01 April 2007

Tekstil’de yeni rota : MISIR


Türkiye’deki tartışmalar bugüne kadar rasyonel bir çizgide yürümedi. Türk toplumu , üretici bir toplumun tartıştığı kavramlardan ziyade, ideolojik bir toplumun gündemindeki konulara karşı daha duyarlı oldu. Devletçi bir ekonomik yapıda, devlet ürettiğini topluma paylaştırdı ve buradaki asıl tartışma da toplumsal üretimden daha çok pay alabilme kavgasıydı.

Krizlerle birlikte toplumsal gündemimize yeni yeni kavramlar girdi : işsizlik , çin faktörü , verimlilik…
.
Sektöre genel bakış :
.
Geçen dönemde Kürşat Tüzmenin de girişimleriyle Mısır devletiyle (SAT) Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma Mısır’da çok düşük maliyetlerde fabrika kurma olanağı veriyor. Burada üretilen mal gümrüksüz ve kotasız şekilde Amerika’ya ihracat edilebiliyor. Nakliye ücretleri Çine göre %50 daha ucuz ve sadece 18 günde ulaşabiliyor.

Mısırdaki vasıfsız bir işçi aylık 100 $’a maloluyor. Türkiye’de 2-3 aylık bir bürokratik süreçten sonra şirket kurulabilirken, 72 saate şirketiniz elinize teslim ediliyor. SAT kapsamında Mısır’da yatırım teşvikleri arasında, düşük altyapı maliyetleri, ücretsiz arazi, yüzde 1 katma değer vergisi uygulaması gibi olanaklar bulunuyor. Önümüzdeki iki yıl içinde Türkiye’den Mısır’a 1.2 milyar dolarlık yatırımın yönelmesi, gazetelerde okuduğumuz rakamlar.

Tekstil Sektörünün toplam ihracattaki payı %33 oranlarındadır ve 2.5 milyon kişiye istihdam sağlamaktadır. Çin’in ucuz ve hacimli üretim dışında marka ve çizgi yaratması daha uzun bir süre alacaktır. Türkiye ise bu konuda oldukça deneyimlidir ve bilgi birikimi vardır.Çin hammadde ve teknoloji anlamında şimdilik dışa bağımlıdır ve Ar-Ge faliiyetleri oldukça kısıtlıdır.

Peki bu tabloya göre , Tekstil üretim ve ihracat ülkesi olarak bildiğimiz Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor ? Yatırımlardaki bu kayış istihdamı nasıl etkiler ?

Öncelikle gazetelerdeki bazı siyasilerin “niçin ülkemize yatırım yapılmıyor da Mısıra gidiliyor” tartışmasını bir tarafa bırakalım. Bu yatırımların ülke dışına kaydırılması süreci Küreselleşme gibi önüne geçilemeyecek zincirleme bir oluşumdur. Bu bir tercih değildir ve bir ideoloji gibi tartışılamaz ; ancak sonuçları öngörülüp değişim kontrol edilmeye çalışılabilir.

Bugünkü piyasadaki durgunluk ve nakit sıkıntısı zaten böyle bir yatırım kayışının içerisinde olmamızın sonucudur. Türkiye, işgücüne istihdam yaratacak bir hedef koyamamıştır. Üretim fason boyutunda kaldığı için nitelikli işgücünün ederi bir katmadeğer yaratıp bunu işgücüne aktaramamıştır.

Artık sektörde varolmak için iki seçenek vardır : ya ucuz üreteceksin ya da marka olacaksın.

Türkiye bugüne kadar ucuz üretim yapabildiği için bu hacimde üretim sağlayabildi. Şu an, bu yatırımları kaydırarak bu ucuz üretim avantajını yeniden arıyor. Bu şekilde, atıl haldeki makinelarını işler hale getirip , bu konudaki tecrübeleriyle de farklılık oluşturabileceğini düşünüyor. Kısa vadede tekstil sektörü için değil, ama firmalar açısından karlılığı devam ettirici bir yaklaşımdır. Ancak bu hareketin son mermi olduğu da unutulmamalıdır.

TwitterTakip

31 March 2007

Dünya Müşterileri, Birleşin !

Kıt olan her şey değerlidir ,eskiden üretim kaynakları kıt idi , bugün ise müşteri. Bugünün rekabeti müşteri üzerine yaşanıyor.Eskiden üretim kaynaklarının bol olduğu ülkeler için savaşılırdı , bugün bu savaş tüketicinin genç ve dinamik olduğu bölgelerde devam edecektir. Artık toprak için değil, insan için savaşacağız.
--------------- *** ----------------
Tarihe baktığımızda savaşlarla örülü bir harita görüyoruz. Bu savaşların nedenlerinden bir tanesi de sınırların çok belirgin olması ve her toplumun kendi içerisinde yarattığı değerlerle diğerine yabancılaşmasıydı.

Küreselleşmeyle yeryüzündeki herkes artık bir diğerinin komşusu. Farklı değerlerden insanların benzerliklerini gören insan diğerine karşı daha duyarlı.

Tarihteki ilk üretim ve endüstrileşme yapılarına baktığınızda da aynı şirket içerisindeki yabancılaşmaya ve karşıtlıklara şahit oluyorsunuz. İşçi ve patron sınırları çok daha belirgindi , patron haksız yere emeği sömüren , işçi emeğini kiralamak zorunda olan emekçiydi. Müşteri ise ne üretseniz alan ve bu denklemde hesaplanmaya dahi değer görülmeyen bir öğeydi.

Sonra patronun işçilerle aynı masada yemek yediği sistemler geliştirildi. Sınırlar kalkarken patron işçisini , işçi patronu daha yakından tanıdı.

Rekabetin artması şirketleri daha güçlü olmaya iterken, bu gücün kaynağı, böyle bir dayanışmada görüldü. Kimileri buna Toplam Kalite yönetimi olarak adlandırıp daha sistematik bir hale getirdiler.

Günümüde bu karşıtlığı ve yabancılaşmayı müşterilerimiz arasında yaşıyoruz. Müşteriyle firmalar arasındaki sınırlar henüz kalmış değil.

Aslında bugünkü tablo, müşteriyle sınırları kaldırma değil , müşteriyi kendi sınırlarına dahil etme çabasını andırıyor .

Hergün daha duyarlı olmayı öğreten yeni kuramlar yeni sınırlar inşia ediyor. Firmalar , müşteriye yakın olmaya çalışırken her müşteriyle flört eden , ezbere cümlelerle baştan çıkarmaya çalışan bir çapkını andırıyor.

Vitrindeki kopyalanmış manken tebessümü zamanla vitrininize bakıp geçen , mağazanızdan içeri girme güveni duymayan müşteriler yaratacak. Bu yalancı tebessüm bugünün sınırlarıdır.

Marx bugün yaşasaydı : Dünya müşterileri birleşin ! derdi. Yalancı bir gülümsemeden başka kaybedecek neyiniz var ?

TwitterTakip

30 March 2007

Küçümsemeyin , ciddiye alın


Hiç kimseyi basit bir rakip olarak görmeyin. Bir kişinin görünürde birçok yeteneksizlikleri olabilir ama bu yeteneksizlikleriyle orantılı zaman içerisinde geliştirdikleri dengeleyici güçlü yönleri de vardır.

Doğa her canlıyı ayakta kalması , yaşayabilmesi için programlamıştır. Zayıf olan bazı yönleri zamanla dengeleyici bir biçimde güçlü bazı yönlerini geliştirmiştir.

Gözlem gücünün zayıf olduğunu düşündüğünüz bir kişinin sizin davranışlarınızı irdeleyebilecek bir içgüdüsü zamanla oluşmuş olabilir.

Ne yapabileceğini kestirebildiğiniz bir rakip güçlü de olsa size zarar veremez. Asıl tehlikeli olanlar geriden gelen , tanımadığınız rakiplerdir.

Çoğu firma ise küçük olanı önemsemez. Kendisine birkaç büyük rakip seçerek sert refleksler geliştirir.

Her geriden gelen , küçük olduğunu düşündüğünüz rakibin varolmak için geliştirdiği güçlü yönleri vardır. Güç ve hakimiyet büyük firmayı zayıflatırken , küçük firmaların varolma savaşı güçlü yönler oluşturur. Küçümsemeyin , ciddiye alın .

TwitterTakip

29 March 2007

Cümlenin sonundaki nokta ve hayattaki karşılığı


Fikirler , cümleler ve önceki deneyimler…

Bir işe girişirken fikir, doğru cümlelerle ifade edilir , doğru deneyimlerle beslenir ve ortada doğru bir mantıksal çıkarım oluşur.

Ancak her gerçek öngörülenden bir gömlek büyüktür. Düşündüğünüz şey sadece bildiklerinizin ve yaşadıklarınızın bir toplamıdır.

Başarılı bir adam da başarısız bir adam da aynı şekilde bir fikri projelendirip , analiz edebilir ve aynı ölçüde yaratıcı olabilir.

Hatta başarısız adamların daha iyi konuştukları , ayrıntıları daha iyi detaylandırıp , doğru örneklerle desteklediklerine şahit oldum. Başarısızlığın zamanla oluşan kendini savunma ve nedenlerini oluşturma şeklinde görülen savunma psikolojisi...

Ancak yapmak ile fikir kırıntıları arasında önemli bir farklılık vardır.

Herkesin yapılması gereken konusunda az çok fikri vardır. Fikri olanın çoğu yarım da olsa , emin olmasa da konuşmayı tercih eder. Ufak bir toplulukta fikirler konuşulurken boşluklar dolmaya başlar , konuşmayı tercih edenler yapmanın da basit olduğu konusunda ikna edici olabilirler.

Bir cümle beynin yaratıcılığıyla tamamlanır ; bir proje ise koşullar gibi bir çok etkenle…

Beynin kurduğu mantıksal çıkarımlar çoğu zaman yanıltıcıdır. Beyin yarım bırakmaz , tamamlar ve siz de parçaların birleştiği gibi bir yanılsamaya kapılabilirsiniz. Beyin sadece sorduğunuz bir sorunun yanıtını verip parçaları birleştiriyordur. Beyine “bir şey yapmalıyım”
Çözümsüzlüğüyle gittiğinizde beyin bir şekilde çözümünü üretip , bunu destekler bilgileri oluşturacaktır.
Bir şeyi yapmadan önce hırslarınızdan kurtulmak için bekleyin.Kendinize ne kadarı gerçek , ne kadarı mantıksal bir birleştirme , ayırt edebilecek bir zamanı tanıyın.

TwitterTakip

25 March 2007

Elinizdeki Satış taktiği


Önce işinize yarar bir satış taktiği bulun, sonra da bunu değiştirmek için uğraşın.

Bir müşteri aynı ürünü iki defa alır ama aynı sözcükleri almaz.

