik ve farklılaşamama ancak bu kadar büyüklükle mümkündür

Diş macunu standlarının karşısına geçtiğinizde hiçbirisinin ambalajı dikkatinizi çekmiyor ve farklılaşamıyor. Her bir firma tüketicisine bağırıyor ama benzer şekilde ; ben daha ucuzum , daha büyüğüm , %25 hediye vs.

Diş macununu bir insan günde 2 ya da 3 defa kullanır ve kapağı açmanın bir problem olduğunu söyleyebiliriz , daha pratik bir yöntem bulunabilir

Diş macunu ambalajlarında , son kısımlarda ise tüp ile bir kavgaya girersiniz. Ya dibe birikmiştir ya da ağız kısmında daha birçok macun vardır ve sıkamazsınız

Eğer bir diş macunu ürünü çıkartacak olsaydım ilk dikkat edeceğim nokta ambalajı olurdu. Bu kadar benzerlik ve tekrar dışarıdan bir oyuncuya davetiye çıkartıyor

TwitterTakip

iyilik ve kötülüğün sınırları üzerine


İnsanların ancak hayal edebildikleri kadar iyilik yapabilirler , kötülüğün ise bir sınırı yoktur.

İyilik düşünülebilen , öğrenilebilen bir şeydir. Belirli bir ön kestirmeyi ve tahmini içerir.

İnsanları kötülük yapabileceği bir psikolojik ortama sürüklediğinizde sonuç tahmin ettiğiniz gibi olmayabilir.

İyilik tahmin edilebilir fakat kötülük tahmin edilemez

TwitterTakip

05 July 2008

Soru sorma biçimi


Dostoyevski bir zamanlar şu soruyu sormuştu : eğer Tanrı yoksa insanlar niçin iyilik yapsın , Tanrı yoksa insanlar niçin kötülük yapmaktan korksun …

Ve sonradan Tanrı’nın olmamasının korkunç bir şey olacağına inanmıştı ,

Dostoyevski’nin soru soruş tarzı benim için esinlenme kaynağı olmuştur ,

Örneğin , bu kişi çalışkan mı yoksa değil mi , sorusunun aslında bir anlamı yoktur , böyle bir soru sizi nedenleri incelemeye değil, tahmine yöneltir ,

Doğru soru ; bu kişi niçin çalışsın , çalışmak için hangi nedenleri var

Çalışmaya yönelik karşınızdaki insanın gösterdiği isteklilik , motivasyon yanıltıcıdır. Böyle bir vitrini oluşturmak basit bir yeteneği gerektirir , karşınıza çıkan ve istekli görünmeye kendisini koşullamış bir kişi ise sizi yanıltabilir ,

Doğru soru çoğu kez sizi yanıltır , çünkü doğru soru tahmin edilebilirdir , bu yüzden kurgulanabilir. Doğru soruyu sorarak çoğu kez doğru yanıtı alamazsınız. Doğru soruya güvenmek yerine doğru sorunun etrafından dolaşmak daha kestirme ve net bir sonuç verir

Çalışkan bir insan mısınız ? Öyle olduğumu düşünüyorum , hayatım boyunca … bu hikaye bu şekilde devam eder.

Böyle bir soru yerine şu tür kıstaslar oluşturun : çalışkan insanların belirgin özellikleri nelerdir ?

Örneğin , ben gururuna düşkün insanların çok çalışkan olduklarını , düşünüyorum

Öyleyse, karşıdaki insanın çalışkanlılığını değil, gururunu sorgularım. Böyle bir sorgulamada ise karşıdaki insan sizin neyi aradığınızı , neyin peşinde olduğunuzu net olarak kestiremez. Genellikle samimi olmaktan başka alternatifi yoktur , oyununuzu kestiremediği için, hiç değilse doğal davranmaktan puan kazanmak için bu yolu seçecektir

