16 May 2009

Ermeni soykırımı konusunda Türk Resmi ideolojisinin inandırıcılığı...


Obama’nın “1915 olayları büyük bir felaket “ açıklamasından sonra Ermeni soykırımı iddiaları tekrar gündeme geldi. Bu vesileyle biz de pazarlama köşesi olarak resmi ideolojinin dünya kamuoyunu ikna etmede hangi noktalarda yanlış yaptığını irdelemeye çalışalım.

Öncelikle her haber bülteninde “ ermeni soykırımı “ tabiri kullanılırken zorunlu olarak “ sözde” kelimesinin kullanılması , bunun resmi bir söylem haline getirilerek baskı oluşturulması daha inandırıcı değil , Dünya kamuoyunda bir önyargı oluşmasına neden olur. Bu baskıcı zihniyet , soykırım yapabilir , konusunda bir ön referans teşkil eder. Bu konuda farklı düşünenlerin konferanslarının iptali ve üzerinde oluşturulan baskı karşı tarafın tezlerini kuvvetlendirir , sizin iddialarınızın altının boş olduğu intibasını yaratır.

Obama’nın sözlerini emperyalist bir oyun olarak görmek ve aşırı tepkiler vermek kamuoyunu ve sizi irrasyonel bir tepki noktasına taşır ki bu da karşı tarafın görmek istediği bir durumdur. Sizi tartışılamaz ve müzakere edilemez , katı bir pozisyona iterek , karşı tarafı ise haklı ve toleranslı gibi gösterir.

Bu olaylar karşısında “ asıl biz soykırıma uğradık” karşı çıkışı , sizi daha mantıksız bir noktaya taşıyarak ,karşı tarafın duruşunu daha da kuvvetlendirir. Söylediğiniz haklı noktaların da gözden kaçmasına , es geçilmesine neden olur. Böyle bir irrasyonel çıkış sizin duygusal ve milliyetçi reaksiyonlar verdiğiniz intibasını yaratır.

Oysa , en iyi ikna metodu karşı tarafın iddialarını yumşak bir geçişle kabul ederek kendi cümlelerinizle olayı tanımlamanızdır. Evet , bu olaylar yaşandı , ancak şu koşullarda , biz de şu kadar kayıp verdik … gibi bir savunma sizi daha haklı ve makul bir noktaya taşır. “Böyle bir olay olmadı” şeklindeki resmi tezin sonunda getireceği yer Ermeni iddialarının eninde sonunda kabul edilmesi sonucunu verecektir , aha buraya yazıyoruz…

TwitterTakip

sansüre karşı sansür

TwitterTakip

Yeni TTNET kampanyası ne kadar başarılı ?

Ttnet yeni bir kampanya başlattı. Bu kampanyada fiyat indirmek yerine servisin hızını arttırıyor. Tüketiciye fiyat yerine hizmette avantaj sağlıyor.

Aslında TTNET fiyat ve hizmet çeşitliliği şeklinde bir kampanyayla tüketici açısından daha çok fonksiyonellik sağlayacak , rakip firmalarla oluşan fiyat üzerine kurulu rekabette daha güçlü olacaktır.

Ancak TTNET hizmet seviyesini yukarı taşıyarak , hizmet kalitesinde üstünlük sağlamaya çalışıyor. Tüketicisini daha çok gelir getiren , daha kaliteli hizmet alan bir üst baremde tutmaya çalışıyor.

Peki , bu durumda mevcut abonelerini kaybetmeyecek ve yeni abone çekecek doğru bir iletişim çabası yürütüyor mu ?

Bu tür kampanyalarda tüketici aynı bedeli ödediği için kampanya farklılığını hissetmeyecektir. Komşu bahçeden gelen cazip fiyatlar tüketicinin kafasını karıştıracaktır.

Ttnet hizmet kalitesini yukarı taşıyor ama bunu tüketicinin fark edebileceği bir iletişim kampanyasıyla yürütmeliydi.

Oysa , kampanya medyaya fiyat listelerinden ibaret bir tablo ile yansıdı.

Fark edilirlik bakımından çok yetersiz , tüketiciye sağladığı faydayı vurgulayamayan başarısız bir kampanya oldu.

Bu kampanyada sonuç olarak ; Tüketici Ttnet’de kalır , gözü komşu bahçede olur.

TwitterTakip

Kendime notlar...

* İnsanın topluma karşı kendisini savunması mümkün değildir , asilik olur bunun adı , toplum ise bireye karşı kendisini savunur , ahlaktır bunun adı…

* Bilinç sabit biçimde somut bir olay üzerine odaklanmazsa soyut bir boşlukta dolaşarak gereksiz biçimde yorulur.

* Hayatta anlayamadığınız bir çok nokta olur ancak bunların çoğunu kabul edersiniz mutlu olmak için. Mutluluk böyle bir kabulü gerektirir.

* Ne zaman kendinizi göstermeye çalışsanız aptallıklarınızı gösterirsiniz. Ne zaman saklamaya çalışsanız erdemleriniz gün yüzüne çıkar kendiliğinden. Bu yüzden mütevazilik en büyük küstahlıktır , derler

* Yalan gerçeğe karşı bir sanattır.

TwitterTakip

14 May 2009

Bu yıl Fuar nasıl olur ? - Home trend dergisi röpörtaj

Mustafa bey , bu sene fuarda nasıl bir hareket yoğunluğu , geçen senelere göre nasıl bir farklılık olur ?

Aslında son 3 yıldır fuarlar oldukça durgun geçiyor , bu da gayet normal. Çünkü , sektörde önemli bir dönüşümün içerisinden geçiyoruz. Özellikle son 3 yıl , stok döneminden kartela sistemine geçişte en hissedilir dönemler oldu. Bu değişimin etkisiyle 3 yıldır stok miktarlarında sürekli bir azalma var. Satın alma azaldığı için fuar’a olan ilgi de , iş de aynı şekilde azaldı. Ancak , bu seneden sonra tekrar ilgi canlanacaktır. Top üründen kartela sistemine geçiş döneminin dibi göründü, bundan sonra seyir yukarı seyredecektir. Satın almadan bağlantı yapma yönünde bir değişimle ilgi tekrar hareketlenecektir.

Bu değişimi biraz açarsak kesin biçimde artık stok döneminin bittiğini söyleyebilir miyiz ?

Raflar birinci darbeyi ürün çeşidinin artmasıyla gördü. 2. darbe ise stok maliyetinin artmasıyla geldi ve raf ürün ikinci darbeyi buradan yedi.Kriz ve enflasyonsuz dönem bu sürecin gereğinden fazla hızlı ilerlemesine neden oldu ve bazı tıkanmalar yaşandı. Çoğu fabrika etkili bir stok yönetimine geçemedi.

Son dönemlerde stok yönetimi en önemli gündem maddesi olmaya başladı , stok yönetimi deyince ne anlamalıyız ?

Bir ürünün rafta kalma süresi uzadıkça stok oranı düşer , rafta kalma süresi arttıkça o ürünün maliyeti artar. Şu an her oyuncu için stoğun maliyeti giderek artıyor. Dolayısıyla tüm parametreler daha az stoğu işaret ediyor. Bu da etkili bir stok yönetimi ve piyasa analizi ile mevcut. Örneğin , Bim marketlerini ele alalım. Maliyetlerini kontrol etmelerinin bir yolu da belirli bir sirkülasyon hızının altına inen ürünü elemeleridir. Her ürünün belirli bir devir hızı vardır , ortalamanın altında kalan elenir. Yani , ürünün devir hızını ölçmek , ürünleri sınırlamak, belirli bir hızın altında kalan ürünlere yer vermemek gibi etkili bir piyasa analizi de stok kontrolünün içerisindedir. Çoğu firma stok kontrolünden , stoğa kontrollü mal çekmeyi anlar ancak bu doğru değildir.

Bu dönemlerde stok yönetimi dışında hangi noktalara dikkat etmek gerekir ? Yönetimlerin ya da zihniyetlerin de değişmesi gerekmez mi ?

Büyüyen bir sektördeki firmayı yönetmek ile küçülen bir sektördeki firmayı yönetmek çok farklıdır. Sektör küçülürken büyüdüğünüz dönemdeki parametrelerle hareket edemezsiniz. Büyürken dağılarak büyüyebilirsiniz , yönetim biraz daha rahat olabilir , ancak küçülürken bir çizginiz ve yönünüz olmalı. Yöneticilerin “nerede büyüyeceğiz” sorusunu sorması kritiktir ama ” nerede küçüleceğiz” sorusu hayatidir.

Çok analiz yapıp , çok düşündüğünüzde , zeki olmaya çalıştığınızda akıllının köprüyü geçememesi misali hata yapabilir ve yolda kalabilirsiniz. Ticarette doğruyu gösteren en önemli parametre örnek modellerdir. Diğer sektördeki modelleri incelemek çok önemli. Ticarette gidişat her sektörde tek yönedir , benzer model işler , sadece zaman bakımından birisi bir adım öndedir , diğeri bir adım geride. Sirkülasyonun daha çok olduğu , büyük rakamların döndüğü , rekabetin yoğun olduğu sektörlerde durum daha hızlı değişir. Buradaki modeller , dağıtım sistem, markalaşma çalışmaları , müşteriyle iletişim gibi noktalar daha önemli ve gerçekçi parametreler. Avrupa’da ne oluyorsa 1 yıl sonra İstanbul’da olur , 6 ay sonra Ankara’da olur , bundan 6 ay sonra da Anadolu’ya iner. Bu gerçek sadece renk ve tasarımlar için değil iş yapış modellerinde de geçerlidir. Önümüzde duran modelleri daha dikkatli incelenmeli.