Sözcükleri değiştiremediğiniz noktada işinizi değiştirme zamanı gelmiştir. Bu kırılım noktasından sonra her şey geriye gider.

Bir satıcı için bir kalıp sabun ile diş macunu arasında hiçbir fark yoktur. Sabun ya da diş macunu satış gerçekleştikten sonra devreye giren ayrıntılardır. Ufak bir ayrıntı...

Biz satıcılar için başlangıç çizgisi aynı noktadır. İşe başladığınızda ilk koşu hareketi çok benzerdir.

Aldığınız eğitimler sizi bu başlangıç çizgisinin bir adım gerisinden başlatır. Sonra öğrendiklerinizi unutarak durumu eşitlersiniz.

İlk deneyim elinizdeki ilk bilgidir. Bu tecrübe sizin satış taktiğinizi oluşturur. Sonra da bunu değiştirmek için uğraşırsınız.

TwitterTakip

Matrix ve Seçilmiş Müşteri


Matrix filminde Neo sakin bir günde bir telefon alır. Telefondaki ses “ çabuk çık oradan , seni almaya geliyorlar “ diye gizemli bir telkinde bulunur.

Bugüne kadar okuduğumuz bütün hikayelerde ortak tema sıradan bir insanın özel bir kişi haline dönüştürülmesidir : kurbağa prens olur , basit bir çoban aslında o ülkenin kralıdır , prensin yıllardır aradığı aşkı basit bir külkedisidir …

Sıradan bir insanın özel ya da seçilmiş olma durumu niçin birçok hikayede tekrar eden bir konudur ?

Çünkü bu hikayeler taraftar , okuyucu ve müşteri bulmak için böyle bir ruhsal açlığı keşfetmişlerdir. Sıradan bir insanın özel olmaya karşı duyduğu arzu…

Her insan, içerisinde kimsenin bilmediği, keşfedilmemiş yetenekler olduğuna inanır. Seçilmiş olmak uç noktada bir fantezi olmasına rağmen kime söyleseniz onun inanmaya meyledeceği bir yalandır. Her insanın içerisinde diğerlerinden ayırdığı patlatılmaya hazır balon özellikler vardır… Onları harekete geçirmek için sözcükler bulmalı “ siz “ diye müşteriyi işaret etmeli ve yeni konumlar inşia etmelisiniz. Bizi seçtiğiniz için farklısınız , içinizde farklı bir yetenek ve zevk var mesajını iletebilmelisiniz.

Ürününüzün farklı olması ürününüzü farklı kılar ama bu farklılığı müşterinize kadar uzatabilmelisiniz. Bu farklılık müşterinize de dokunabilmeli … Müşterinize sizi seçmekle nasıl doğru bir karara vardığını hissettirmelisiniz.

Picasso tablolarındaki özellikleri herkes göremez ve bunu gören insanlar bundan ayrı bir haz alır. Kendilerinin diğerlerinden farklı olduğunu düşünüp , farklı ve üstün bir zevke sahip olduklarını düşünürler. Bu esere herkesin dokunamaması dokunanları seçilmiş kılar. Ürünlerinizi seçen müşterilerinizin tercihlerine vurgu yapacak , tercihlerini onure edecek bir yaklaşım markanızla olan aşkı başlatacaktır.

TwitterTakip

24 March 2007

Müşteri tatmini < müşteri memnuniyeti


Müşteriyi tatmin etmek ; kapınızdan içeri giren müşterinin ihtiyacını gidermek. Müşteri memnuniyetini sağlamak ise tekrar geri dönüşünü sağlamak ve bu müşteri vasıtasıyla çevresindekileri müşteri haline getirebilmek.

Müşteri memnuniyeti > müşteri tatmini

Ürünün üretilip tezgahta müşteri beklendiği bir dönemden müşterinin de üretildiği bir döneme girdik. Müşteri tatmini, ürünün üretildiği dönemlere ait bir kavram ama ya müşteri memnuniyeti…

Müşteri memnuniyeti çoğu firmanın anladığı gibi ekstra masraflar yapmak , müşterinin istemediği ekstra hediyelere boğmak ya da müşteri etrafında takım elbiseli “tabi efendim “ diyen temsilciler oluşturmak mı ?

Pantolon alan bir müşteriye gömlek hediye etmek müşteri memnuniyetini sağlar mı , verilen bir rüşvet ya da promosyon mudur , ne kadar geri dönüş sağlar ?

Vermek sonu olmayan bir oyundur. Müşteri memnuniyetine hizmet etmez tatmini arttırır. Tatminin maksimum olması geri dönüşü sağlar ama müşteri her defasında ne alıp verdiğini sorgular ; duygusal bir bağ oluşmaz.

Tatmin olmuş bir müşteri Pazar müşterisi gibidir , alır ve geçer. Ancak tezgah masrafınızı kurtarır ve tekrar tezgahınızı oraya kurmanız konusunda bir öngörü vermez.

Müşteri tatminine göre hareket eden firmalar Pazar tezgahtarları gibidir. Sürekli yer ve ürün değiştirirler.

TwitterTakip

Verimsiz çalışanın maliyeti


Birlikte çalıştığınız insanların başarısız olduğu , bununla birlikte sizin başarılı olabileceğiniz bir oyun yoktur.

İnsanlar genellikle ötekinden daha iyi olmak için uğraşırlar.

Ötekinin başarısız olması durumunda kendi başarılarının daha görünür olacağını düşünürler. Bu ayrım bazen kendi başarılarına oynamaktansa diğerinin başarısızlığına oynama kolaylığını beraberinde getirir.

Zamanla firma içinde ötekisinin başarısını baz alan, birbirine bağlı bir performans görülür.

Her zayıf eleman verimliliği biraz daha aşağı çekerken , güçlü eleman biraz daha yükseltir.

Verimsiz bir elemanın maliyeti salt maddi maliyeti ile ölçülemez.

TwitterTakip

Afrika'da ayakkabı satabilmek




Orhan Pamuk Nobel edebiyat ödülünü aldığı, Babamın bavulu adlı konuşmasında şöyle seslenmişti : "30 yıldır yazıyorum , hergün yarım sayfa … işte size mutsuz olmak için bir neden … "

Yazarlar ve şairler mutsuz olmak için birçok neden bulurlar. Belki de bu mutsuzluktan beslenirler , yaşamın acı verici yanlarını daha iyi görüp bu mutsuzluk , umutsuzluk hallerini daha yoğun yaşarlar.

Yazarların bu durumu öğrenilmiş ve geliştirilmiş bir yetenektir. Yaşamın bu yönüne eğilerek başkalarının acılarını da hissetme , mutsuzluk verici öğeleri görebilme… Kendi alanlarındaki başarıya koşullanma böyle bir gözlem gücü ve duyarlılığı geliştirmiştir.

Afrikadaki yaşayan insanların hiçbirisinde ayakkabı olmamasını , bir satıcı bir fırsat olarak görür , diğer bir satıcı böyle bir ihtiyaç olmadığını düşünerek hiç kimseye ayakkabı satılamayacağını ileri sürer, bir şair ise bu duruma bakarak dünyanın adaletsiz olduğu gibi daha farklı çıkarımlarda bulunur.

Her olay aslında bir nesne gibi gibidir. Biz onu şekillendirir , adlandırır , bakış açımıza göre anlamlandırırız.

Üst üste 3 mağazaya girip satış yapamayan satıcılardan birisi daha çok hırslanıp daha çok mağazaya girmek için koşturur , diğeri dinlenmesi gerektiğini düşünür , bir diğeri pazarlamaya suç bulur , başka birisi ise davranışlarını analiz edip yeni bir yaklaşım geliştirir.

Yaşadığımız olayların bize tecrübe katıp olumlu yönde etkilediği gerçek değildir. Bu yaşadığınız tecrübenin hangi yönüne baktığınız ve onu nasıl algıladığınızla ilgilidir.Yaşamak , yaşadığınızla zenginleşmek öğrenilmesi gereken bir davranıştır. Diğer türlü bir tecrübe size yük olup heyecanınızı köreltebilir.

Herkes Afrikaya gönderilen satıcıların hikayesini bilir.Hiçkimsenin ayakkabı giymediğini görüp ayakkabı satamayacağını düşünen satıcı da bu çıkarımına göre tecrübeli birisidir ,karar verebilmiştir , bir sonuca ulaşmıştır. Ama iki satıcı arasındaki fark tecrübenin farklı öğütülmesinden kaynaklanır.

Not : Bu Afrika hikayesi dilden dile dolaşmıştır fakat hikayenin sonunda orada fırsat olduğunu düşünüp yöneticisine durumu aktaran satıcının işten kovulduğunu kimse bilmez. Patronlar böyle hikayelere inanıp yatırım yapmazlar. En son Hakkari’de kimsenin perde kullanmadığını ve burada büyük bir fırsat olduğunu söyleyen bir satıcının hikayesi tebessümle dilden dile dolaşıyordu .

TwitterTakip

20 March 2007

Rol modellemesi

Bugün buz pistinde kayan insanlar dikkatimi çekti. Kaymayı bilsin bilmesin herkesin benzer tarzda bir kayış stili , el ve kol hareketleri vardı. Kimsenin ne yapacağını bilmediği kaygan bir zeminde , kim ne gördüyse onu tekrarlıyordu. Hareketler hıza ve salınmaya göre değil tv’de gürdükleri belirli bir modele göre tekrar ediliyordu.

İnsanın bildiği , tekrar tecrübe ettiği şeyler sınırlıdır. Ancak insan her şeyi bilmese de kafasında oluşmuş, bilmediği durumlara göre adapte olan rol modellemeleri vardır. Bu yardımcı modellemeler hayatımızın her anında devreye girer.

Mağazanızdan içeri giren ürününüzü beğenen , almak isteyen müşteri birden pazarlık yapmaya başlar. Müşteri rolünün bilinçaltındaki bir yansıması olabilir bu davranış. Alma isteği duyan ve ürünü uygun bulan müşteri “ müşteriymiş gibi “ yapmaya başlar.

Yeni satışa başlayan bir acemi satıcı, ürünü gerçek değerinin üzerinde satmaya çalışıp müşterisini kazıklayabilir. Bilinçaltında oluşmuş uyanık ve işi bilen satıcı modellemesinin bir yansımasıdır.

İyi bir öneriyi müşteriniz müşteri olduğu için , müdürünüz müdürünüz olduğu için , iş arkadaşınız sizinle aynı konumda çalışan birisi olduğu için kabul etmeyebilir.

İnsanların hissettiği ve düşündüğü gerçek davranışlar, bilinçsizce öğrendikleri “yapması gerekenler ” rol modellemesine yenilebilir.

Yere düştüklerinde “ acımadı ki “ diye yüzünüze gülümseyen bir bakış “ güçlü olma “ rol modellemesine yenilmiştir.