Mülakatlardaki klasik sorular bana her zaman çok saçma gelmiştir : Kendinizi 10 yıl sonra nerede görmek istiyorsunuz ? Cevap : Bana bu soruyu sorma yeteneğinde olduğunuz için 10 yıla kalmaz sizin yerinizde olacağımı garanti edebilirim…

TwitterTakip

Serdar Turgut ve köşesi


Akşam gazetesinden Serdar Turgut’un yazılarını severek okurum , oldukça kaliteli ve derin yazıları vardır ama burada ters giden bir şeyler var. Bu adam yanlış gazetede yazıyor

Akşam gazetesini incelediğinizde , gazetenin haberleri popüler hale getirdiğini , sansasyonel haberlere ağırlıklı olarak yer verdiğini görürsünüz. Bu gazete, bu tavrıyla haberleri hızlıca okuyup geçen , haberlere göz ucuyla bakan , okumak yerine bilgilenmeyi tercih eden bir kitleye hitap ediyor. Ama , Serdar bey’in yazılarına baktığınızda ise kendi varoluşunu sorguluyor , gece hayatının çok mahrem sırlarını paylaşıyor…

Her zaman seni aforoz edenler dar görüşlü değildir , bazen sen de durman gereken yeri bilmelisin

TwitterTakip

Nokia gerçekten de insanları birleştirebiliyor mu ?


Nokia kullanan insanları sokakta çevirerek sorun : “connection people” ne demek ?

Nokia tüketicilerinin çoğu bu kelimelerin anlamını bilmiyordur.

Elbetteki tüm Dünyaya hitap eden bir markanın ortak bir mesaj iletmesi , tek bir mesaj üzerine yoğunlaşması normal. Motorola “ Hello Motorola “ ile bunu çok daha başarılı bir biçimde yapıyor.

Nokia’nın iki elin birşemesini gösteren simgesi oldukça başarılı ama bunu anlatma dili yeterli değil. Bunu anlatmak için ortak dil oluşturma konusunda başarısız ve bu başarılı simgeyi yeteri kadar başarılı ifade edemiyor.

TwitterTakip

04 July 2008

Nokta dergisi için fırsat


Darbe günlüklerini yayınlayan Nokta dergisi bir süre önce kapatılmıştı. Şu anki durumda ise bu günlüklerin gerçek olduğu kanıtlandı ve nokta dergisi aklandı.

Bir dergi için bundan daha iyi bir fırsat olamaz. Şu anki konjektür kullanılarak , iyi bir slogan ve imaj ile Nokta dergisi gazete dahi çıkartabilir.

Cumhuriyet gazetesi “ cumhuriyeti bizler kurduk “ sloganıyla kendisini laik bir çizgide konumlayarak taraftar topladı. Radikal gazetesi , gazetelerin yeterince özgür olmadığı eleştirilerinin eksilmediği bir dönemde ortaya çıktı. Taraf gazetesi, kapatma kararlarının geldiği bir dönemde kendisini kurguladı , ve ordu’ya karşı klasik “sus” tavrını aşarak kimliğini pekiştirdi.
Nokta dergisinin tekrar yayına geçmesi için bundan daha iyi bir fırsat olamaz.

TwitterTakip

Türkler gemi üretmiş , adını da Milli Gemi koymuş


Türk Mühendisler tarafından Milgem adında bir gemi yapılmış. Milgem’in açılımı da Milli Gemiymiş.

Sanırım, bu Türk mühendislere, Türk reklamcılar eşlik etmemiş ve ortaya Milgem gibi bir isim çıkmış.

“ Türk mühendisler “ sözcüğü çok sık kullanılan bir klişe. Buradaki teknolojiyi ikinci plana iten, milliyetçiliği öne çıkaran başlangıç bence doğru bir mesaj iletmiyor. Teknoloji gibi , yenilik gibi , innovasyon gibi bir ilerlemeyi bu şekilde taraf olarak gereksiz bir kalıbın içerisine sokuyor. Bu kalıp ile yenilik bir arada duramadığı için ortaya ciddiyetsiz ve komik bir görüntü çıkıyor.