Amerikalı bir lider , General Mobile için iyi olan ülkem için de iyidir, demişti. Bu değişim sanırım sadece üreticilerin çabasıyla gerçekleşmeyecek bir süreç , bir Devlet politikası olmalı.

Dünya değişiyor , toplumlar değişiyor. Dünya iki kutuplu Amerika ve Sovyetler Birliğinin hakim olduğu çift kutuplu bir dünya’dan Avrupa Birliği , OECD ülkeleri gibi bölgesel ittifakların kurulduğu bir dünyaya doğru evrim geçirdi. Gelecekte bu bölgesel güçler de sarsılacak mikro kuvvetler ortaya çıkacaktır. Burada ne millet ne de sınırlar önemli bir etken olacaktır. Halklar , tüketim toplumundan tasarruf toplumuna yönelecektir. Bu dengede güçlü olmak için birçok fırsatınız var. Geçmişte bir coğrafi bölgeye yakın olmanız , Avrupa değerlerini içselleştirmeniz , askeri ya da hacim olarak ekonomik bir güç olmanız önemli idi. Artık bu dengeler sarsılacaktır. Daha farklı bir dinamik oluşturmanız şart. Hindistan yazılım alanına yatırım yaparak hangi alanda güçlü olacağının stratejisini çizdi , bunu bir devlet politikası olarak seçti ; sizin devlet politikanız nedir , hangi alanda güçlü olacaksınız ?

Bu seneki fuar’ın açılışını Başbakanımız yapacak , umarım bu sorular yukarılarda da tartışılıyordur. Şimdilik Fuardan sonrası , fuar değerlendirmesi yapmak için görüşmek üzere diyoruz Mustafa bey ,

Görüşmek üzere , herkese hayırlı fuarlar…

TwitterTakip

08 May 2009

Dostoyevski'den iyi bir satıcı olur mu ?


Dostoyevski insan psikolojisinin derinliklerinde gezinebilen bir yazardı. Bu derece insanı tanıyan bir kişi kolaylıkla insanları ikna edebilir , inandırıcı olabilir yani iyi bir satıcı olabilir miydi ?

Dostoyevski insanları iyi tanıyordu ve işte bu nedenden dolayı da insan yönetmede son derece başarısızdı. Bilmek sınırını aştığınızda geldiğiniz yer “olmak”dır.

Müşteriyle samimi olma ve müşteri cephesinden bakma çizgisini açtığınızda durduğunuz yer “ karşı cephe “ olur.

Peki , tam tersi mantıkla düşünürsek , bilmemek nasıl bir etki yaratabilir ?

Bilmemenin gizli bir gücü olabilir. Bence Hitler insana dair hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmaktı, işte bu yüzden bu kadar cesaretli olabildi , bu kadar koşulsuzca inandı ve kitleleri peşinden sürükledi. İnsanlar gözlerinizde bir şeye inanmanın gücünü gördüklerinde bunun etkisine çabucak kapılıyorlar ; inanç söz konusu olduğunda bilgi ve tutarlılık bir ayrıntı olarak kalıyor.
Bilgi çoğu zaman kuşkuyu doğurur , daha çok bilgi daha çok kuşku demektir. Yöneticisinin gözünde soru işaretlerini ve kuşkuları gören bir çalışan anlayabilir , motive olabilir , ilerleyebilir ama daha fazlası olmaz. Tek bir konuya hakim ve bu döngü içinde enerjisini yoğunlaştırmış kişilerin yarattığı etkiyi görüp de hayret etmemek imkansız.

TwitterTakip

03 May 2009

Chery reklamı , Jeep imajı ve Şafak Sezer figürü uyumu



Chery reklamını izlediğimde şöyle düşündüm ; reklamcı ne yapması gerektiğini doğru kavramış ama yapmak istediğini yapamamış

Elinizde chery ürünü olsaydı nasıl bir reklam düşünürdünüz ?

Reklamcı Çin imajından dolayı chery ürününü güvenilir bir noktaya taşıması gerektiği tesbitini doğru yapmış. Reklam sonundaki “Mermerler güvencesi ile” vurgusu bunu amaçlıyor. Reklamda hamam tellallarının Jeep’i yıkaması da ürünün sağlamlığına ve dayanıklılığına gönderme yapıyor. Reklamda kullanılan Türklüğü çağrıştırıcı öğeler de ürünü Çin gibi uzak bilinmez bir uzaklıktan alıp yerelleştirme yönelik bir adım. Bu kadar Türklük öğeleriyle bezenmesi , artık bizden biri, çağrışımında bulunabilir.

Bu reklamda bence parçalar doğru birleştirilmiş , tesbit doğru yapılmış ama ortaya çıkan bütün parçaların toplamını vermiyor.

Jeep gibi üst seğmente hitap eden bir imaj ürünün daha hassas bir şekilde yerelleştirilmesi gerekirdi.

Bir çiğ köfte reklamında kullanıldığında “ cuk” diye oturacak bu kadar yerel öğe Jeep söz konusu olduğunda sırıtıyor.

Ürün Türk halkının kabul edebileceği değerlere indirgenirken Jeep ile uyuşmayan , anlamsız bir resim ortaya çıkıyor.

Şafak Sezer burada seçilebilecek en yanlış kişidir. Ürünü kullanan ve temsil eden kişiliğin Tüketicinin kendisiyle özdeşleştirebileceği , daha artı değerler taşıyan bir figür olması gerekirdi.

Mermerler güvencesiyle getirilen bu ürün reklamına , pazarlama köşesi güvencesiyle Tüketicide doğru etkiyi yaratmayacağını söylüyor ve 10 üzerinden 4 veriyoruz.

TwitterTakip

25 April 2009

TÜRK HAVA YOLLARI VE ELİF ŞAFAK YALNIZLIĞI


THY’nin SKYLife adında bir dergi yayınlıyor. Geçen gün gördüğüm bir sayısında Elif Şafak’ın bir yazısını okudum. Elif Şafak bu yazısında uçakta yolculuk etmenin tatlı yalnızlığından bahsediyor. Elif Şafak bu yazısında başka bir konu seçse , edebi bir metni dergiye koymak istemişler , diye düşünebilirsiniz. Ancak , Şafak’ın kendisini zorlaya zorlaya konuyu uçakla seyahat etmeye getirmesi , buna edebi bir üslup yüklemeye çalışması komik duruyor.

Buradaki anlam şudur ; THY yaratıcı ve dikkat çekici bir düşünce ortaya koyamamış , gündemde olan bir edebiyatçıya , parayı bastırarak , zorlama yazı yazdırmış.

Burada yara alan sadece THY imajı değil , Elif Şafak’ın edebiyatçı kimliğidir de.

Ahmet Altan’ın Coca Cola içerken aldığım haz adlı bir makale yazdığını , bu makalede Kola olmadan yemek yiyemediğini anlattığı bir yazı düşünebiliyor musunuz.

Bunun olası olduğunu düşünelim ; ne kadar inandırıcı durur ?

Oysa THY yolcu deneyimlerinin yer aldığı daha yaratıcı makaleler yayınlayabilir.

Ünlü kişileri kullanmak , ünlü simalara yer vererek bilinen bir imaj üzerinden , kendi değerinizi bir konuma taşımak , geçmiş , TV döneminin iş görür bir stratejisiydi. THY ‘nin böyle bir bilinirlik üzerinden ilerlemeye ihtiyacı var mı ?

THY en son deve keserek gündeme gelmişti , bu tercihi için biz de kendisine şöyle diyoruz : yok deve…

TwitterTakip

18 April 2009





Markalar katalog çekimlerinde genellikle klasik mekanları ve öğrenilmiş bakışlarla pozlar veren mankenleri kullanıyorlar. Bu ise sahiciliği öldürüyor. Birbirini tekrar eden kompozisyonlar ise fark edilirlik açısından sınıfta kalıyor.

Ben , fordist tarzda seri fotoğraflar yayınlayan bu çalışmalar yerine sahici ve gerçek olanların daha etkili olacağını düşünüyorum.

Bu kataloglarda bir hikaye olmalı , mekan farklılaşmalı , fotoğraftaki duruş pozları hayata daha çok yaklaşmalı , birbirini bütünler tarzda olmalı.

Aşağıdaki çalışma invincible adını alıyor , yani yenilmez anlamına geliyor. Hatice Gökçe bu çalışmayla erkeğin güçlü olma güdüsüne vurgu yapıyor. Fotoğrafta güçlü olmak ve özgür olmak için yapılan kavga hicvediliyor. Tebrikler diyoruz…




TwitterTakip

Müşterinize , müşteri olduğunu anımsatamadığınız bir satışın ruhu kaybolmuştur

İnsanlar , alışveriş yaparken ihtiyaç gidermeyi sevdikleri kadar , satın alma sürecinden de hoşlanırlar.

Alışveriş sadece o nesneye sahip olmak için yapılır, diye düşünebilirsiniz ancak alışveriş süreci de müşteri için motive edicidir.

Müşteri olmak ayrıcalıklı bir durumdur. İsteği yerine getirilen , karar veren , tercihte bulunan , ticari bir ilişkiye giren bir unsur olarak da müşteriyi düşünmek gerekir.

Müşteri ihtiyacını alan ve sırf bununla tatmin olan kişi değildir.

Bu sürecin de etkili olduğunu bilmek , bu süreci yönetmek müşteriyi daha fazla motive edecektir.

Müşterinizin müşteri olduğunu , satın alma kararı verdiğini vurgulayacak uygulamalara yönelin. Müşterinin , müşteri rolüne bürünmesini sağlamak sizin için kazanç demektir.

Bir süper markette güvenlik görevlisinin “hoş geldiniz , efendim “ demesi , müşteriye nasıl farklı bir ortama girdiğini ayırt etmesini sağlar. Kasiyerin yine aynı şekilde hitap etmesi müşteriye bir rol verecektir. Bu rol karşıdaki kişiye normal hayat ile farklı bir alana girdiğinin ayırt ediciliğini sağlayacaktır.