TwitterTakip

Şirketlerdeki çatışma


Muhasebeciler için 10 ytl ile 1000 ytl arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan aktif ile pasifin tutturulması olduğundan 1 kuruş ile 1000 ytl arasında hiçbir fark görülmez.

Bu ayrıntıları irdelerken zamanla muhasebecilerde bir öncelik yanılsaması oluşur. Öncelikleri ayırt edip satıcılarla aynı nefesi almaları , aynı heyecanı duymaları çok zorlaşır.

Zaman zaman çalıştığım şirketlerde şirket için çok önemli olan bir satış karşısında muhasebe çalışanlarının belgelerdeki düzene , anlaşma metinlerinin eksikliğine duygusuz bir şekilde bakmaları beni her defasında şaşırtır.

Bundan farklı olarak satıcı, rakamların yüksekliğine odaklanır. Patron, rakamdan ziyade karlılığa dikkat eder. Yöneticiniz ,rakamlardaki artış grafiğine… Her basamağın baktığı çerçeve yüksekliğine göre değişir.

Her iş grubunun belirli bir kısıma odaklanması belli alışkanlıkları da beraberinde getirir. Birinin satış heyecanı yaşarken diğerinin bu heyecanı yaşamaması, bir diğerinin duyarsızlığı olarak algılanır.Bu farklı konulara fokuslanma ve farklı konularda duyulan heyecan departmanlar arasında bir duvar inşia eder. Bu her departmanın kendi önceliklerini farklı tesbit ederek, kendi önceliklerini en önemli gündem olarak görüp bir diğeriyle empati kuramamasının getirdiği çatışma duvarıdır.

Müdür rut planını önceliğe alır , satıcı müşteri cirosuna ve ilişkilerine göre daha insiyatifli bir ziyaret planını.

Patron kar marjını önceliğe alır , müdür aynı zamanda çalışan memnuniyeti gibi faktörleri de düşünmek zorundadır.

Çoğu şirket içerisindeki bu farklılıklar bir çatışma haline gelir. Her departman, kendi alanını yönetmeye çalışırken kendine ait özerk bir alan yaratarak kendi önceliklerini inşia eder. Senin önceliğin benim önceliğimi gerçekleştirmeme hizmet etmediği zaman çatışma başlar.

-------- *** ---------

Gerçekte ise bütün depatmanlar satış için vardır ve satışa hizmet eder. Satış işletmenin lokomotifidir ve diğer departmanlar bu lokomotife göre şekil almak zorundadır. Muhasebenin başlı başına itici bir gücü yoktur. Muhasebe düzeni sağlayan bir maliyettir. Düzen kurmaya çalıştığında ise satışın önünü keser.

TwitterTakip

17 March 2007

Müşteriye yeşil ışık yakabilmek


Bir toplantıda çalışma arkadaşlarınıza şöyle seslendiğinizi düşünelim : gelecek yılki satış hedefimiz 5.000.000.000 TL.

Bu rakam üzerine saatlerce konuşulur , hemen yorumlar yapılır

Rakamı 5 trilyon olarak değil de şöyle verdiğinizi düşünün : 4.650.000.000 tl .

İnsanların yoruma başlama süreleri daha uzun olacaktır. Yorum yapmadan önce tereddüt edeceklerdir , daha dikkatli olacaklardır.


Hatta yapılan bir araştırmaya göre insanlar yuvarlak bir rakam üzerinde daha uzun süre konuşuyorlar. Daha net , küsüratlı rakamlar ise daha az yoruma neden olup , daha kısa süre konuşuluyor.

Net olmamak karşıdaki insanı daha cesaretli ve daha az seçici kılıyor. Yuvarlak rakamlar karşısında yuvarlak konuşmak sırıtmıyor. Yuvarlak bir veri yuvarlak analizleri de beraberinde getiriyor.

5.000.000.000 tl gibi yuvarlak bir hedef verdiğinizde insanlar hemen artı ve eksi sapmaları satın alıyorlar. Yuvarlak rakam daha geniş bir esneme aralığı doğuruyor.

Müşterinizle pazarlık esnasında ufak ayrıntılar için “ önemli değil , hallederiz abi “ tavrı çok sık sergilenir. Genelde bu tavır pazarlığı daha yumşak bir zeminde devam ettirebilmek , karşıdaki müşteriyi de aynı yumşak tavrı sergilemeye zorlamak için uygulanır. Ancak ne zaman müşteriyle ucu açık , kesinleştirilmemiş bir nokta bıraksanız durum hep aleyhinize işler. Bazen daha net olmamanın maliyeti baştan net bir çizgi çizip pazarlığı bir noktada sonlandırmanın maliyetinden daha fazla olur.

Aslında, en iyi pazarlık yöntemi, yuvarlak kelimelerle , rakamlarla satışa başlayıp müşterinin konuşmasını , düşünmesini , esneme payını görmesini sağlamaktır. Ama bundan sonra satış olgunlaştıkça daha net bir çizgide ilerleme sağlanmalıdır .

Yukarıda da bahsettiğim gibi yuvarlak rakamlar cesaretlendirici , yorum yapmaya daha çok teşvik edicidir. Bir toplantıda dezavantaj olabilirken satışın başlangıcında doğru bir strateji olabilir. İstatistiki rakamlar insanları ürkütüp , taviz koparamayacakları izlenimini oluşturur. Ve pazarlık başlamadan biter. “ Hallederiz abi “ tavrı müşteriye yakılmış bir yeşil ışıktır , müşteri ne kazanacağını görmek ister , merak duyar.

Acemi şansı diye bildiğimiz acemi satıcıların ilk zamanlarki yüksek ciroları bununla ilgili olabilir mi ? Konuya hakim olamamaları , pazarlığı yönetip sınırlar çizmedeki eksiklikleri müşteriye bilinçsiz bir yeşil ışık yakıyor olabilir mi ?

Şansa inanmam ama her şans gibi görünen olayın derinliğinde yeni bir şans olduğunu bilirim.

TwitterTakip

16 March 2007

Google mağaza


Bu mağazada aradığınız her şeyi bulabilirsiniz
Aradığınız herşey burada
Dünyayı ayağınıza getirdik
Yukarıdaki mesajları vermenin en kolay yolu google formatında dizayn edilmiş bir mağaza

TwitterTakip

Pazarlama ve yaşamdaki boyutu


Baudrillard 91’deki körfez savaşı için “ belki de olmadı ” diyordu. Onca yıkım , ölüm ardından yaşanılan gerçekliğe ne kadar uzak , ne kadar sanal bir ortamda yaşadığımızı ve medya merceğinden dünyaya baktığımızı çarpıcı bir biçimde ortaya koymak için “ belki de olmadı “ diyordu.

Zamanınızı geçirdiğiniz televizyon veya internet karşısından ayrıldığınızda birçok kareyi , birçok bilgiyi , birçok yeri gezmenize rağmen daha sonra hiçbirşey olmamış ve hiçbirşeyi yaşamamış gibi hissediyor musunuz bazen?

Aslında gerçekleşen hiçbirşey yok yaşanan sadece bir film şeridi

Başarılı bir reklam çalışması yaptığınızı , tüketiciyi eğlendirdiğinizi ve heyecanlandırdığınızı düşünelim bir an için. Ancak ard arda yayınlanan onca reklam görüntüsü arkasından akılda kalan nedir ? Yoksa herşey geçti ve hiçbirşey belki de olmadı mı ?

Bir reklam filmi arkasından tüketicinin “işte aradığım ürün , bu ürünü seçeceğim “ deme oranı 1/1000 düzeyindedir.

Ben bugüne kadar hiçbir pazarlama çalışmasının tüketiciye direkt satış yapabildiğine şahit olmadım. Pazarlama bir altyapıdır , satışın arkasındaki kuvvettir. Pazarlama belki de hiçbirşey olmadı hissini yaratarak tüketicinin gözünde bir film şeridi oluşturabilmektir. Satışa uzaktır , satışı hissettirip tüketicisini ürkütmez . Olan şey yani satış daha uzak , gerçek bir zamanda gerçekleşir. Pazarlama daha sanal bir ortamda , bilinçaltında ufak bilgi ve görüntü kırıntıları bırakır. Pazarlama bilinçaltındaki tortudur.

Birçok defa reklamlarınızla boy gösterdiniz , bir savaş yaşandı ama tüketici televizyon karşısından ayrıldığında belki de hiçbirşey yaşanmadı. Ama genel bir kitle için olmasa dahi uzakta yaşanan, gerçekleşen birşey var. Birileri için sanal ve gerçekdışı olarak kalsa da uzakta yaşanan bir gerçeklik var.

TwitterTakip

Rocky yalnızca bir film değil , bir değerler pazarlamasıdır


Rocky sinemalara tekrar geri dönüyor. Soğuk savaş döneminin kültürel boyuttaki savaşının en uç örneklerindendi Rocky. Rusya tarafında değil , Amerika ve Rocky cephesinde gezinen kamera merceği seyircisini de bir taraf haline getirebiliyordu. Rocky’nin zaferini kendi zaferiymiş gibi benimseyen izleyici , aynı zamanda o cepheye ait değerleri , yaşam tarzını da kutsuyordu.

Rock liberal değerlerin ve Amerikan yaşam tarzının paketlenerek insanlığa pazarlanmasıydı. Kapınızı çalarak “ bir paket Amerikan değeri alır mısınız ” demenin , bir şekilde size evet dedirtmenin bir yoluydu. Rocky daha özgürdü , çocukları ve iyi bir eşi vardı ve onlar için savaşıyordu. Diğer taraftaki Rus yüzbaşısı yalnızdı ve hırslı , duygusuz , kazan-kazan diye bağıran bir eşi vardı. Bu ufak ayrıntılar size bir tarafı seçmeye zorluyor , giydirilmiş saklı olumlu öğelerin baskısıyla Rock tarafını seçmek zorunda kalıyordunuz.

Rock her şeye rağmen çok iyi bir pazarlama örneğidir. İyi bir hikaye , karşıt ve düşman bir taraf , mutlu son … Bir şeyi satın aldığınızı , bir müşteri dahi olduğunuzu hissetmezsiniz ama filmden sonra cebinizde yeni bir şeyler vardır.

TwitterTakip

11 March 2007

Her şemsiye yuvarlak değildir


Şemsiyeler niçin yuvarlaktır?

Bu soruyu yukarıdaki resmi görene kadar hiçbirimiz düşünmedi. Alttan rüzgarı alıp ters dönmesine ve bizi sürüklemesine rağmen “şemsiye yuvarlaktır” önkabülü bize böyle bir soruyu sordurmadı.

Herkesin kafasında yuvarlak bir şemsiye vardır. Kimi zaman gereksiz ekstra yük çıkartmasında rağmen değiştiremediğimiz , değişik bir biçimde göremediğimiz kalıplar.