TwitterTakip

03 July 2008

Komplo teorileri havada uçuşurken ...



Eğer ortada bir olay varsa ve bu olay herkesi tek bir şekilde düşünmeye itiyorsa , kuşkulanmak için de bir nedeniniz var demektir.

Sinan Aygün’ün banyosunda bir suikast silahı bulundu. Çalışma arkadaşları gazetecileri , şohben tamircisini tekrar çağırdılar ve bu olayın üzerinde özellikle durdular.

Oysa , adli tıpta temiz çıkan bir silah oraya niçin konulsun , sadece bir kapısı olan ve parmak izi tanımlı o lavoboya kim , nasıl girsin ?

Burada tersi komplo söz konusu olamaz mı ?

Suçlu psikolojisinde , eğer bir kişinin kendini savunabilecek çok mantıklı delilleri var ise , bu kişi suçlu olabilir. Akıllı suçlular yakalandıklarında kendilerini savunabilecek delilleri oluşturmayı da ihmal etmezler.Bu deliller de sizi suçluya götürür

Bu riski gören kişiler önlemlerini de alırlar.
Kendi hakkımda bir gerçeği köreltmek istiyorsam , kendimi aklayabileceğim 3 tane yalan oluşturmam yeterlidir.

TwitterTakip

Tanımlamak


Tanımlamalardan nefret ederim. Hayatın akışı içerisine uymayan bir yönleri vardır, bu tür tanımlayıcı kelimelerin. Tanımlamalara başvuran insanlar hakkında kafamda şu düşünce belirir : anlaşıldı , konuya hakim değil ve savunmaya geçti…

Savunma mekanizmalarının birçok çeşidini biliyoruz , ben de bunların içerisine yeni bir kavram ekliyorum : tanımlama savunması… Bunu tanımlamamı ise şimdilik beklemeyin…

TwitterTakip

02 July 2008

Yaz dönemleri ve Tv


Yaz dönemine girilirken Tv’ler programlarını birer birer sonlandırıyorlar. Sürekli tekrarlanan bir uygulama olduğu için yadırgamıyoruz ama bu tatilin anlamı nedir ?

Yaz döneminde insanların tatil yaptıkları , Tv yerine daha sosyal eğlenceleri tercih ettikleri varsayılır ama gerçekten de öyle mi ?

Öyle dahi olsa herkesin bu şekilde düşünmesi sizin için bir fırsat olmaz mı ?

Ülkenin gelir durumunu , nüfusun yüzde kaçının tatile gidebildiğini ve Tv dışında farklı bir sosyal aktiviteye para ayırabildiklerini inceleyin , daha sonra tablo biraz daha netleşecektir.

TwitterTakip

Savunmadaki dikkat çekici cümle ve ikna taktiği


AKP'nin kapatılma davası konusunda en büyük eleştiri ekonomi çevrelerinden gelmişti. İşsizlik , ekonomik problemler , Avrupa birliği ilişkileri riske atılacağı savunularak psikolojik bir baskı kurulmaya çalışılmıştı.

Yalçınkaya ise savunmasında ; ekonomik problemler, işsizlik bir tarafta dururken partinin başörtüsüyle uğraşması gerçek gündemini gösteriyor , şeklinde bir savunma yaptı

İkna teknikleri açısından savunmadaki bu cümlenin altını çizmemiz gerekir. Savcının kucağına bir bomba bırakılmıştı , bu cümleyle kucağındaki bombayı karşı tarafa atmış oldu

TwitterTakip

Mercedest ve vizyon


Mercedes firması 7 yıl sonra araçlarında benzin kullanılmayacağını açıklamış

Mercedes , mercedes kalitesinde araçlara sahip olduğu için mercedest değil , böyle bir vizyona sahip olduğu için mercedesdir.