Bir sipariş elemanın telefon açar açmaz “efendim” demesi ile “ ben A firmasından … “ diye , başlayan bir cümleyle , müşteriye rolünü anımsatan , farklı bir seviyeye taşıyan üslubun farklı etkileri olacaktır.

Müşterinize , müşteri olduğunu anımsatamadığınız bir satışın ruhu kaybolmuştur.

TwitterTakip

17 April 2009

FLO , 1 ytl ye ayakkabı satarsa reklam olur mu ?

FLO markası Gaziantep’teki bir mağazanın açılışında 1 ytl.’ye ayakkabı satmış. Yaşanan izdiham nedeniyle mağaza erkenden kapatılmış , bazı müşteriler içeride mahsur kalmış.

Büyük marketlerin indirim furyası , bunun yarattığı izdiham ve sonucundaki reklam diğer firmaların da dikkatini çekiyor. Bu uygulamayı ilk yapan Media Markt ilk olduğu için istediği dikkati çekti , yeteri kadar ilgiyi topladı. İ-Phone satışlarında da aynı yoğunluk yaşandı ancak firma buradan gelen eleştirileri dikkate alarak daha düzenli bir organizasyon yaptı.

Kanaatime göre bundan sonraki uygulamalar bir tekrar olacak , eleştiriler daha ön plana çıkacaktır. Bu tür uygulamalarda ilk organizasyonu yapan kazanır , tekrarlar ilk’i hatırlatır ve olumlu tarafları değil olumsuz yönleri daha çok dikkat çeker. Gören göz , olayın kendisine doymuştur daha farklı noktaları da görebilir artık.
1 milyoncu mağazalar açıldığında dikkati çekmişti , ancak merak tatmin edildikten sonra cazibesi kalmadı.

FLO , bunun sosyal bir proje , olduğunu söyleyerek komik bir açıklama yapmış. Bu organizasyon istedikleri etkiyi yaratmayacak , ilgiden çok eleştiri alacaklardır.

TwitterTakip

12 April 2009

HP markası ve Tüketicisiyle kurduğu iletişim


Bir adet HP yazıcım var. İnternete bağlı olduğumda neredeyse 2-3 günde bir “ HP yazıcınızla ilgili yeni güncellemeler var , yükleme yapmak istiyor musunuz “ uyarısını görüyorum.

Bu uyarı teknik bir nedenden değil, pazarlamanın kendisinden kaynaklanıyor. Bir yazıcının her hafta güncellemeye ihtiyaç duyması mümkün değil. Ancak gelen uyarı tüketici de ürüne ve markaya karşı ürününü takip ettiği , desteklediği ve sürekli müşterinin yanında olduğu mesajını veriyor.

Bir ürün aldığınızı düşünelim. Bu ürünle ilgili geri dönüş yapılmadığında bir şekilde kullandığınız ürüne alışır ve yabancılaşırsınız. Zamanla hangi marka ürün kullandığınızı dahi unutabilirsiniz. Yeni bir ürün alacağınız zaman daha önce kullandığınız marka size hiçbir anlam ifade etmez. Oysa , içeriği teknik açıdan dolgun olmasa bile böyle bir iletişim sadece bir ürünle dahi tüketiciyle bağ kurmanıza neden olur.

HP bir ürünle evinize ulaşmayı başardığında gerisini getirebiliyor. O ürün vasıtasıyla HP markasını ailenizin üyesi yapabiliyor.

TwitterTakip

08 April 2009

Satışın % 50'si satış zeminidir...

Bir bilim adamı Yunanistan’daki kadınların ağıtlarını inceliyor. Ağıt yapan kadınların sayısı arttıkça ağıt yakma şiddetinin de arttığını keşfediyor. Ağıt yakarken bir diğerinin davranışı diğerini körüklüyor , bununla oluşan ortam ağıt ve aşırılıklar için gerekli zemini hazırlıyor.

Garip davranış yoktur doğru zemin ve zamanda gösterilmemiş davranış vardır.

Doğru zemini ve ortamı hazırlayabildiğinizde en aşırı davranışlarınızı dahi kabul edilebilir bir seviyeye indirebilmiş olursunuz.

Geçmişte şöyle bir olaya şahit olmuştum. Bir toptancı ürün satmak için yemekli bir kokteyl veriyor. Yemek sonunda ürün almak için müşterilerde bir hareket ve kıvılcım bekliyor ancak bu hareket bir türlü oluşmuyor. Birkaç teşvik girişiminden sonra farklı bir strateji izliyor. Müşterilerden birisini köşeye çekerek “ aramızda kalsın şu üründen 1 kamyon alırsan fiyat 3 ytl olur diyor” ( ürünün normal satış fiyatı 3,5 ytl ) Bu fiyatı duyan müşteri ürünü yüklemeye başlıyor , ürünlerin yüklendiğini gören diğer müşteriler birer ikişer ürün almaya başlıyorlar. Birer ikişer ürün satılmaya başlayınca , artan miktara uygun fiyat ve vadeler oluşuyor , ilk davranış diğerlerini tetikliyor.

Çoğu toptancı bir müşteriye giriş yapabilmek için “ yemlik ürün “ kullanır. Bir ürünün fiyatını reddedilemeyecek düzeyde tutarlar , bir kere sipariş fişi çıkarılıp , fatura kesilmeye başladığında devamı gelir.

Sunduğunuz teklif satışın % 50’lik kısmıdır. Doğru ortam , müşteriyi başlangıç için itebilmek diğer % 50’lik kısmını oluşturur. Bütün satıcılar heyecanlı , neşeli ve pozitiftir ; bu ruh hali doğru ortamı sağlayabilmek için başlangıcı sağlar.

TwitterTakip

07 April 2009

Mantıksız gibi görünen ritüeller ve fayda

Bir savaşa gösteri ile başlanır. Savaş davulları , savaşçıların ağzında savaş ritimleri, ayaklardan çıkan sesler ve düzen. Önemsiz ayrıntılar gibi görünmesine rağmen karşı tarafın psikolojisini yıkan ilk ataklar bunlardır. Karşı tarafta kararsız olan , tereddütte olanların büyük kısmını bu şekilde saf dışı bırakırsınız.

Bu gösteri karşı tarafı elediği gibi kendi savaşçılarınıza da cesaret verir.

Bir iş yerinde yapılan günlük toplantılar zamanla anlamsız gibi görünür. Oysa bu toplantılar olmadığını düşündüğünüzde zamanla disiplinsizlik , plansızlık ve motivasyon eksikliği ortaya çıkar. Çalışma ortamının şekli , çalışanların giysileri bu cesareti tetikleyen unsurlardır.

Askerlikte kıyafetlerin düzgünlüğü mantıksız denecek bir ölçüde kontrol edilir. Bu sistemin neye hizmet ettiğini , nasıl bir fayda sağladığını gözlemlemeniz güçtür ancak olmadığında ortaya çıkan kargaşa hemen görünür.

Marlboro gibi firmaların satıcı kıyafetlerine dikkati , araç temizliği , uyguladıkları ritüeller sıkıcı disiplin kuralları olarak gözükür. Coca cola her sabah çalışanlarının saç tıraşını kontrol eder ve uzun olanlar içeriye alınmaz. Görselliğin ve show unsurunun kendi psikolojinize ve karşı tarafa (müşterinize) nasıl bir etki bıraktığını , karşıdaki direncin yüzde kaçlık dilimini etkilediğini ölçebilme imkanımız olsa çoğumuz şaşırırdık.

TwitterTakip

05 April 2009

Ülker ve kamuoyu ile kurduğu iletişim

Capital dergisinde " Çikolata sektörü hareketlendi " başlıklı bir haber var. Burada Nestle , Eti , Şölen, Saray markalarının çıkarttıkları ürünlerden bahsediliyor. Dikkatinizi çeken nokta ise pazar hakimiyeti % 70'i bulan Ülker firmasının es geçilmiş olması.

Acaba , Capital dergisi ülker'e mesafeli bir duruş mu sergiliyor , yoksa Ülker kendi kabuğundaki görüntüsünü halen aşamadı mı ?
Ülker çok başarılı bir firma olmasına , son dönemlerde yurt dışı alımlarla dikkat çekmesine rağmen , kolu kırılıp yen'i içeride bırakan firmalardan. Kamuoyu ile etkili bir iletişim kuramıyor , şirket içi atamalar ve haberleri gereği gibi dışarı yansıtamıyor. Bu anlamda kurumsal iletişim ayağı aksıyor. Böyle kapalı bir yapı daha ne kadar devam edebilir , dedikodular ve kişisel değerlendirmelerle bir firma imajını ne kadar yükseltebilir.

TwitterTakip

Beymen , lüks ürün olduğunu nasıl vurguluyor ?

Capital dergisini okuyorum. Bir manken üzerinde takım elbise. Yan tarafında Beymen takım elbise 895 ytl yazıyor. Böyle bir fotoğrafın nasıl bir amacı olabilir ?

Genellikle fiyat gördüğünüz reklamlarda “uygun fiyat” olduğu vurgulanarak tüketicinin dikkati çekilmeye çalışılır. Bu strateji fiyat düşüşlerinde geçerlidir. Örneğin , kiğili reklamlarında “ gömlek 29 ytl “ yazar. Buradaki amaç ile fiyatın ön plana çıkarılması uyumludur.

895 ytl gibi yüksek bir ücret niçin vurgulanıyor. Amaç ne ?