Bir firma daha kullanışlı , aerodinamik bir şemsiye tasarlamış. Artık şemsiyeniz rüzgarda ters açılmayacak

TwitterTakip

Tekerleğin ve Müşterinin icadı


Tekerleğin icat edildiği dönemlerden çok önce de yuvarlak taşlar mevcuttu. Tekerleği icat eden sadece bu yuvarlak taşı farklı bir şekilde kullanmayı keşfetti.

Müşteri paranın icat olduğu dönemlerden çok önce de vardı. Ancak müşteri cephesine her gün yeni bir kavram ve uygulama ekleniyor. Müşteriye memnun etmenin her gün yeni bir yöntemi bulunuyor.

Gelecekte de denklemin bir ucundaki “müşteri” sabit kalırken , bu müşteri tekrar tekrar yeniden keşfedilecek.

Sanayi döneminden bu yana müşteri cephesinde, müşteri ihtiyacını karşılama noktasından müşteri memnuniyetini sağlama noktasına kadar, müşteri lehine değişen bir dönüşüm yaşanıyor.

Tekerleği bulanlar insanlık tarihini değiştirecek böyle büyük bir keşfe imza attıklarını elbette bilmiyorlardı. Yeni kavramlardan haberdar olmayan ve akademik dünyaya uzak basit bir pazarcının kendi hedef kitlesi açısından tekerleği bizden önce keşfedebildiklerini hiç fark ettiniz mi ?

Bir pazarcının tezgahın üzerine çıkarak, südyen giymesi ve “ikizlere takke” şeklinde bağırması, bizim yeni yeni keşfettiğimiz, guerilla marketing çalışması değil mi ? Müşteri isimlerini hafızasına kazıyıp , ismiyle hitap ederek ailenin diğer üyelerinin hal ve hatırlarını sorması CRM ... Bizim yeni yeni keşfetmeye , adlandırmaya başladığımız bu kavramlar pazarda 80 ‘li yıllarda gayet başarılı bir biçimde uygulanıyordu.

Tekerleği kullanmak , tekerleği isimlendirmek ve bu tekerlektir, demek arasında şöyle bir fark vardır. Birileri tekerleği kullanır , birileri de buna bakarak bu tekerlektir, diye bunu isimlendirir. Okumak mı uygulamak mı tartışmasında, siz tekerleği kullananın yanında olun.

TwitterTakip

10 March 2007

Bir fil nasıl satılır ?


Bir fil satıyorsunuz diyelim. Bir fil satıcısı olarak müşterinin karşısına çıktınız.

Müşteriler genellikle alayım mı, almayım mı sorusundan ziyade olası sorunları düşünür. Yani bu fili nasıl besleyeceğim , nasıl barındıracağım…

Her müşterinin kafasındaki düşüncenin başlangıç noktalarını bilmek , size bir fili bile sattırabilir.

Hiçbir insan konuyu bir bütün olarak düşünemez , parçalara ayırır. Kafasında eksi-artı hanesi oluşturur ve parçaları buraya yerleştirir. Eksiler fazla ise almaz artılar fazla ise ...

Müşterinize bu fili almak ister misiniz , diye sorarsanız kafasında bu eksi-artı terazisini kontrolsüz bir şekilde işletmesine fırsat vermiş olursunuz. Bunun yerine bu fili alırsanız , beslenme konusunda şöyle bir yardımımız olabilir … Kalacak yer konusunda daha önceki müşterilerimizle şöyle bir çözüm bulduk… Bütün müşterilerimiz fil alma konusunda sizin gibi tepkiler verdi ama onların yaşadığı mutluluğu bizzat görmenizi isterim…

Soru yaratmayın , çözüm önerin.

TwitterTakip

Vizyon ve gerçekçilik


Bir insana hedef ve vizyonunu sorduğunuzda , o an için sahip olmadığı bir yeri gösterecektir.

Bir şirkete 10 yıl sonraki vizyonunu sorduğunuzda ise o an için sahip olduğu bir yeri gösterecektir.

Çoğu firma eksikliğini samimi bir şekilde ortaya koyup , çalışanlarıyla bunu paylaşarak mücadele etmek yerine ; üst yönetim içerisinde, kapalı kapılar arkasında konuşarak mücadele etmeyi tercih eder.

En büyük problemi hantallık olan bir şirklet , hantallığına hiç değinmeden , Pazar payımızı daha da arttırmak, şeklinde hedefleri vitrine koyarak, bunları konuşulur kılmaya çalışır.Zayıflıklar yönetimin gizli günceleri arasındadır.


Konuşulmayan konular ise her zaman kendi dedikodularını yaratır. Gerçekçi fotograf bozlularak ucunun nereye uzanacağını tahmin edemeyeceğiniz daha kötü bir resim çıkar.

TwitterTakip

Firma vizyonu


Kısa bir süre önce ziyaret ettiğim bir şirketin duvarında vizyonumuz yazılı bir tabela asılıydı. Bu tabelada vizyon ; çalışmak , müşteri memnuniyeti gibi cümlelerle açıklanıyordu.

Bu bir insanın hedef ve gayelerini mutlu olmak , başarılı olmak gibi genel cümlelerle tanımlaması gibidir. Cümle ne kadar genelleşirse anlam da o oranda kaybolur , mesaj yoğunluğu zedelenir. Duvardaki yazı sadece duvarda kalır , çalışanları motive edip belirli bir yönlendirmede bulunmaz.

Çoğu şirkette kırtasiyeden alınan , internetten indirilen bu tür basmakalıp cümlelerle süslü yazılar görmeniz mümkün. Bu tür içi boş prensip ve değerler alaycı ve keyifsiz çalışanlar yaratarak , yönetimin itibarını da zedeler.

TwitterTakip

perde sektörü üzerine analiz : 2


Bugünlerde her parekendecinin dilinde 10 yıl önceki karlı dönemler var.

Bir 10 yıl önce arz’ın talepten daha fazla olmasından dolayı mal değerliydi.Bugün için ise talep doymuş , üretim şişmiştir.Üretim şişerken de Pazarı şekillendirip çeşitlilik yaratamamış , benzer tarzda üretim yaparak vurucu bir rekabet ortamı yaratmıştır. Yine bugünlerde, bu şikayetle birlikte her mağazanın camında kampanya yazıları giderek büyüyor.

Önümüzdeki dönemde riskli ortamın getirdiği bıçaksırtı durum malın değerini bir miktar dengeleyip yukarı çekecektir. Şu kısa dönemde ise her üretici ve toptancı bölge bazında çalışacağı parekendecileri belirleyerek daha uzun vadeli bir işbirliğinin temelleri atacaktır. Artık her parekendeci neyi ucuz bulursa satmaktan ziyade rengini belirleyecektir.Bunun dışında , kapıdan giren her satıcıdan 3-5 top ürün alan parekendeci belirli bir tarz oluşturamayacak , rotasını çizemeyecek ve rüzgara göre yelkenini açarak yönünü kaybedip büyüyemeyecektir.

Artık, alırken değil seçerken kazanıldığı bir döneme giriyoruz. Kazanmak artık malın arkasındaki markayı seçmek , tarz oluşturmak… Eski tarz yüksek kar marjlı satış cambazlığı uzun vadede kendi kendini yok edecek.

Müşteri Talebi

Müşteri talebine göre hareket etmek mantıklı gibi görünse de kısa vadeli bir tüccar yaklaşımıdır. Müşteri ihtiyaç duyduğu , gördüğü , duyduğu bir şeyi talep eder. Bu çoğu zaman biraz daha ucuz , biraz daha kaliteli bir modeldir. Sizin satışınızı ve çalışma tarzınızı ancak bir gömlek yukarı taşır. Müşteri kapınızdan içeri girdiği sürece oluşan bir hazır talebe cevap veren basit bir satış sürecidir. Oysa bugünün sihirli sözcüğü talebe yanıt veremek değil talebi yönetebilmektir.

Türkiye’deki tekstil sektörü bugüne kadar talebe cevap veren bir mantıkla Avrupa’nın fasoncusu gibi çalıştı. Avrupa ise talep yaratıp , modayı yönlendirebildi , trend yaratabildi ve kendi markalarını oluşturdu. Bugün için Türkiye’yi fasoncu konumuna sokan koşullar da ortadan kalkmış görünüyor. Ucuz işgücünün getirdiği üretim avantajı Uzakdoğu ülkelerinde artık daha uygun.

Bugüne kadar ki alışverişlerde parekendecinin gündemini ucuz mal , daha uzun vade gibi konular oluşturdu. Bundan sonra ise marka , kaliteli hizmet , yeni trendler , tüketim değerleri gibi konular oluşturacak. Bugüne kadar yapılan Pazar satışının daha modern bir yapıda gerçekleştirilmesiydi ; artık yeni bir strateji dönemine girdik. Parekendeci artık şu soruları soracak : hangi seğment müşteriyi hedefliyorum , nasıl bir değer oluşturacağım , nasıl farklılaşacağım, tarzım ne …

bir kıyaslama …

Basit bir 3’ü bir arada kahve poşedi her bakkalda 3 kuruştır. Starbucks kafe ise bu 3 kuruş kahve poşetindeki kahveyi kendi mağazasında 14 ytl ye satar. Bu mağaza konseptinin , sunduğu hizmetin , marka değerinin ürün üzerine eklediği artı fiyattır. Çözüm 3 kuruşluk kahveyi mağaza camınıza 2 kuruş olarak yazıp kampanya yapmak değil , böyle bir hizmet ile değerini arttırmaktır. Starbucks kafe Taksimin göbeğindeki bir mağazaya 5 trilyon hava parası ödeyerek devir aldı.Bu hizmetin ettiği değerdir. Bursa’da üretim yapan 20 tane makinası olan orta çaplı bir üretim tesisini bu paranın yarısına dahi satamazsınız. Bu da salt üretimin yüküdür.

TwitterTakip

Shake it up şekerim


Eurovizyon uzmanı değilim ama bu yarışmaya gösterilen ilgi beni hep rahatsız etmiştir. Bu ilginin altındaki kendini isbat etme , sesini duyurma , ben de varım çabalarının kıvılcımları itici gelmiştir. Kendini sergilemek yerine kendini isbata dönüşen , kendi gerçekliğini göstermek yerine inkara dönüşen yarışmacı tavır … Bugüne kadar seçilen şarkıların çoğu kendi kültürünü yansıtmaktan ziyade hep benzemeye çalıştı ve ortaya “ shake up it şekerim” gibi saçma bir bileşim çıktı.

Şarkı Türk halkının dinlemekten zevk alacağı soundları taşıyan öğeleri içermiyor. Ama Türk halkı da bu şarkının arkasında duruyor , bu biçime girerek yabancı öğeler taşımasını daha doğru buluyor. Çünkü ancak bu şekilde kazanabileceğini düşünüyor , kazanmayı varolmaktan daha çok önemsiyor.