Avrupalıların teknoloji’de ileri olması sürekli vurgulanır, ama burada ortaya çıkan teknoloji aslında bir sonuçtur. Teknolojiyi bu derece ileri düzeyde olmasını sağlayan bir organizasyon , yönetim anlayışı ve taa çocukluk dönemlerindeki yetişme , sosyal ilişki ve kitap okuma alışkanlığı gibi birçok nedene dayanır.

TwitterTakip

30 June 2008

Kadınlarla ve erkeklerle diyalog farklılıkları ve özel alanlar...


Nerede 2 tane yan yana gelmiş bayan görseniz , birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldadıklarını görürsünüz. Kadınlar çoğu özel konuşmalardan zevk alırken , erkekler ise daha açık ve topluluğa karşı konuşmaktan zevk alırlar.

Kadınlarla konuşurken çoğu satıcı daha mesafeli olmayı , daha genel konuları konuşmayı tercih eder ama bu mesafeyi en aza indirmek asıl hedef olmalıdır. Bu mesafenin aşılabileceği bir güven verip , diyalogu bu biçime dönüştürdüğünüzde iletişim daha eğlenceli bir zeminde ilerler.

Erkeklerle konuşurken ise konuşmayı daha çok toplum içine çekmek , mesafeyi korumak , “ bey “ gibi cümlelerden taviz vermemek, izleyeceğimiz tutum olmalıdır. Bu mesafeden erkeğin kariyerine ve duruşuna yönelik gizli bir övgüde bulunmuş olursunuz ve bu onların hoşuna gider. Aradaki mesafenin korunması, erkeğin saygınlığını koruduğu, konusunda bilinçaltına mesajlar verir. Çoğu kişi, geleneksel kültürün verdiği, kadın erkek algılamasıyla tam tersini uygular, ama erkeğin özel alanı daha tehlikelidir.

TwitterTakip

29 June 2008

İyi satıcılar çok konuşur ama...


Yapılan bir araştırmaya göre erkekler kadınlardan daha çok konuşuyormuş. Oysa , geleneksel inanışta bizler tam tersini düşünüyorduk. “Dır dır etme “ lafı toplumlarda kadına yakıştırılan bir benzetmedir.

Toplumların inandıkları birçok yanlış kanı vardır. Bizim için önemli olan ise bu kanıların nasıl oluştuğu , nasıl kemikleşmiş bir inanç haline geldiğidir.

Zira , biz de kanılar oluşturmaya , kanıları ve değerleri etkilemeye çalışıyoruz.

Bu yanlış inancın nasıl oluştuğuna dair şöyle bir tahmin yapabiliriz

kadınlar daha az konuda ve bir tekrar şeklinde konuştukları için daha çok konuştukları yanılsaması oluşur

aslında çok konuşan insan yoktur ; konuşması ile vücut dilini doğru ayarlayamayan ve bir tekrara düşen insanlara, çok konuşuyor, deriz.

İyi satıcılar çok konuşur ama çok konuşuyor , dedirttirmez

TwitterTakip

CHP bu seçimde puan kaybedecektir


Sosyalist enternasyonal grubun CHP’ yi üyelikten atma düşüncesinde olduğu medyaya sızdı. Baykal ise Fikret Bila’ya verdiği röpörtajda, Bila’nın ne düşünüyorsunuz sorusuna şöyle yanıt verdi : Gerekirse ayrılırız… iyi de, zaten adamlar atıyor…

CHP üzerinde yoğunlaşan imaj şu an için ; kendisini yenileyemediği , eski kavramlara takılıp kaldığı vs.

Bu tür cevaplar böyle bir algılamayı pekiştirir. CHP kapatma kararının yanında durarak önemli bir puan kaybetti . Kendisini ordu’dan ayrıştıramayarak sivil görüntüsünü önemli ölçüde zedeledi. Bu seçimlerde CHP baraj altında dahi kalabilir

TwitterTakip

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us