Bence buradaki fiyat unsurunu ön plana çıkarma amacı diğer firmalarla zıtlık oluşturuyor. Diğer firmalar “biz ucuzuz , ekonomiğiz “ derken , Beymen böyle bir reklamla farklılaşıp “ biz diğerlerinden farklıyız , biz lüksüz , ucuz değiliz “ mesajı vermeye çalışıyor. Yoksa , Beymen gömleklerini 39 ytl ‘ye Boyner mağazalarında bulabilirsiniz.

Fiyat uygunluğunu vurgulamak için rakam vermek işe yarar ama lüks olduğunuzu vurgulamak için işe yarar mı ? Bence , verilmek istenen mesajı vermek için çok dolaylı ve uzun bir yol.

TwitterTakip

03 April 2009

Bu sezon işler nasıl olur , AVM ve cadde mağazacılığı...

Home trend dergisi yeni röpörtaj
Mustafa bey , yeni sezona girmek üzereyiz, bu sezona girerken dikkat çekici bir farklılık var mı , geçen seneye göre nasıl bir değişim var perakendede ?

2008 yılında talep doymuş , arz fazlalığı inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. 2009 yılının ilk günlerinden itibaren tersi bir değişimi gözlemliyoruz. Şaşırtıcı bir durum ama bence şu an piyasada talep açığı mevcut.

Bu durumu şöyle bir benzetmeyle açıklayım. Şu an ki ekonomide , işveren çalışacak nitelikli eleman bulmakta zorlanıyor. Ancak , dışarıda da işsiz olduğunu söyleyen , çalışmak isteyen büyük bir kitle mevcut. İhtiyaç ile arz birbirini karşılamıyor , birbiriyle örtüşmüyor. İşveren çalışan bulamıyor , çalışan iş bulamıyor. Benzer bir karşıtlık sektörde de söz konusu.Ürün , stok anlamında arz fazlalığı mevcut ancak perakendede de doyurulamamış bir talep var. Arz ile talep uyuşmazlığından dolayı şu anki piyasada talep açığı oluşmuş durumda. Siz buna fırsat diyebilirsiniz.

Bu fırsatı nasıl tanımlayabiliriz , beklenti nedir sizce , beklenti mi biçim değiştirdi acaba ?

Perakendeci enerjisinin bir kısmını ürün alımına , diğer kısmını da satışa ayırır. Örneğin , 8 aydır grek ürün koşuyor ama şu an fiyatlardaki istikrar bozuldu. Yani, ürünler kendi pazarını çok çabuk eskitiyor. Bunun anlamı perakendeci için ürün satın alımında daha farklı bir dinamik gerekiyor. Buradaki yeniliği takip etmek , uyum sağlamak , başlı başına bir iş haline geldi. Perakendecinin buraya harcayacağı yeterli zamanı yok çünkü tüketici cephesi de çok hızlı değişiyor. Dolayısıyla üretici cephesinde kendi işinde uzmanlaşan , perakendeciyi burada tamamlayan bir organizasyon şu anki eksiklik. Perakendecinin ihtiyaç duyduğu , talep ettiği şey bu. Buradaki kastım sadece ürün çeşidi sağlamak , ayda 1-2 kartela göndermek değil ; perakendecinin arkasında bu ürün desteğinin sağlanacağı şeklinde bir taahhüt ilişkisi , perakendecinin tüketiciyle kurduğu ilişkiyi yönetebilecek firmadan gelen kurumsal destek , mağaza iç dizaynına kadar üstten gelen bilinçlendirme , tüketiciyi perakendeci enflasyonunda o mağazanın içerisine sokabilecek uygulamalar…

Peki , burada gerçekten de bir açık olduğunu düşünebilir miyiz ? Birçok firma şu an gayet hızlı…

Ancak, henüz perakende ile üretim arasındaki organik bağ sağlanabilmiş değil. Halen flört düzeyinde , bu ise ticareti öngörülemez bir noktaya taşıyor. Şu an dahi birçok firmanın perakendeye verdiği kartelaların arkasını getiremediğini görüyoruz. Perakendede yavaş yavaş buradan kaynaklı talep oluşmaya başladı. Geçen sene kartela için bir perakendecinin kapısını çaldığınızda olumsuz yanıt alma olasılığınız yüksekti , her gün birkaç toptancı perakendeci kapısını çalardı , şu an ise perakendede bu açığı gözlemleyebilirsiniz.

Peki , bu açığı tesbit ettik ama daha önemli ve güncel farklı bir soru soracağım , bu sezon işler hangi düzeyde olur , bir de her şehirde açılan AVM ‘ler ve buraya akan tüketici kalabalığı mevcut , bu durum esnafın işini nasıl etkiler ?

2001 krizini yaşadık ama arkasından 2003-2004 döneminde talep patlamasını gördük. Bu kriz ardından da bu gerilemeyi telafi edecek bir talep patlaması yaşanacaktır. Türkiye genç nüfusa sahip , tüketimi yeni yeni tanıyan , kapitalist değerleri özümsemiş , tüketerek kendisini var eden önemli bir genç kuşağı var. Biz Avrupa ve Amerika’dan daha az etkilenir, iyileşme kıvılcımlarını daha hızlı alırız. 2009 yılında perakendeci 2008 yılına göre %10-30 arası daha az iş yapar ancak 2010 yılından itibaren sıçrama başlayacaktır.

AVM konusuna gelince , bizde cadde mağazacılığı gelişmemiş durumda. Mağazalar daha lokal ve bölgesel kalıyor. Son dönemlerde bu bölgesellikte tıkanma vardı , alışveriş merkezleri bu yüzden bu kadar hızlı talep gördü. AVM’leri şehirleşme kültürünün bir parçası olarak görmek gerekir. Bu trend büyük şehirlerde başladı , Anadolu’ya da yayılacaktır. Anadolu gelir bakımından gittikçe zenginleşiyor ,markalar yatırımlarını rekabetin daha az olduğu , üç büyük il dışındaki Anadolu illerine kaydıracaktır. LCW gelirinin %30’luk kısmını 3 büyük il dışındaki illerden sağlıyor. Anadolu’da bu seneden itibaren rekabet daha çetin hale gelecektir.

Büyük kentlerde problem yüksek kiralar , Anadolu kasabalarında ise veresiye satışlar , geç dönen ödemeler kısa vadede tıkanmaya neden olan unsurlardan. AVM’ler cadde mağazacılığına sekte vurarak pazarı böldü. Cadde kiraları bu yıldan itibaren düşecektir. AVM’lerin Anadolu’ya yayılmasıyla lokal ilişkiler kırılacak , ticaret daha standart hale gelecektir. Bu şekilde daha olumlu yönlerini de görmek gerekir. Tıkanmanın nedeni AVM’ler değil , AVM alışveriş biçimine katkıları olacaktır. Asıl tıkanma ve perakendeci enflasyonu ülkenin istihdam yaratamamasından kaynaklanıyor. İstihdam yaratılamayınca gençler en kolay olarak gördükleri dükkan açmaya yöneliyor. Bu da bir enflasyon yaratıyor. Aslında sektör kendi kurumsallaşmasını ve markalarını yaratabilse , bu istihdam ufak perdecilere dönüşmeden , buralarda emilebilir ve denge sarsılmaz. Bu perakende ve mağaza enflasyonu piyasadaki fiyat oluşumunu olumsuz etkiliyor. Kazanmak için değil , kendini kurtarmak ya da ayakta kalmak için uğraşan bir grubun yarattığı Pazar fiyatı oluşuyor. Bu fiyat ile nasıl rekabet edeceksiniz ? Bu oluşumu nasıl önleyeceksiniz ? Çok zor…

Bir sonraki röpörtajda kaldığımız yerden devam etmek üzere Mustafa bey , şimdilik teşekkür ediyoruz.

Ben teşekür ederim Derya hanım.

TwitterTakip

DJ MsDonald's


McDonald’s gibi zincir restaurantlara gittiğinizde arka taraftan belirli belirsiz bir müzik çalıyor. Rast gele çalan bu müzikler bazen bir radyo kanalından geliyor.

Müziğin amacı ortamı yumuşatmak ve hareketlendirmektir. Ancak , bu kontrolsüz müzik ve tını sesleri daha iyi yönetilemez mi ?

Benim düşünceme göre ; merkezi bir yerde , bu zincir restaurantlara yayın yapabilecek bir radyo ya da internet sistemi kurulur , merkezde bulunan bir DJ müziğin çeşitini ve ritmini ayarlar. XXL menü alan kişilerin telefon mesajıyla istekte bulunabilecekleri , isimlerini ve mesajlarını iletebilecekleri bir düzen sağlanır , Dj yeni menülerle, kampanyalarla , ürün ve markayla ilgili kısa espiriler , yaşanan gerçek olaylar ya da o gün ki bir aktiviteyi duyurabilir.
Maksat müşteriyi daha fazla mekanda tutmak , kendisini evindeymiş gibi hissetmesini sağlamak , özel anlar yaşamasını sağlamak ise bu şekilde ortam ve deneyim farklılaştırılamaz mı ?

TwitterTakip

30 March 2009

Gazete , Hürriyet İ.K. ; Konu aşk ve yalnızlık


Hürriyet gazetesinin hafta sonları yayınlanan İ.K. ekini biliyorsunuzdur. Cüneyt Ülsever burada her hafta sonu zorlama yazılar yazıyor. Aşk , ölüm , vicdan gibi konuları kendi bakış açısıyla yorumluyor. İ.k. ekini inceleyen , iş arayan , yeni iş imkanlarına fokuslanmış bir kitlenin karşısına bir siyasi düşünürü çıkartıp , aşk gibi konularda yazı yazdırmanın nasıl bir hedefi olabilir ?

Eğer tüketici bir süreliğine konudan uzaklaştırılıp ,dinlendirilmek isteniyorsa Murathan Mungan gibi bu konularda daha başarılı isimlere yer verilebilirdi.