Sanayi dönemini atlatan devletler makinalarını üretirken aynı zamanda bunun yarattığı hakim bir kültür de ürettiler. Bu kültürün dışında kalan “şark” olarak nitelendi , bu kültür ise “ modern”

Avrupa değerleri bugün için bir markadır , shake it up şekerim” ise kötü bir taklit.


Kendi ürettiği değerlere inanmayan bir pazarlama grubunun ürünü doğru anlatmaya çalışmaktan ziyade inkar ederek rakip ürüne benzetme çabasıdır.
I am sorry but you will never win, şekerim


TwitterTakip

05 March 2007

Bir pazarlama vakası olarak, kadın hakları


Yarın 8 mart dünya kadınlar günü. Bugün Kızılay meydanında gördüğüm bir protesto gösterisinde “ ayrımcılığa son , haklarımızı istiyoruz” gibi sloganlarla erkek hakimiyeti protesto ediliyordu. Erkeklere ve kadınlara mesaj verip seslerini duyurmaya çalışan bu grup inanmış bir ses tonuyla, kızgın haykırışlarda bulunurken yanından geçen erkekli - kadınlı kalabalık anlamsız bakışlarla bu kalabalığı izliyordu. Haklarını savundukları kadınlar dahi anlamsız bakışlarla bu grubu radikal , politik eğilimleri olan, kendilerine dahi yabancı bir grup olarak niteleyen bakışlarla izleyip , duyarsız bir biçimde yanlarından geçiyorlardı.

Etraftaki gelip geçen kalabalığı bir tüketici olarak kabul edersek, bunca organizasyona , hazırlığa ve sloganlara karşı niçin bu kadar duyarsızdı ? Bu duyarsızlığa rağmen, protestocu kalabalık niçin her sene yaptığı gibi slogan haykırmak yerine daha yaratıcı eylemlere yönelemiyordu?

Günümüzde çoğu reklam çalışmasının haykırışı da bu kalabalığın haykırışına benzer. Hedef kitlenin algılayışını dikkate almadan bir reklam ezberini tekrar eder. Tüketici duyarsız kaldıkça daha çok bağırır , pankartlar gün geçtikçe daha da büyür.

Ayrımcılığı meşrulaştıran bir kültür içerisinde yetişmiş bir kitleye daha çok bağırarak nasıl bir mesaj verilebilir. Ses yükseltilerek , pankartların boyu uzatılarak algılama nasıl yönetilebilir. “Ayrımcılık yapıyorsun” haykırışına karşı hiç üzerine alınmayan , başkasını gösterdiğinizi düşünen tüketici nasıl bir etkiyle “ ben mi “ sorusunu kendisine yöneltip , sorgulamaya teşvik edilebilir ?

Kadınlar gününün savunucularının yaptığı en büyük hata hakları için uğraştıkları kadınlara yabancılaşmaları ve aralarına belirli bir mesafe koymaları. Mücadele ettikleri durumun karşısında dururken taraftarlarını da karşılarına almaları. Tüketicisiyle özdeşleşemeyip iletişim kuramamamaları. Sizin için mesajını farklı bir dille vermeleri.

TwitterTakip

04 March 2007

Reklamın iyisi olmaz


Yapılan bir araştırmaya göre Tüketicilerin %15’lik bir kısmı reklamları nefret derecesinde sevmiyor. Bu kesim aynı zamanda çok reklam yapan firmaların kar marjlarının yüksek ve aynı zamanda güvenilmez olduklarını düşünüyor.

Vakko , Lacoste gibi firmaların reklamlarına baktığınızda hiçbir zaman televizyona çıkıp biz iyiyiz yarışına girmiyorlar. Daha iyiyiz mesajıyla kendilerini bir kıyaslama ve rekabet içerisine sokmayıp daha ayrıştırıcı ve akılda kalıcı yöntemler keşfediyorlar. Daha “ cool “ bir duruşu bu reklamlar savaşından uzak durarak sağlıyorlar.

“ Reklamın iyisi kötüsü olmaz ” mitinin oluşturduğu körler döğüşü yeni bir algılamanın altyapısını oluşturdu. Bu algılamayı ifade eden yeni mit : “ reklamın iyisi olmaz ”

Günde bir tutam reklam iyi gelir ; tabii yerseniz…

TwitterTakip

03 March 2007

Perde sektörü konusunda bir analiz


Günümüz bir değişim değil , değişime edepte olabilme , değişim kırılımlarını doğru okuyabilme dönemi. Her gün bir parekende dükkanının kapandığına şahit olurken ; bir diğerinin 2. hatta 3. mağazasını açıyor olması bu değişimi öngörebilmekle ilgili.

Makine başında çok iyi zanaatkar olan eski tarz perdeciler bugün için müşteri cephesinde kaybetmiş görünüyor. Makinası başında üstü başı iplik olan sevimli mahalle perdecisi tarzı bir model artık müşteriye sevimli gelmiyor. Perdecilik artık iyi bir dikiş değil ; konsept danışmanlığı. İbre dikim atölyesinden vitrine doğru kaymış durumda.

Sümerbank tarzı raftan indirilen ürünler sizi artık daha alt seğment bir müşteriyle sınırlıyor. Geleneksel tarzda referans sistemiyle belirli bir ön güvenle kapınızdan giren müşteri daha rasyonel ; o güveni artık oluşturmanız gerekiyor.

Kartela çıktı mertlik bozuldu …

Karteladan satış perde sektörünün yaşadığı en büyük devrimdir.Piyasadaki çoğu esnaf kartelayla birlikte sermayesi olsun olmasın, 3 tane kartela bulanın perdeci olabileceği bir döneme girdiğimizi düşünür. Oysa önümüzdeki dönem kumaşın değerinin azaldığı , bununla birlikte marka ve hizmet kavramının daha ön planda olacağı günler olacak. Fiyat ve kalite rakabeti üzerinden rekabet azalıp değer rekabeti oluşacak. Üreticiler ve parekendeciler arasında konsept mağaza şeklinde bir bayilik dönüşümü yaşanacak.Stok döneminin bitmesi de ufak toptancıları parekendeciliğe yöneltecek. Satıcıların görevi ürünü satmaktan ziyade doğru noktaya penatrasyonu sağlamak şeklinde değişecek.

Bu sezon ise bu değişim sancılarının hissedildiği , kuralsız durumunun hakim olduğu sert bir sezon olacak. Direkt parekendeye inen üreticiler , tatil promosyonları , ihracat ürünlerinin iç piyasaya yöneltilmesiyle bu sezon değişimin sert yüzünü göreceğiz. Bu akıma kapılmayıp saflarını sıkılaştıran üreticiler ise bu tufanda daha az yara alacak.


TwitterTakip

28 February 2007

anti-barbie


3 milyon kadın super modellere ya da barbie bebeklere benzemiyor , diyor bu reklam. Niçin kendi gerçekliğinizi inkar ediyorsunuz , şeklinde bir soru yönetiyor. Bu bebek süper modeller kadar güzel olmamasına rağmen sizin kadar sevimli , kendine güveni olan, kendisiyle barışık gerçek bir arkadaş , mesajı veriyor.
.
Güzellik modellemesine karşı oluşan tepkiyi görebilmek açısından doğru bir tespit ve çıkış noktası. Satışlar anlamında başarıyı yakalayacağını düşünmüyorum ama taraftar yaratabilecek bir hareket. Dikkat çekebilir ve kısa bir süreliğine az da olsa tepki-alımına dönüşebilir. Satışları etkilemese de bu reklamı yapan mağazanın imajına duyarlı , bilinçli gibi öğeleri ekleyeceği kesin.

TwitterTakip

27 February 2007

Bilinçaltı ve Marka değeri


Amerika’da yapılan bir araştırmada bir grup deneğin karşısına rastgele insanlar çıkartılıyor. Birinci gruptaki insanların isimleri Richard , Franklin , John olarak özellikle Beyaz Saray başkanlık seçimlerinde başarısız olmuş isimler veriliyor. Diğer gruptaki insanların isimleri ise rastgele seçiliyor. Daha sonra deneklerden bu gruplara oy vermeleri isteniyor. Sonuçta görülüyor ki Beyaz Saray seçimlerinde başarısız olmuş benzer isimler çok daha az oy alıyor.

Her insanın bilinçli olarak bildiği ya da gördüğü şeyin ötesinde yönlendirici çağrışımlar , simgeler vardır. Kültürel bilinçaltı , siyasal bilinçaltı , toplumsal bilinçaltı bilinçli tercih kriterleri kadar yönlendirici bir etkiye sahiptir. Marka dediğimiz değer de basit bir tüketim ihtiyacından ziyade bu bilinçaltı kodlara hitap eder.

Eğer bir ürün direkt bir tüketim ihtiyacına cevap veriyor ve fiyat – kalite denklemini sağladığı için satılabiliyorsa burada basit bir arz talep alışverişi vardır. Sanayi dönemi üretim tarzı böyle bir alışveriş mantığını içerir.

Türk toplumunun beraber büyüdüğü “ağlayan çocuk “ figürüyle “ağlayan cellocan” arasında önemli bir algılama yönlendirmesi vardır. Ağlayan cellocan figürünün masum ve gerçekçi gözükmesinde hiç tahmin edemediğimiz , bilinçaltında uyuyan bu simgenin etkisi vardır. Başka bir toplumda “ağlayan cellocan” figürü çocuk suistimali ve duyguları sömürme olarak algılanabilir.

Değer yaratılmaz inşa edilir ; her değerin yeni bir keşif olduğu , yeni bir dünya oluşturup kendini kabul ettirebildiği doğru değildir. Değer ancak geliştirilebilir . Her değerin özünde toplum bilinçaltında uyuyan çağrışımların canlandırılması vardır. Değer’in bir ayağı bilinçaltının köklerindedir.

Anne karnında oluşan, kendine ait güvenli, özel bir dünya bilinçaltı istemiyle , Starbucks kafenin iç dizaynı arasında önemli bir bağ vardır.

TwitterTakip

25 February 2007

Satıcı gündemi


Gazetecilikte kötü haberler en ön sayfada , büyük puntolarla verilir. Gazetecilik bir anlamda kötü haberi besleme becerisidir. Kötü haber beslenerek büyütülür , genelleştirilir , bu şekilde okuyucuya dokunacak bir noktaya ulaşılmış olur. Tüketiciyi ilgilendirecek bir noktaya gelecek kadar haber genelleştirilir ve büyütülür.

İnsanlar kötü haberlere karşı daha duyarlıdır. Önceden bilip önlem almak , zarar görmemek , haberdar olmak ister. Kötü haber daha çok konuşulduğu için tez yayılır.