Bununla birlikte iş arayan , işinden memnun olmayan bir kitle öfkeli , gergin bir psikolojinin içerisindedir. Daha genel ve kabul görmüş düşünceleri dile getiren C.Ülsever yerine, daha radikal ve öfkeli bir üslubu olan küçük İskender , Nihat Genç , Yılmaz Özdil tarzında bir kalem seçilmesi daha doğru olurdu. Bu kitleye tercüman olup , gazete ekiyle doğru bir bağlantı kurulabilirdi.

Hürriyet gazetesi okuyucusuyla bu tür bir bağ kurmanın yollarını bulmaya çalışmalı. Diğer türlü insanların iş bulana kadar altını çizdikleri , bulduktan sonra da takip etmedikleri bir ürün olursunuz.

TwitterTakip

29 March 2009

Ve MSN kadını yarattı...

MSN milyonlarca insanın faydalandığı bir servis. Ancak , msn uzun süre bu servisin marka değerini yalnız bıraktı ve işlemedi. Msn dili , msn hayatı gibi yüzeysel hayatı çağrıştıran bir kimlik MSN üzerine yerleşti. Fayda olarak herkesin kullandığı bir servis iken, modern yaşamın günah keçisi olmaya doğru gidiyordu. İlişkilerdeki samimiyeti ortadan kaldıran , eskiyi yok eden geleneksel kültürün yok edecisi olarak anılmaya başlamıştı.

Son dönemlerde MSN kendini anlatmaya başladı. Bu uygulamalardan en başarılısı ise MSN kadını. MSN kelebeği kadının saçına konuyor ve kadına biçilen yeni rolde katkısını vurguluyor.

Geleneksel anlamda kadın toplumsal beklentileri yerine getiren , çocuğuna bakan bir model iken MSN kelebeği kadını özgür , kendi hayatını seçen , erkek kadar ifade hakkı olan bir role taşıdığını , böyle bir kimliğe katkısı olduğunu vurguluyor.

Markanızı boş bıraktığınızda nasıl yabani otların büyüdüğünü görebiliyor musunuz? Yüzeyselliği ifade eden bir MSN algılamasının nasıl , kadına verilen yeni rolde katkısı olan bir etkene dönüşebileceğini …

TwitterTakip

23 March 2009

Amerika İmajını niçin düzeltemiyor , Toplumsal bilinç niçin reaksiyon vermiyor ?


Yapılan bir araştırmaya göre ,Türkiye ile Amerika arasında yapılan anlık istihbarat çalışması Amerika’nın imajında düzelmeye neden olmamış.

Toplumların bir şeyi hatırlaması , hatırladığı bir şeyi de unutması çok zordur. Toplumsal bilinç hantaldır. Anlık tepkilere reaksiyon vermez, düzelmesi uzun süreç alır. Önyargılardan beslenir , duyguların işleyişi ile toplumsal bilincin işlemesi arasında büyük benzerlikler vardır.

MNG grubu çevre kirliliği konusunda geçen haftalarda olumsuz bir not almıştı , bazı haberler medyada yayınlanmıştı. Bu imajın düzelmesi için çevre kirliliği ile ilgili bazı projelere imza atıyormuş. Anında müdahale ve çözüm , etkili olur mu ? Evet , olur… Daha önce oluşmuş böyle bir algılama yok ise anlık müdahale ile toplumsal bilinçaltında tortu oluşumunu önleyebilirsiniz.

Eğer birkaç defa tekrarlanıp toplumsal hafızaya yerleşseydi , MNG de bu süreçte herhangi bir aktivitede bulunmasaydı , bu algılamanın düzeltilmesi oldukça uzun bir zamanı kapsardı

Friedman ,bir dönemler krizlerden en kısa sürede çıkış yolunu helikopterle havadan para atmak olarak önermişti. Amerika havadan para yağdırsa dahi artık çok zor

TwitterTakip

22 March 2009

Kazanmak ve mücadele ruhu


Dün akşam maç izlerken dikkatimi bir nokta çekti. Hakem kararını verdikten sonra futbolcular hakeme sürekli itiraz ediyorlar.

Mantıklı olarak düşündüğünüzde hakemin kararını değiştirmeniz mümkün değildir.

Duruma direkt olarak baktığınızda futbolcular etkili olamayacakları bir konuda gereksiz bir uğraş içerisindedirler.

Futbol yöneticileri de bu gereksiz zaman kaybına bakarak futbolcularını bu konuda uyarabilir ve bu durum zamanla azalır.

Oysa hakeme itiraz , bağırıp çağırma durumu yıllardır her maçta devam eder.

Aslında hakemi ikna etmeniz mümkün değildir ama etkilemeniz mümkündür.

İnsanlar çoğu kez bir karar verdiklerinde bu karardan yanlış olduğunu anlasa dahi geri dönmezler.

Karar verildikten sonra sorgulanan konu kararın kendisi olmaktan çıkar kişinin pozisyonu , prestiji gibi noktalar devreye girer.

Dolayısıyla kişinin geri adım atmasını sağlamak çok zordur.

Ancak haksız bir kararda karşı tarafın vicdanını kullanabilirseniz ,kendi tarafınıza çekebilir ya da daha sonraki kararda lehinize davranmasını sağlayabilirsiniz.

Buradaki futbolcuların itirazı o kararı etkilemeyecektir ancak haklılık payları var ise bunun ifadesi vicdanı ve iradeyi etkileyecektir.

Bazı satıcıların kendi kafalarında muhasebe yapmaya meyilli olduklarını gözlemleyebilirsiniz. Müşterinin alıp almayacağına karar vererek satış için çabalamayı gereksiz bir çaba olarak görüp geri çekilirler.

Buradak durumda , hakem nasıl olsa kararını verdi diyerek hiçbir şey yapmamak , gibidir.

Gereksiz gibi görünen çoğu çabanın vicdanı , iradeyi ve satın alma kararını nasıl etkilediğini şaşırarak izlemişimdir.

Müşteri almama kararını almış olsa dahi gösterdiğiniz çaba , sarf ettiğiniz emek , bu süreçte kurulan duygusal ilişki , müşteri bakış açısınını sizin lehinize dönmesi durumu tersine çevirebilir.

Hakem kararını verse de sen haklılığını haykıracaksın , sahanın bir köşesinde oturup “ olan olmuş “ demek , mücadelenin ve kazanmanın ruhuna aykırıdır.

TwitterTakip

15 March 2009

Yalan korkulacak bir şey midir ,bir strateji midir ?

Son araştırmalara göre hayvanların da yalana başvurdukları ispatlanmış.

Ayrıca sağ beyin , sol beyine de yalan söyleyebiliyor , insan çoğu zaman bunun farkında olmuyormuş.

Yalana yönelik kültürümüzde haksız ve önyargılı bir yaklaşımın olduğunu düşünüyorum.

Yalan bir strateji olabilir. Her stratejinin içerisinde yanıltma , rakibin gözünden kaçırma gibi unsurlar vardır.

Her yalanı yönetmeyi bilmeyen insanın zamanla mutluluğundan ve başarısından feragat etmesi gerektiğini gözlemleyebilirsiniz.

Yalanı lanetlemek , korkmak ya da bulaşmamak yerine kullanmayı öğrenmek ; varolma savaşında daha mantıklıdır. Hayvanlar da zaten yalana bu varolma savaşında ayakta kalmak için başvuruyorlar.

Yalana bulaşmayan ve yalana maruz kalmayan insan yoktur. Yalana maruz kalma ile yalanı tanıma arasında ise ters orantı vardır.

Yalancılar zamanla doğru insanların gösterdikleri tepkileri taklit ederler. Bunu ancak yalanı tanıyan bir kişi ayırt edebilir , yalanı tanımayan doğru bir insan olmak gerçekten de korkulacak bir durum.

Yalan konusunda gelişmemiş toplumların tavrı ; yalanın günah olduğu , asla söylenmemesi gerektiğidir.

Gelişmiş ülkelerin tavrı ; daha müsamahalıdır , bazı durumlarda başvurulabilir , iyi amaçları olabilir ve kapalı toplumlar kadar korku beslenmez.

Yalan konusunda bu iki tip toplum arasında araştırma yapsanız ; korkan toplumun daha çok yalan barındırdığını görebilirsiniz.

Türkiye ile Amerika’yı ele alalım. Türkiye değerlerinde yalana karşı konulmuş net bir tavır vardır. Amerika ise maddiyatçılığın kol gezdiği kapitalist bir toplum olarak bilinir. Türkiye’yi güncel hayatı bir kenara bırakırsak ; Tarihini değerlendirin ; baştan aşağı yalandır, bazı kişi ve değerleri yükseltmek , Osmanlı mirasına rest çekmek için kurgulanmış bir tarihi vardır. Değerlerine bakarsanız kendi içinde birçok çelişki barındırır. Almanya ve Amerika tarihini incelerseniz kendi ırkçılıklarıyla , sömürgeleriyle hesaplaşmış , daha yalansız bir tarihleri vardır.

Bir Türkiye düşünün ; kendi azınlıkları ile problemli , kendi dinini farklı yaşamak isteyenlerle problemli , komşularıyla problemli… Bu kadar problemin kaynağını merak ediyor musunuz ; Halkın çok doğru olması…

TwitterTakip

14 March 2009

Kılıçdaroğlu'nun reklam filmi iş yapar mı ?







İngilizlerin güzel bir sözü vardır ; gerçek olamayacak kadar güzel bir hikaye…

Kılıçdaroğlu , üstte izleyebileceğiniz , reklam filmini oldukça profesyonelce çekmiş ; kusuru da bu. Kılıçdaroğlu’nun arkasına oturtulmuş figüran seyircilerin zaman zaman kafalarını sallayarak olumlamaları hikayenin gerçekliğini zedeliyor. Doğallığı ve inandırıcılığı bozarak kurguyu vurguluyor.