Bazı satıcılar bunu keşfetmiş olmalı ki bazen rakip firmanın eksilerini yakalayarak artı puan toplamaya çalışma yolunu tercih ederler. Müşteriyi kazanma yaklaşımı yerine geleneksel tüccar yaklaşımıyla müşteriyi rakip firmadan caydırma yolu tercih edilir. Belki de bugüne kadar en çok kullanılmış olan basit bir ticari köşe kapmaca oyunu.

Rakip firmayı ne kadar küçültürseniz kendi firmanızı da aynı sahanın içerisine sokmuş olursunuz. Rakibinizi konuştukça durum ikili bir pozisyon halini alır.

Bir gazete gündeminden ayrıştırılamaz , gündemi neyse gazete de odur. Bir satıcının konuştuğu da aynı zamanda o kişinin ve firmasının resmi olarak algılanır.

TwitterTakip

24 February 2007

www.kuerila.com

Perde sektörünün şöyle bir gerçeği vardır. Tüketiciyi tatmin edici miktarda çeşit sunarsanız tüketicinin herhangi birini seçme şansı yüksektir , gereğinden fazla çeşit ise müşteriyi kararsız kılar. Gereğinden fazla çeşitle müşterinin karar vermesini ertelemiş olursunuz.

İnternet dünyası da biraz bu gerçeğe benziyor. Tüketicinin karşısına çıkan gereğinden fazla alternatif tüketiciyi bakıp geçen pasif bir izleyici konumuna sokuyor.

Sanal alemde eksik olan şey tüketicinin daha aktif katılımı.İlgiyi canlı tutabilmek , merak uyandırabilmek. Tüketiciye bir yanıtlar yığınından ziyade sorular verebilmek , düşündürebilmek.

İnternet satış sitelerinde hergün yüzlerce ürün görücüye çıkıyor. Bunlar, basit bir mantıkla ; madem insanlara ulaşabiliyoruz , bunu niçin ticarete dönüştürmeyelim , şeklinde uygulanan sanal bir satıcılık. Satış rakamlarını bilmiyorum ama gayet düşük olduğuna eminim.

Eğer tüketiciye diğerlerinden daha ucuza aldığını hissettiremezseniz fiyatın hiçbir önemi yoktur

www.kuerila.com bu sitelerden kendisini ayrıştırmayı başarmış bir örnek. Her saat belirli bir ürün piyasadaki en ucuz olma iddiasıyla satışa çıkıyor. Ürünler tüketicinin önüne yığılmıyor aksine seçilen tek bir ürün 1 saat için görücüye çıkıyor. Bu şekilde kamçılanan merak siteyi takip edilebilir bir site haline dönüştürüyor. Ürünlerin sürekli değişmesi siteye dinamik bir görüntü verirken , her saat ziyaret edilebilir bir güncellik sağlıyor.

TwitterTakip

23 February 2007

Ürün ve İmaj


Ürünler aynıdır , imajlar ise farklı. Herkes benzer şekilde bir kalıp sabun üretir , ama kimse bir kalıp sabun satmaz. Tüketici seğmentini seçer ve bu seğmente uygun bir imaj paketlemesi yapar.

Eğer tek bir firma sabun üretebilseydi, genel kanınını aksine, yine de reklam yapılması gerekirdi. Reklam bir rekabet öğesi olduğu gibi, doğru tüketiciye doğru fiyatla ulaşmanın da bir yoludur.

Rekabet, üretim döneminin en önemli dengesiydi. Rekabet, ürünün arz olunduğu bir piyasada en önemli silahtı. Bugün, hangi firma için en önemli öğe diğer üretici ? Bugün için ibre rakip firmayı değil, tüketiciyi gösteriyor. İbre rakip firma üretiminde değil, tüketici beklentisinde.

Bugüne kadar tüketici gördüğüne inandı ; görmek , dokunmak , fonksiyonelliğine şahit olmak yeterliydi. Bugünkü inançları ve algılamaları yönetmek ise daha karmaşık ve uzun vadeli, birbirine bağlı bir süreç. Bugün için bunu tarif etmek , tanımlamak dahi güç.

Bir sigaranın, bir adamı nasıl gerçek bir adam yaptığını , bir parfümün bir kadını nasıl çekici bir kadın kıldığını hiç düşündünüz mü ? Bugün için artık kimse bir kutu sigara üretmiyor , erkeksi bir dokunuş , tavır , imaj asıl üretilendir.

TwitterTakip

20 February 2007

Başarı = başkaları


İyi bir oyun sergileyebilmeniz için güçlü bir izleyici kitlesine ihtiyacınız vardır. Kendi kendini yöneten bir oyun daha büyük bir hedef koyup, bunun motivasyon dinamiklerini sağlayamaz.
Tarihte, yalnız ama başarılı bir adam edebiyat dışında hiçbir alanda olmamıştır. Dante cehennemi başkaları olarak tarif etmişti , biz ise başarıyı başkaları olarak niteliyoruz. Dante, diğer insanları , eleştirel gözle bakıp kendi içsel dünyalarından uzaklaştırdıkları için cehennem olarak nitelemişti ; biz ise iş dünyasında, hedefleri daha yukarı taşımak için gerekli motivasyonu sağladığı , bizi eleştirebildiği , rekabet ortamı sağladığı için başkalarını başarının olmazsa olmaz şartlarından birisi sayıyoruz.

İnsan, kendisi sözkonusu olduğunda tarafsız olamaz. İnsan sürekli kendisini olumlayan , hataları için o hataları ortaya çıkaran koşulları öne çıkarmaya meyilli bir yapıya sahiptir. Diğer bir insan, kendinizi tarafsız bir gözle değerlendirebileceğiniz gerçekçi bir yansımadır.

Diğer bir insan ; hedef koymanın , bu hedefi somutlaştırmanın , hedefi daha görünür kılmanın bir yoludur. 10 yıl sonra şu hedefe ulaşacağım, gibi belirsizleşebilecek soyut bir hedef yerine, şu insanın seviyesine , satışlarına ulaşacağım , şu insanı müşteri portföyüme dahil edeceğim gibi bir hedef sizi daha çok motive edecektir. Böylece hedefiniz daha ulaşılabilir olacak , uzansanız tutacak olduğunuz kadar yakın bir mesafeye taşıdığınız hedefiniz sizi harekete yönlendirecektir.

Sonsöz : Düşmanın en büyük faydası hatanızı unutturmamasıdır. Eğer cehennem başkalarıysa , başarı bu yoldan geçer.

TwitterTakip

19 February 2007

Değişimi yönetebilmek


Değişim , kulağa hoş gelen , pozitif anlamlar taşıyan , bununla birlikte uygulanana baktığımızda ; her yeni yöneticinin beraberinde getirdiği bir çeşit eskiyi yıkma projesidir. Çoğu firmada doğru ya da yanlış olduğu sorgulanmaksızın yeni bir heyecan katmak için eski yeniden inşa edilir. Değişim bir anlamda değiştirmektir.

Yeni bir başlangıç yapmanın , böyle bir enerji vermenin en iyi yolu eskiyi sonlandırmaktır. Birçok firma zaman zaman kendi miskinliklerinden kurtulup , yeni bir değişim rüzgarı yakalamak için eskiyle iplerini kopartma yolu seçer. Mevcut çalışanlara verilen güvensizliğin maliyeti hesap edilmez.

Yıllar önce firmaya yeni getirtilen bir yönetici kürsüye çıkıp şöyle seslenmişti : her şeyi değiştireceğiz … Bu yöneticinin firmanın değişime ihtiyacı olduğunu analiz etmeden böyle bir önyargıyla hareket etmesi , o zamanlar çok dikkatimi çekmişti. Değişime bu kadar güdümlü olmak firmayı bir yap boz oyununa çevirerek güçlü yönlerini de zayıflatmış , çalışanların duyduğu güveni ve bağımlılığı da azaltmıştı.

Bugün için, firmaların çoğunda vizyonumuz başlığı altında tabelalar asılıp değişim övülmekte. Değişim bu şekilde bilinçten uzaklaşıp bir koşullama haline geldikçe firma gelenek ve kültürünü yok eden , dokusunu tahrip eden bir rüzgara dönüşebilmekte.

Koşullanmış değişim , eskinin yok edildiği, yeninin ise oluşturulamadığı bir boşluk doğurur.

TwitterTakip

17 February 2007

4 P or 4 B


Pazarlamanın 4 P’si gibi ezberleri tekrarlarken, pazarlama yönetiminizin daha merkezi bir hal alıp, müşterinize daha çok uzaklaştığınızı fark ettiniz mi ?

Bu tür ezberlerin anlamaktan daha ziyade yönetmeye meylettiğini , yönetmeye çalıştıkça bu tür ezberlere tekrar tekrar başvurarak doğru noktasında kendinizi sınırladığınızı…

4 P’nin Place prensibini günümüz network çağında halen rekabet üstünlüğü sağlayan önemli bir köşe taşı olarak görmek ne kadar doğru ? Price , doğru fiyatlama yani rakiplerinize göre satılabilir bir değerde olma ürününüzü bugün için ne kadar satılabilir kılar ? Promosyon, ürününüzün yanına bir ürün daha eklemek mi , yoksa ürün değeri üzerine çalışmak mı ürününüzü daha cazip kılar ?

Bir yönetici yalnızca elindeki verileri inceleyerek hareket eder. Bir işadamı ise hisleriyle risk alır , bilinmeyenin daha çok olduğu durumlarda hareket etme cesaretini gösterir. Elindeki 4 P verilerini kullanarak hareket eden bir pazarlamacı ancak ürünü yönetir , rakibine karşı pozisyonunu koruyabilir. Önemli olan 4 B (Bilinmeyen) durumunda ne yapabileceğinizdir.

TwitterTakip

Gerçek ve algılanabilir gerçek


Bir reklamın amacı gerçeği manipüle etmek midir ? Manipüle ettikten sonra tüketicinize ulaşan ürün ya da hizmet ile anlattığınız şey arasındaki mesafe uzun vadede bir kayıp değil midir?

Bir gerçeği manipüle etmeden ; yani değiştirmeden , tüketici beklentisine yaklaştırmadan satmak elbette olasıdır. Eğer rekabet olmasaydı , anlatmak , tüketiciyi sadece haberdar etmek yeterli olabilirdi.Ancak , rekabetin olduğu yerdeki eşit gerçeklik durumu bozulmak zorundadır. Gerçek manipüle edilmek , algı dünyasındaki soyut değerine ulaşmak zorundadır.

Bir gerçek, gerçekliğinden sıyrılabildiği ölçüde görünür olabilir.