Reklam filminde doğru nokta bir CHP klasiği olarak iktidar partisine ideolojik suçlamalarda bulunmaması.

Yolsuzluklara değinmek ise halkta bu tür bir kanaat varken doğru bir hamle.

Her ne kadar bazı yazarlar ,önerilerinizle muhalefet edin ,deseler de ,bu iktidarın kullanabileceği bir stratejidir.

Öneri bu işin vitrinidir. Eleştiri öneriden daha çok iş yapar.

Kitle psikolojisini düşündüğünüzde öneriniz ne kadar doğru olursa olsun kitle bilinçaltında tutunabilmesi zordur. Somut bir eylemle birleştirilemediği için soyut kalır.

İktidar üzerinde kullanabileceğiniz somut bir eleştiri varken , öneri daha soyut ve zayıf kalır.

Muhalefet asıl puanı doğru eleştiri ile kazanır.

İktidarın yardımlarını eleştirmek doğru iken ,buna karşın ,öneri olarak 600 ytl. maaş gibi ,daha büyük yardımda bulunma vaadi çelişkidir.

CHP bu reklamla “EVET” oyu alır mı, bence hayır… Böyle devam ederse Halk bu seçimde kılıçdaroğluna “ one minute” diyecektir.

TwitterTakip

Sadece müşteriye gülümsemeniz ne kadar inandırıcı ?


Restaurant ya da pastanelerin dış kısmında otururken bir dilencinin ya da selpak satan küçük bir kızın size yaklaşması çok olasıdır. Bu kişilerin müşterileri rahatsız etme olasılığı bir gerçektir ama bu selpak satıcılarından daha çok insanı rahatsız eden , burada çalışan garsonların bu küçük çocuklara olan yaklaşımıdır.

Biraz önce güler yüzle , gayet nazik bir şekilde servisini yapan garson, bu küçük kızları gördüğünde yüzünde gayet öfkeli bir ifadeyle hırçınlaşır ve perde iner…

Dün Bahçelievler Liva pastanesinde otururken , yine bu küçük selpak satıcılarından bir kız yanıma yaklaştı. Garson , gayet güleç bir yüzle küçük kıza “ sen beni sevmiyor musun “ dedi ve küçük kız da gülümseyerek oradan uzaklaştı. Belli ki orada çalışan garsonlar ,pastanedeki yemeklerden ,küçük kızlara ikram ederek müşterileri rahatsız etmesini daha insani bir şekilde önlüyorlardı. Garsonun “ beni, sevmiyor musun “ sorusu üzerine ,küçük kız ,mesajı alarak , anlaşmalarını hatırlayarak oradan uzaklaşdı. Aklımda kalan Liva pastanesinin sadece müşterisine değil , dışarıdaki insanlara da gülümseyen ifadesiydi.

TwitterTakip

13 March 2009

Cümleler genelleştikçe anlam dağılır


Fethullah Gülen cemaati , laik kesimin en çok hedef aldığı grupların başında geliyor. Sürekli bu cemaat üzerinde bir dedikodu trafiği dolaşıyor.

Bunun en önemli nedeni bence yine Fethullah Hoca.
Fethullah Hoca , konuşmalarında ikinci anlamlar taşıyan ağır cümleler seçiyor. Söylediklerini ima yoluyla anlatan bir üslubu var. Bu üslup istediğiniz yöne çekilebilecek bir esneklik taşıyor.
Hoca kuyunun dibini bir türlü göstermiyor ve yoruma açık bir halde bırakıyor.

Elbette , savunduğu değerler ve bunun seviyesi gibi haklı yönleri olabilir ,ancak medyaya verilen demeçlerde kitle algısını da düşünmek gerekir.

Geçen gün okuduğum bir beyanatında Hoca’da müthiş bir üslup değişikliği gördüm. Ergenekon konusunda yaptığı bir açıklamada espirili bir üslup kullanıyor , günlük bir dil ile gayet basit bir açıklama yapıyordu. Açıklamada kinayeli bir üslup yoktu.

Eğer Fethullah Hoca bu üslup değişikliğini devam ettirerse bir çok soru işaretini kaldıracak , daha az malzeme verecektir.
Cümleleriniz genelleştikçe anlam dağılır. Anlatmak istediğiniz mesaj anlaşılabileceği gibi tersi bir anlam da çıkabilir.
Radikal'deki haberini buradan okuyabilirsiniz.

TwitterTakip

10 March 2009

Turkcell pazarlama stratejisi mi , yoksa Ttnet mi ?

Ttnet yeni kullanıcılara netbook hediye edecekmiş. Ttnet kampanyalarını sürekli olarak yeni abonelerine yönelik hazırlıyor. Zaten , pazarda % 94’lük bir Pazar payına sahipken , bu uygulamalarla eski tüketicilerini küstürüyor.

Bu kampanyalardaki amaç , internet abonesi olmayan , geride kalan kesimi cezp etmek. Oysa , bu kampanya % 94 ‘lük kesiminden kopmalara neden olabilir.

Ttnet, “ nasıl olsa geride kalanlar kafeste “ düşüncesiyle pazarlama aktivitelerini yeni abonelere kaydırıyor. Yeni aboneler için uygulanan bu pazarlama aktivitesi “ ayrıcalık “ yaratırken , diğer aboneleri , daha fazla ödeyen konumuna düşürüyor.

Turkcell kampanyalarında sürekli en eski müşterilerini koruyor. Kullanıcı olduğunuz yıla göre ekstra puan ya da avantajlar sağlıyor. Ttnet ise farklı bir mantıkla ilerliyor.

Turkcell sadık müşteri yaratmaya, sadık müşterilerini elinde tutmaya çalışırken ; Ttnet tehlikeli bir flörte giriyor. Hürriyet gazetesinden bu konuyla ilgili kampanya haberini okuyan eski tüketicilerin tepkilerini ölçebilirsiniz.

Siz olsanız eskiye mi yatırım yaparsınız , yeniye mi ; yoksa ikisi arasında eşit ağırlığı korur musunuz ?

Ben , Turkcell stratejisinin daha çok iş yapacağını , memnuniyeti arttırarak , sadık müşteri kitlesini elinde tutacağını düşünüyorum.

Ttnet , kablo hızı sürekli artıyor ama tüketicisiyle kurduğu iletişim gittikçe zayıflıyor.

TwitterTakip

05 March 2009

Kadınlar ne ister ???

Pazarlama köşesi , yazarı bir gün yorgun biçimde uykuya daldığı sırada, aniden bir parlaklık belirdi ve bir cin çıktı ortaya. Cin , 1 dilek hakkın var , ey pazarlama köşesi , dile benden ne dilersen dedi. Pazarlama köşesi uyku sersemliği ile bu cin’in gerçek olmadığını düşünerek ; kadınlara satış yapmanın sırrını diliyorum senden ey cin dedi.

Cin 5 şık sundu ve bunlar arasında doğru olanı seç dedi.

A ) erkekler doğru olanı , kadın değerli olanı tercih eder. Kadını diğer kadınlardan daha iyi bir ürün aldığına ikna et yeter.

B ) Kadın bazen ürünü değil seni görür , bazen seni değil ürünü görür; bir kadının nereye baktığını ve neye dikkat ettiğini bilemezsin. Akıllı olup kadının kandırmaya çalışmaktansa düzenli olup her noktada yeterli ol.

C ) Ey pazarlama köşesi , kadınların tercihlerini yönettiğini zannedersin ama kadınlar kararlarını kendileri verir , sadece sana yönettiğin hazzını yaşatmak için doğalarında bulunan yeteneği sergilerler , bu normal hayat için de geçerlidir , bu hazzı yaşayıp inanabiliyorsan mutlu , inanamıyorsan mutsuz ve yalnız olursun.

D ) kadın karşısında bir satıcı değil ,şovmen ol . Kadının seni alkışlaması demek , satın alması demektir.

E) bir erkek olduğunu unutma yeter

TwitterTakip

28 February 2009

Haber Türk sloganı ve etkisi

Haber Türk adında bir gazete çıkıyor. Slogan ise “ Türkiye’nin tek değişik gazetesi “

Değişik kelime anlamı olarak farklı , ilginç anlamına gelir ancak burada istenilen farklı vurgusunu sağlayabilecek , en son seçilmesi gereken kelimedir.

Bir slogan seçilirken ; anlam derinliği olması , mecazi olarak başka bir şeyi çağrıştırması gibi noktalara dikkat edilir. Normal bir konuşma üslubunda slogan seçtiğinizde etkileyici özelliği olmaz. Kitlelerin dikkatini çekmez ve iyi bir çıkış sağlayamazsınız.

Haber Türk’ün seçtiği slogan gerçekten de çok “değişik”

TwitterTakip

27 February 2009

Finans emeklilik reklamı


Bireysel sigorta için yapılan reklamlarda maddi boyutun çok ön plana çıkartıldığını düşünüyorum. Genelde küçük birikimlerinizin toplamı mesajı ile tüketici cezbedilmeye çalışılıyor. Bu reklam ise zamana vurgu yapıyor.
Elinde küçük birikimleri dahi olsa tüketici genç , çalışan ve kazanan durumundayken ,bu kazancının bir kısmını ayırması mesajı ,bu reklamdaki kadar anlamlı durmayacaktır.

TwitterTakip

Kriz döneminde Fiyat indirimleri ne kadar etkili olur , marka algılamasını nasıl etkiler ?

Home Trend dergisi Röpörtaj ;
Mustafa bey , krizde daralan talebi canlandırmak için bazı firmalar % 50 ye varan indirimlere gittiler , sizce bu indirimler piyasayı canlandırır mı , bu bir çözüm mü ?