TwitterTakip

15 February 2007

Tüketici neyi duyduğuna değil , nereden duyduğuna bakar


Okuduğum bir kitapta şöyle bir hikaye geçiyordu : Kendini mutsuz hisseden bir kişi psikoloğa gidiyor , psikolog ise hayatın güzel olduğundan , yaşanmaya değer olduğundan bahsediyordu. Fakat kendisini mutsuz hisseden kişi doktora inanmıyordu : çünkü o bir doktordu ve işini yapıyordu…

Peki reklam kuşağı başladığında , reklamlar yazısıyla birlikte tüketici hangi gözlükle bu reklamları seyrediyor.Tüketiciye verdiği mesajlar hangi algılama içerisinden geçiyor.Reklamlar , reklamlar başlığıyla yayınlanmaya başladığında “ hayat güzeldir” mesajı ne kadar inandırıcı olabiliyor.

Okuduğum kitaptaki mutsuz kişi mutluluğu doktorun tavsiyelerinde değil , yine doktorla aynı şeyleri söyleyen yakın bir arkadaşının anlattıklarında buluyordu. Tüketici de reklamlar kuşağına mağruz kalırken ekranda gördüklerine değil , kulaktan kulağa duyduğu fısıltılara inanıyor.

TwitterTakip

11 February 2007

Satış sadece satıcılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir


Bu klasik söz özellikle satış departmanı için daha fazla geçerlidir. Satıcılar müşteriyi daha iyi anlamak için empati kurmaya , problemlere müşterilerin gözüyle bakmaya çalışırlar. Bu ise zamanla satıcıları üretim ve şirket gerçeklerinden uzak bir bakış açısıyla hareket etmelerini sağlayabilir. Satıcı bilinçaltında her sorunun yanıtı “ müşteri acaba ne düşünür “ haline geldikçe, müşteri menfaati ve firma menfaati ayrımı netliğini kaybedebilir.

Pazarlama, müşteri gerçekliğini ve firma gerçekliğini aynı zamanda yakalamak zorunda olan alandır. Satıcı, müşteri menfaatini ve firma menfaatini yine aynı zamanda kollamak zorunda olan kişidir. Bir muhasebeci ise sadece firma menfaatini kollayan ,hedef koymayıp fotograf çeken , terazinin tek tarafına yığma yapan kişidir. İşte bu yüzden pazarlama ve satış hedef koyarak sürekli kendini aşma ve bunu da terazinin diğer kefesini gözeterek yapması yönüyle diğer departmanlardan ayrılır.

Bir firmada departmanlar arasında en çok anlaşmazlığa düşen , tartışma yaşayan bölümlerin başında satış departmanı gelir. Firma bir karar alırken üretim , maliyet , kaynaklar gibi unsurları baz alır ; bunun karşısında ise aynı menfaat denklemlerine göre düşünen müşteri vardır. İşte bu iki karar mekanizmalarının en uçlarında satıcılar bulunur ve bu iki menfaat kutbunu birleştirmek , satıcının işidir.

Pazarlamanın şirketin bütününden ziyade bir bölüm tarafından yürütülmeye çalışılması , bir ürünü üretmek sonra da ürettiğiniz o şeye müşteri bulmaya benzer. Pazarda “en iyisi bizde ” şeklinde bağırmak ile böyle bir pazarlama anlayışı arasında fark yoktur. Satıcılık ve pazarlama sadece bu bölümlere bırakıldığı sürece sesiniz yettiğince bağırmak zorunda kalırsınız.

TwitterTakip

10 February 2007

Win yaklaşımı ve tüccar zihniyeti


Win, yaklaşımı kulağa hoş gelen , insanı heyecanlandıran bir söylem olmasına rağmen uzun vadede kaybettiren bir tüccar yaklaşımıdır.Ticaret , sürekli kazanılan , zaman zaman kaybettiği ya da daha az kar ettiği oyunlarda da rol almadan karlılığını devam ettirebilen bir oyun değildir . “Kazanmadığım işe girmem” diyen Kayserili bir toptancım bu söylemle küçüle küçüle kazanacağı işlere girebilme potansiyelini de kaybetti. Türkiye’ye yatırım yapan Avusturalyalı bir kimya firması ilk 3 yıllık planda kar etmeyeceğini bile bile yatırım yaptı. Win-Win ya da Lost and Win yaklaşımı uzun soluklu ama daha gerçekçi süreçler.

TwitterTakip

Mesaj ve algılanan




Burada çok eğleneceksiniz, ne demek ? Rahat bir atmosfer sunuyoruz, derken tüketici bilinçaltı bu mesajı nasıl algılıyor ?

Tüketici bilinçaltına eğlence diye bir mesaj gönderdiğinizde daha önce yaşadığı bir eğlenceyi anımsayacak , anlattığınız şeyi önceki deneyimiyle kıyaslayacaktır. Dolayısıyla anlatığınız kavramlar tüketicinin deneyimleriyle , yaşam dünyasıyla sınırlıdır.


Çoğu pazarlamacı, kendi sektöründeki deneyimleriyle birlikte tüketicinin de aynı algılamalara sahip olduğu yanılsamasını yaşar. Pazarlamacının edindiği deneyimler sonucu anlattığı kavramlar derin bir anlam yoğunluğuna sahipken , müşteride hiçbir etki oluşturmayabilir

TwitterTakip

Pazarlama , geriye dönük bir iyileştirme süreci midir ?


Çoğu firma kendi üretim koşulları içerisinde bir ürün tasarlar ve bunun üzerine pazarlama yaklaşımları geliştirir. Oysa doğru yaklaşım pazarlanabilir bir ürün geliştirmektir. Pazarlama sadece üretimin sonunda değil, başlangıcından itibaren vardır.

Pazarlamadan beklenen çoğu zaman tüketiciyi değiştirmektir , oysa ürünü biçimlendirmek daha pratiktir çoğu zaman. Pazarlama bugün için çok konuşulan , mucizevi bir tılsıma sahip son kurtarıcı olarak görülüyor. Üretim sürecince yapılan bütün hataların telafi edilebileceği sihirli bir dünya… Her türlü hastalığa iyi geleceği düşünülen bir aspirin.

TwitterTakip

Doğru yaklaşım , yanlış sonuç


Bir bankadan kredi istediğinizde o kadar çok soru soruyor , o kadar sağlam teminatlar istiyorlar ki o bankadan kredi almak için neredeyse o krediye ihtiyacınız olmayacak kadar bir mal varlığınızın olması gerekiyor. Oysa tüketiciyi kredi kullanımı konusunda özendirmek için birçok reklam yapılıyor. Gerekli şartlardan yeterince bahsedilmeyip , gayet kolay bir şeymiş gibi anlatılıp banka kapısından içeri girdiğinizde şartlar tek tek önünüze konmaya başlıyor.

Gerçekçi olan : bankanın o teminatları istemesi
+
Doğru olan : Reklamlarla cezp edici kılmak
=
Yanlış sonuç : Tüketicinin yaşadığı hayal kırıklığı

TwitterTakip

09 February 2007

Axe

Tüketiciyi taciz eden bir çalışma.


TwitterTakip

Bir saat , zamanı değil sizi anlatır

Rus tasarımcı Pavel tarafından düşünülmüş bir saat tasarımı. Kum saati görüntüsünde , digital olarak işleyen dikkat çekici bir çalışma.
Akrep ile yelkovanın koşuşturması o kadar çok işlendi ki bu iki tema üzerindeki her türlü işleme saatin o klasik tadını bozmuyor artık . Cep telefonu gibi güncel hayata daha çok giren teknolojik aletlerle zaman artık daha görünür. Tüketicinin kolunda taşıdığı saat zamanı anlatan bir ihtiyaç olma durumunu çoktan aştı. Kişisel imajın bir parçası , bir tavır , algılanma biçiminin bir unsuru...

TwitterTakip

07 February 2007

Pazarlama yapmak ve pazarlama alanı yaratmak


Pazarlama yapmak, satışa benzer. İkna etmek ve rakip firmanın önüne geçmek ile alakalıdır. Pazarlama alanı yaratmak ise analiz etmek ve öngörmek ile ilgilidir.

Her toplum, sanayi devrimini başlattığı döneme göre üç evrimsel aşamadan geçer. Önce satmakla başlar , daha sonra pazarlama yapmayı öğrenir ve sonunda da Pazar alanı yaratabilir. Üretici olmayan toplum satmakla başlar ve bu şekilde bir evrim geçirir.

Türkiye’de çok az gerilla pazarlama çalışmalarıyla karşılaşmamızın , yaratıcı çalışmaların Avrupa’daki kadar çok olmamasının nedeni ne olabilir ?

Türkiye Avrupa’nın fasoncusudur. Fason üretimin ağırlıkta olduğu bir yerde ucuz işgücü var , kaliteli bir tüketici grubu yok demektir. Markalaşma sadece yaratıcı olmakla değil , bu değeri satın alacak kalitede bir tüketici kitlesiyle de ilgilidir. Peki, Küreselleşme bu kalitede bir pazara ulaşma imkanı sunarken , niçin bu pazarlara ulaşılamıyor ? Bu pazara sizden önce ulaşmış , pazarı tanıyan ve sadık müşterilerini oluşturmuş firmalar boşluk bırakmamıştır. Ayrıca kendi ülkenizde marka olup sermaye ve tecrübe birikimi oluşturmadan daha uzak noktalarda , lojistik gibi artı maliyetlerden dolayı başarılı olmanız neredeyse imkansızdır.

Durumu idare etmek ile durumu kontrol etmek arasındaki ayrım AR-GE bütçesine göre anlaşılır. Eğer Ar-Ge bütçeniz çok az miktardaysa durumu idare ediyorsunuz demektir. Türk Devletinin kendi bütçesinden de Türk firmalarının bütçelerinden de Ar-ge için ayırdıkları pay satmak , pazarlama yapmak ve pazarlama alanı yaratmak sürecinin hangi aşamasında olduklarının göstergesidir.

TwitterTakip

arjantin cad.

TwitterTakip

06 February 2007

Pazarlıkta , para unsuru


Pazarlıkta , sağlamcı satıcılar parayı bir tarafa, ürünü bir tarafa koyarlar. Ve kaybederler.

Bugüne kadar pazarlıkların en çetin geçtiği yer olarak inandığımız kurban pazarlığını göz önüne getirin. Bir tarafta koyun , bir tarafta para vardır. Satıcı koyununa bakar , alıcı parasına ve pazarlık bir türlü sonlanmaz. Satıcı ürününe , alıcı parasına aşıktır ve göz önünde olduğu sürece vazgeçemez. Dolayısıyla, çetin pazarlık olarak bildiğimiz bu süreç aslında acemi bir pazarlık oyunudur.

Kredi kartları alışverişi niçin bu kadar arttırmış , insanları borçlanarak dahi alışveriş yapmaya zorlamıştır ? Çünkü para , yani insanın verdiği , cebinden çıkan şey uzaktadır. Kan gözükmez.

Yıllar önce gidip gelerek ikna edemediğim bir müşteriyi en sonunda vadeyi uzatarak ikna ettiğimi hatırlıyorum. Bu müşteriye birçok defa gidip gelmiş fakat bir türlü mal almaya ikna edememiştim. Ne zamanki elini cebine atıp parasını çıkartsa hemen fikrini değiştirirdi. Son olarak şöyle bir taktik izlemiştim : Ali bey, biz bugün anlaşma kontratımızı imzalayalım , ürün 1 ay sonra gelsin , ürün geldikten bir hafta sonra da gelir ödememi alırım.

Para masanın üzerindeyse o pazarlık bitmez.

TwitterTakip

05 February 2007

Fikir birliği mi , sadece görüyor olmak mı?


Dünyanın önde gelen Siemens, Renault, Axa, Coca-Cola gibi firmaları, aldıkları bir karara göre sadece sektörle ilgili teknik kadrodan eleman istihdam etmeyecekler. Bunun dışında felsefe , psikoloji , iktisat bölümlerinden mezun kişilerle de çalışacaklar.

Sürekli kendi alanlarındaki teknik uzmanlarla çalışmak şirketlere bir bakış açısı farklılığı getirmiyor çünkü. Bu tekdüzelik yaratıcı ortamı, ilişkilerdeki canlılığı , dayanışma ve işbirliğini de zayıflatıyor. Çalışanların mesai saatleri içerisinde sosyal bir alan yaratıp , işlerini sevmelerini , nefes almalarını olumsuz yönde etkiliyor.

Şirket toplantılarında, bazen dikkatimi toplantıya katılanların o toplantıyı gereksiz olarak görüp , heyecansız şekilde dinlemeleri çeker. Herkes doğrunun ve yanlışın ne olduğu konusunda o kadar hemfikirdir ki adeta konuşmaya da gerek yoktur. Bu homojen tablo, herkesin konuya hakimiyeti sonucu varılan ortak nokta olarak yorumlanıp zaman zaman başarı olarak nitelendirilir. Toplantı masasına oturulur, herkesin kafasında oluşturduğu ezber bir kez daha masada tekrarlanır ve fikir birliğinden dolayı gizli bir memnuniyet hissiyle toplantı biter. Sorunlar , problemler bir kez daha kutsanır…

Herkesin doğruyu basitçe görebildiği bir yerde problem de çok basit demektir. Problem herkesin problemi aynı şekilde görmesi değil, düşünmesidir.

TwitterTakip

04 February 2007

Medeniyetler - kuşaklar çatışması


Amerikalı yazar Hungtington 93 yılında yazdığı makalede gelecek yıllarda oluşabilecek medeniyetler çatışmasından bahsediyordu. Yaşamdaki hızlı değişim insanları yeniden bir kimlik arayışına itecek ve insanlar kendilerini tanımlamak zorunda kalacaklardı. Kendilerini tanımlarken , ne olmadıklarından yola çıkarak , yani düşmanı tanımlayarak kendi kimliklerini oluşturacaklardı. Ne olduğunu bilmek , ne olmadığını bilmekti.

Doğruluğu tartışılır bir teori olmasına rağmen, doğru bir yanı da olduğu kesin. Benzer çatışmalar değişimle birlikte her an ortaya çıkabilecek, eski ile yeninin birbirini hazmedememesinin sonuçlarıdır.

10 yıl sonra şirketlerdeki en büyük çatışmanın temel nedenleri ne olacak, sizce ? Bugüne kadar ki en büyük problemi , şirketlerin babadan oğula geçen bir yönetim düzeniyle yönetilerek kurumsal yapısını oluşturamaması, olarak tanımlayabilir miyiz ? Merkezden bir yönetim , verimliliğe göre değil merkeze yakınlığa göre ödüllendirme … Halen, Türkiye’deki birçok şirketin haritasında bu çizgiler hakimdir.

Zamanın hızlı değişiminin kuşaklar arasındaki farklılığı daha da belirginleştirdiğini fark ettiniz mi? Bilgisayar çağını daha 5-6 yıl önce yaşamışken , şimdiki kuşak internet dünyasında daha hızlı seyahat ediyor. Hayal gücü dünyası daha sanal bir dünyada şekillenip , kısıtlı bir çevre içerisinde oluşmuş lokal ilişkileri yadırgayabiliyor. Sanal dünyanın içerisinde, daha rasyonel davranabilip , hızlı karar verme , keşfetme, yaratma gibi kavramlarla motive olan bir bilinç yapısı oluşturabiliyor. Toplumsal kültürden sıyrılarak daha bireysel değerler oluşturup , kendi kimliğini tanımlayabiliyor. Toplumsal kültür içerisinde harmanlanmış , benzer değerlere sahip olup , benzer tepkileri verebilecek bir kitle yok artık karşınızda.

Uzaktan seyrederek baktığımız ve davranışlarını , yaşam biçimlerini anlayamadığımız , şimdilik küçük oldukları için sempatiyle karşıladığımız bu kuşak iş hayatına atılıp yanımızdaki masayı paylaştığında , Hungtingtonun çatışma teorisine benzer bir medeniyetler çatışması yaşayabilir miyiz ?

TwitterTakip

03 February 2007

Müşteri itirazı karşısında haklı ya da haksız olmak


Müşteri : Bu uygulamanızın bence doğru bir pazarlama anlayışı değil

Basit bir soru gibi durmasına rağmen, satıcıyı pazarlama stratejisinin savunmasına itip tartışmaya sokabilecek bir soru.Satıcı müşteriyi ikna etmeye çalışırken karşılıklı bir fikir atışmasına girebilir. Basit bir karşı cevapla başlayan diyalog giderek ses tonlarının yükseldiği bir diyaloğun zeminini hazırlayabilir.

Cevap vermek yerine , aslında bu uygulamayla siz müşterilerimize şöyle bir fayda sağlamayı amaçladık … yaklaşımı faydayı ön plana çıkartıp tekrar bir cevap hakkı doğurmaz.

Doğru ya da yanlış olma kaygısı bütün tartışmaların başlangıcıdır. Satıcılık, bu tür kaygıları aşarak, kişisel egoya yabancılaşmakla başlar.

Müşterinin her zaman haklı olup olmadığından daha önemli olan ; satıcının müşteriyi her zaman haklıymış gibi hissettirip hissettiremediğidir.

TwitterTakip

02 February 2007

Reklam söylemi ve inandırıcılık


Bugün çıkan bir habere göre, IKEA firması ürettirip sattığı bir vazonun, hatalı üretim sonucu kolay kırılmasından dolayı , ürettiği 600 bin vazoyu müşterilerden geri toplama kararı almış. IKEA tişörtü giymiş gülümseyen bir bayan eşliğinde sunulan haber , bir haberden ziyade başarılı bir reklam çalışması izlenimi uyandırıyor.

Tüketicinin duyduğu yüzlerce “ bize güvenin “ mesajı arasından bir haber olarak sıyrılmayı başaran, başarılı bir çalışma. Bu tür mesajlar, bir reklam olarak sunulduklarında inandırıcılıkları, sırf reklam oldukları için yarı oranda azalıyor. IKEA ise bu haberden sonra insanların ellerinde vazolarla mağazalara koşmayacağını biliyor. Bu haber sonucunda çok az insan geri dönüş yapacaktır ve bu da düşük maliyetle müşteriye “ bize güvenin “ mesajı vermenin farklı bir yoludur.

Novartis firması Ankara Havaalanı yoluna 1000 tane ağaç dikip , “biz doğayı seviyoruz “mesajını etkili bir şekilde vurguluyor. Reklamlarda artık konuşma dönemi geçti gibi. Yaratıcı olabilirsiniz , yaratıcı reklamlar yapabilirsiniz ama bu estetik değerin ötesinde inandırıcı olmak için artık televizyonun dışına çıkabilmelisiniz.

TwitterTakip

Rakip firma


Bugün şahit olduğum bir satış görüşmesinde, satınalmacı şöyle bir savunmada bulunuyordu : Kusura bakmayın ama artık sizinle çalışamayacağız , rakip firmanın ürünü %30 daha ucuz. Satış temsilcisi de hemen savunmaya geçiyor : ancak o firmada sevk problemi var , istediğiniz zaman ürünü teslim edemiyebilirler . Ayrıca, sizinle çalışıp beni saf dışı bırakmak için bu fiyatı vermişlerdir , ileride mutlaka yükseltirler… Ben o firmanın fiyatlarını yakından takip ediyorum…

Satıcı bu yaklaşımla, ürününü ve firmasını savunmuyor , aradaki fiyat farkı için müşteriye tatmin edici bir yanıt veremiyor ; tamamen amatör bir yaklaşımla , elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi tepki veriyordu.

Buradaki satıcı tavrı, müşterinin bugüne kadar %30 daha pahalı aldığı konusundaki şüphesini pekiştiriyordu.Aradaki fiyat farkını açıklayıp , bu farkın arkasında duramayan yaklaşım, rakip firmanın iddialarını kuvvetlendiriyordu. Farklılığı açıklamak yerine , rakip firmayı karalamak , aradaki bütün mesafeyi kaldırarak bu satıcının firmasını, rakibiyle dirsek teması hizasına taşıyordu.

Rakip firmayı eleştirmek, rakip firmayla müşteri önünde güreşmek gibidir ; kazansanız dahi üzerinize çamur bulaşır.

TwitterTakip

İnsan ve müşteri kimliği


İnsanların özel yaşamları dışındaki iş hayatlarını, ikinci hayat olarak tanımlarım. Özel hayatlarını tamamen içlerinden geldiği gibi yaşarlarken , ikinci hayatlarında görev tanımları çerçevesinde yaşarlar. Takip ettikleri gaye, insanı içsel dünyasına yabancılaştırarak , pazarlık eden , blöf yapan , her insanla iyi geçinmek için gülümseyen , sinirlenemeyen , kızamayan bir ruh haline sokar.

Bu ruh halinin insanda yarattığı tepki nedir ? Tüketiciler, bizim karşımıza müşteri olarak çıktıkları bu birincil halde nasıl bir ruh haline sahiptirler ?

Bazı satıcılar müşteriyi bir çocuğa benzetir. Çocuk gibi kaprislere sahip olduklarını düşünür. İkincil hayatın yarattığı baskı, insanları böyle bir ruh haline sürüklüyor olabilir mi?

Eğer hergün onlarca kez reklamlarda “ siz bizim için değerlisiniz “ türü , ruhumuzun çocuksu yönünü okşayan cümleleri duymamış olsaydık, inanın bu cümleleri yadırgardık. İnsanlar bu sevgi gösterisini eleştiremiyorlar ; çünkü ihtiyaç duyuyorlar.

Sizin için özenle seçtik , siz her şeye değersiniz , sizin için çalışıyoruz ; gibi söylemler normal mantıklı bir insanın inanamayacağı sözlerken ; insan tüketici kimliğine büründüğünde cezp edici olabiliyor.

TwitterTakip

01 February 2007

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us