Bu tür kriz durumlarında ,tüketicide alışveriş için bir direnç noktası oluşur. Bu direnç noktasının aşılmasını beklemeden aşağı doğru hareket etseniz dahi tüketici daha da aşağı ineceğinizi düşünerek satın alma kararını erteler. Fiyata vurmak yerine biraz beklemek , bu süreç içerisinde kendi iç verimliliğinize ve maliyetlerinize odaklanmak çok daha mantıklı bir stratejidir.

Perde lüks tüketime giren “ ertelenebilir ürün “ kategorisinde ilk sırayı alan ürünlerin başında gelir, Derya hanım. Tüketim için psikolojik eşik aşılmadan fiyatlarla oynama yaptığınızda bu “ kronik düşüş beklentisine” yol açabilir. Fiyatlar en dip noktaya düştüğünde dahi tüketici bu fiyatlara reaksiyon vermez.

Krizin psikolojik boyutu olmasaydı tıkanmayı sadece alt ve orta seğmentte yaşardık ; oysa üst seğmentte de tıkanma görüyoruz. Üst seğmentteki bu tıkanma fiyatta hareket etmenin yanlış olduğunu gösteriyor.

Peki , bir süre sonra piyasa bu fiyatlara reaksiyon vermez ve fiyatlar tekrar yükselir mi , yoksa diğer firmalar da bu rakamlara uyar ve fiyatlar aşağı mı iner ; avaraj nerede kalır , sizce ?

Büyük üreticilerin bazıları önemli indirimler yaptılar. Bunun amaçlarından bir tanesi iç talebi canlandırmak iken ,ikinci amaç diğer oyuncular pazardan çekilirken burada oluşan boşluğu değerlendirmek ve Pazar payını arttırmak idi.

Bursa’da stoklar bitmiş durumda ; yeniden üretim için ise asgari kar marjı ve talep mevcut değil. 2008 yılındaki fiyat istikrarsızlıkları bu stoklardan kaynaklanmıştı. 2009’da işler iyi olur umuduyla çoğu firma kısa vadeli çözüm olarak ürünleri “anlık fiyatlarla” elden çıkarmışlardı.

2008’de fiyatlar bir stratejiden ziyade rakibe uyum sağlama şeklinde bir reaksiyon olarak gelişti ve dip noktasını gördü.

Son 2 yıldır maliyetler sürekli artıyor ancak fiyatlar bununla ters orantılı olarak düşüyor. Bu eğri ortadayken fiyatların %50 oranlarında indirilmesi sürdürülebilir bir durum değil. İç talep canlanmaya başlar başlamaz ,fiyatlar tekrar eski seviyesine gelecek , hatta bir miktar da 2008 avarajının üzerine çıkacaktır.

Genelde fiyatlarla ufak toptancılar ve üreticiler oynarken bu kez marka diyebileceğimiz büyük firmalar böyle bir tepki verdi , sizce bir strateji değişimi mi yaşıyoruz , bu değişimi nasıl okumak lazım ?

Çok güzel bir soru Derya hanım. Markalar için fiyat indirimleri oldukça sakıncalıdır. Daha ucuza alan müşteri markanın %50’lik indirimi ile karşılaştığında markanın çok fazla kazandığını , tüketici olarak fazla para ödediğini ve önceden pahalı aldığını düşünüyor. Bu ise marka algılamasını ve güvenini zedeliyor.

Bu dönemlerde ürün , tarz , iş yapma modelinde de farklılaşmak önemli. Siz indirim yapmasanız dahi indirim yapan mutlaka çıkacaktır. Rakip firmayla fiyat kavgasına girmektense ,farklılaşmak uzun vadede daha çok kazandıracak bir strateji..

Kendi sektörümüzden örnek vermem hoş olmaz ama , Kiğili firmasını ele alabiliriz. Kiğili fiyatlarla sürekli oynama yapan bir firma. Sürekli % 50 ‘lere varan indirim uyguluyor, 1 alana- 1 bedava kampanyaları yapıyor. Ne zaman bir Kiğili mağazasına gitseniz bu indirimleri görebilirsiniz. Bu indirimler tüketicisini sürekli bir fiyat indirim beklentisine sokuyor. Kiğili’ni bu saatten sonra normal fiyatlardan ürün satabilmesi oldukça zor. Oysa , Coton firması fiyatla oynamak yerine ürün ile oynuyor. Farklı ürünler, farklı tasarımlarla tüketiciye benzerlerinden ayrı ürünler sunuyor , fiyat rekabetinden olabildiğince kaçınıyor.

Eğer fedakarlık yapılması zorunlu ise Firmalar fiyattan önce satış hacminden fedakarlık etmeliler. Bence bu indirimler anlık tepkiler ; devamlılığı olmayacak , ezbere bir reaksiyon.

Peki bu anlık reaksiyonlar ne zaman biter , psikolojik eşik ne zaman aşılır , tekrar eski günlere ne zaman döneriz , Mustafa bey ?

Mayıs ayının sonlarına doğru bence psikoloji düzelir ,rakamların düzelmesi ise eylül ayını bulur.

Ancak ; Krizden sonra ne olur, hesaplarının yapılırken değişecek olan tüketici bilincini de hesaba katmak gerekir. Artık tüketici daha akıllıca alışveriş yapacaktır , daha uygun fiyatlı ürünlere yönelecektir , hatır-gönül ticareti bir kenara bırakacaktır. Yani ,piyasaların canlanmaya başlayacağı 2009 eylül ayından itibaren eski modelin tekrarını beklemek yanlış olur.

Tüketici gelirindeki düşüşü , bunun tüketici davranışlarına etkisini hesap etmek lazım. HP firması 2000 kişinin istihdam edileceği Çorlu’daki fabrikasında , masa üstü bilgisayar üretmeyi planlıyor. Niçin , Laptop değil de Masa üstü. Çünkü son 10 yılda Dünya inanılmaz ölçüde zenginleşti , lüks tüketim arttı , ancak bu eğri kırılacaktır. Artık ,daha ekonomik ürünler tercih edilecek , tüketici fiyata karşı daha duyarlı olacak , alt gelir grupları asıl harcamayı yapan büyük kitle olacaktır. Kimileri piyasanın hareketlenmesini beklerken bazı firmalar da kriz sonrası tüketici profilini analiz edip ,kriz sonrası senaryolarını oluşturuyor. Elinizde bu tür projeler yoksa Dünya krizi biter ama sizin için kriz bitmez.

Peki ,tekstil sektörünün elinde kriz dışında kendi yapısı ve dinamikleri konusunda senaryoları mevcut mu , Dünya krizi bittiğinde bizim krizimiz de bitmiş sayılır mı ?

İş modellerinin bu kadar benzeşmezsi , ürünlerin talebi dikkate almadan birbirini taklit eder nitelikte üretilmeleri bu krizden bağımsız olarak sektörün kendi içindeki bir tıkanmayı işaret ediyor. Dünya ürün döneminden hizmet , farklılaşma ve inovasyon gibi çok farklı kavramların tartışıldığı bir aşamaya geçti. İmaj , Marka gibi konuların sektörümüzde ihmal edildiğini ,tüccar yaklaşımında kaldığımızı düşünüyorum. Şöyle bir örnek vereyim ;

Marlboro sigarası ilk piyasaya çıktığında ,kendisini yalnız ve cesur kovboy imajıyla konumlandırmıştı. Daha sonra mentollü sigarayı çıkarttı , oysa kovboylar mentollü sigara içmezdi , kovboyun sert imajıyla bu soft imaj çelişiyordu. Mentollü sigara piyasada çok satmasına rağmen ,bu ürünün marlboro imajına zarar verdiğini düşünerek ,bu sigaranın üretiminden vazgeçtiler. Yani , mentollü sigara marlboro algılamasını zayıflatıyor , marka imajının zedeliyordu. Siz de kendi markanız için şöyle düşünebilirsiniz ; bir kartelanız olduğunu düşünelim , o kartela setine hangi ürünü koyarsanız koyun , o ürün o set içerisinde sırıtmıyorsa ,markanızın bir kimliği yok demektir. Şu an çoğu firma bu bütünlüğü sağlayamıyor , bu tür uzun vadeli düşünüp bir alt yapı oluşturmuyor.

Son dönemlerdeki rekabetin fiyat ve kampanya düzeyinde kaldığını görüyoruz. Bu kazandırmayan rekabetin en önemli nedeni bu benzeşme ve kimliksizliktir. Ürünler benzeştiğinde fiyat ve kampanyalar devreye girer , başka bir şansınız yoktur.

Tüketiciye “ ben ucuzum “ demek bir anlam ifade etmez , siz bunu dediğinizde tüketici sizi tercih eder ama başka bir gün de bir başkası ben daha ucuzum der, mesajın anımsatıcı bir özelliği olmaz. Media Markt’ın yaptığı gibi , ben ucuzum , demek yerine “ başka yerde daha ucuzunu bulursan farkın iki katını ödüyorum “ demek daha kalıcı bir hikaye yaratmaktır.Yaptığınız kampanyayı ancak bu şekilde markanızla özdeşleştirebilir , bir tüketici grubunu etrafınızda oluşturabilirsiniz. Diğer türlü ucuz olduğunuz için sattığınız ,kısa süreli bir alışverişin ötesine geçemezsiniz.

Kampanyaların amacı ürün satmak olamaz. Penetrasyon sağlamak , sadık müşteri kitlesi yaratmak gibi daha uzun vadeli hedefleri olmayan bir kampanya kar marjınızdan fedakarlık ederek , karınızı sokağa attığınız getirisi olmayan bir ticarettir. 2009 ve 2010 benze 2008 yılının bir tekrarı olmayacak ; 2008 yılında kazanan taraf olmadı.

Umarım , fiyat ve vade dışında konuları da konuşabildiğimiz verimli bir yıl olur , 2009. Bu sohbet için Teşekür ediyoruz Mustafa bey.

Ben teşekür ederim Derya hanım.

TwitterTakip

23 February 2009

Gezer markası Gömlek satarsa ...

Gezer markasını biliyorsunuz ; terlik konusunda bilinen bir marka. Gezer 1 haftalık ilanlarla Ankara’da fabrika satış mağazası açacağını duyurdu. Bugün ziyaret ettiğim mağazada ise terlik ya da ayakkabı gibi bir ürün olmadığını ; şort , pantolon , gömlek gibi ürünler olduğunu gördüm. Ürünlerin hiçbirisinin markası ise Gezer değildi ; etiketlerdeki markaların hiçbirisi aynı değil , ürünler büyük bir ihtimalle taşeron firmalardan toplanmıştı.

Bu mağazadaki amaç “ madem bir markamız var, bu markanın suyunun suyunu içelim “ mantığı olabilir mi ? Bir terlik firması niçin üzerinde kendi marka etiketi bulunmayan tişörtler satar ?

Özellikle Çin’den ürün alan firmalar , buraya kadar gelmişken bu da ucuzmuş , diyerek , ne bulurlarsa satmaya çalışabiliyorlar. Burada bazı ürünlerin çok ucuz olduğunu görüp kendi alanlarıyla ilgili dahi olmasa faydalanma yolunu seçebiliyorlar.

Buradaki ilgiden memnun kalmış olacaklar ki ,ikinci bir mağaza daha açtılar. Sanırım ,marka birkaç deneme yaptı ,başarılı olduğunu görünce ,bu model üzerine yükleniyor. Bu durumun zarar kısmını 1-2 seneye kadar burada tekrar konu ediniriz.
Bir markanın üzerine bu kadar yüklenmek doğru mu , tartışırız. Yan ürünlerin ana ürün üzerindeki olumsuz etkisini irdeleriz.

TwitterTakip

22 February 2009

Düşüncelerinize saygı duyuyorum ama...

Kariyer Yolculuğu , sitesi önemli bir konuyu irdeliyor. Düşüncelerine saygı duyuyorum... Acaba , desteklemediğimiz , yanlış bulduğumuz bir düşünce ya da davranışa saygı duymak zorunda mıyız ?
.
Bu saygı asgari bir nezaket ve saygı göstergesi midir ?
.
Kariyer yolculuğu , eğer desteklemiyorsam saygı duymak , tasvif etmek zorunda mıyım, diye soruyor. Cevap olarak ise onaylamadığım bir şeye saygı duymak zorunda da değilim, yanıtını veriyor
.
" Düşüncelerine saygı duyuyorum ama " başlangıcı bana da oldukça saçma geliyor ancak ikna etme çerçevesinden baktığımızda benim de sık sık kullandığım bir cümle.
ilk bakışta gereksiz ve yapmacık bir nezaket cümlesi gibi duruyor. Doğru yerde kullanılmadığında ilişkiyi samimiyetsiz ve yüzeysel bir noktaya taşıdığını da düşünüyorum. Kariyer Yolculuğunun baktığı cepheden aynı saçmalık benim açımdan da geçerli.
Ancak, konu ikna etmek ya da satış olduğunda ,gerekli bir saçmalık, olarak duruyor. Bir kişiyi ikna ederken ,aynı tarafta durduğunuzu göstermek ve karşı cepheye geçmemek önemlidir. Bir karşıtlık hissi yaratır ve tartışmaya yöneltebilir. Aksi bir düşünceyi iletmeden ,karşıdaki düşünceyi olumlamak , haklı yönünü vurgulamak , doğru olabileceği olasılığını belirtmek zorundasınızdır
.
Bu cümle benim de samimiyetsiz bulduğum ama iş hayatımda çok sık kullandığım bir cümledir.

TwitterTakip

21 February 2009

Facebook anketinden CHP birinci çıkar ama...

Facebook , seçim anketine göre CHP birinci parti olarak çıkıyor. Bazı gazeteler bu sonuçlardan yola çıkarak yorumlarda bulunuyorlar.
Elbette ki bu tür , homojen grupların yer alandığı sosyal alanlardan çıkan sonuç gerçeği yansıtmaz. Aynı anketi herhangi bir halk pazarında yapsanız CHP'ye neredeyse hiç oy çıkmaz.
Demokrasi böyle birşey ; Facebook ile Pazarın ortalaması

TwitterTakip

Coca Cola, şişesindeki " Klasik " sözcüğünden kurtuluyor

Coca Cola , gençlerin çoğunun kolayı şekerli su olarak tarif etmesinden , eskiden gelen böyle bir söylem olmasından dolayı , şişesinin üzerindeki " klasik " kelimesini çıkartıyor.

ne yaparsanız yapın , sürekli bir şeyler yaptığınızda , zamanla yanlış şeyler de yaparsınız. İstemediğiniz algılamaların etiketiniz üzerine yapışmaması imkansızdır.
özellikle lider bir marka olduğunuzda iyiliğin ve kötülüğün sembolü haline gelebilirsiniz.
Sosyal projeler bu intibaayı yıkmak için önemli araçlardır. Ancak , ufak makyajlar da değiştiğinizi , yeni bir bilince sahip olduğunuzu çağrıştırır.
Yeni bir söylem , yeni bir etiket kısmen bu eleştirilerin gücünü azaltabilir. Şekerli su algılamasının değil ,ama kapitalizmin ve yoksulluğun sembolü olan Coca Cola'nın bu tür ufak değişimlerle ,eski ,olumsuz algılamasını zayıflatabileceği kanaatindeyim.

TwitterTakip

18 February 2009

Brutüs , Sezar’a niçin ihanet etti onca iyiliğine rağmen ?

Belediyeler yardım dağıtıyor ama bu yardımların ne kadar taraftar topladığı ile ilgili bir araştırma yok ellerinde.

Sen verirsen karşıdaki de destekler , şeklinde doğrudan bir mantıkla hareket ediyorlar.

İnsanlar hak etmedikleri bir şeyi aldıklarında her ne kadar bu ödülü kabullenseler de adalet duyguları zedeleniyor. Faydayı o an her ne kadar kendisi görse de bu keyfilikten ürkebiliyor.

Patronunuzun size diğer çalışanlardan habersiz olarak cebinden para verdiğini düşünelim. Yüzünüzde o an için oluşan tebessüm yanıltıcıdır. Eğer bana veriyorsa diğerlerine de veriyor olabilir , gibi soru işaretleri sizde oluşmaya başlar. Bu keyfilik sizde huzur değil huzursuzluk yaratır.

İnsanların hediye paketlerini aldıkları anda yüzlerinde oluşan tebessümün yanıltıcı olduğunu düşünüyorum.

Brutüs , Sezar’a niçin ihanet etti onca iyiliğine rağmen ? Sezar her şeyi bizzat kendi eliyle verme kötülüğünü yaptığı için…

TwitterTakip

Propaganda mı , Deneyim mi ?


Türkiye’de hükümet üstü bürokrasi , askeriye yıllardır propaganda yapar. Bu propaganda Türklüğü övmek , modern ve laik bir toplum olmak gibi unsurları ön plana çıkarır.

Oysa , toplum aşağıda farklı bir değerler sisteminde yaşar. Bu yüzden devlet tarihi boyunca toplumuyla kavgalı olmuş ,toplumu kendisine bir tehdit olarak görebilmiştir.

Youtube ,yasağında olduğu gibi toplum adına doğrunun kadarını verir , bir ebeveyn gibi toplumun kulağını çeker, kılık kıyafetine karışır.

Bu propaganda ve reklam tüm kurumlarıyla devam ederken halk ise yaşadığı hayattan bir ders çıkartır ve kulaktan kulağa bu deneyim yayılır ; burası Türkiye

“ Burası Türkiye “ sözcüğü devletin propagandasına ( reklam ) karşı , word of mount yani ,yaşanılan deneyimin yayılmasının daha etkili olduğunu gösteriyor.

Bir vatandaşı çevirip Devlet hakkında sorular sorsanız “ Burası Türkiye “ sözünü haklılaştıracak deneyimlerini anlatacaktır.

Milli olaylarda toplumun birleşmesi , dışarıya karşı gövde gösterisi yapması yanıltıcı bir tablo oluşturuyor. Dışarıya karşı dik durma kaygısı böyle bir birleşmeyi sağlıyor ama içeride vatandaş bilinçaltında oluşan algı “ Burası Türkiye”

Eğitim sisteminden başlayıp ,askerliğe kadar uzanan , insanın eğitilmeye en müsait olduğu dönemde , Devlet vatandaşını alıyor , bilincini şekillendiriyor ama buna karşı deneyimin ,bu propagandaya karşı nasıl üstün geldiğini görüyoruz.

Çağımız kitle modelinin yıkıldığı deneyimin daha üstün geldiği bir dönem.

Tv’lerde ne söylediğiniz , nasıl propaganda yaptığınız önemini yitiriyor. İnsan deneyimine sahip çıkıyor.

TwitterTakip

17 February 2009

Oktay Sinanoğlu ,Türk Einstein'i olarak nasıl pazarlandı ?

Oktay Sinanoğlu adında komik bir profesör var. Kendisi basit bir kahve sohbetinde konuşur gibi konuşuyor. Örneğin ;

“ bana Amerikalıların ciğerini dahi bilir misin diye soruyorlar , ben de iyi bilirim diyorum , çünkü ciğer yok ki “ gibi eleştiri ağırlıklı yorumları mevcut ,

genellikle de yukarıdaki cümlede olduğu gibi kendi sorularına kendisi yanıt veriyor. Burada kendisinin çarpıcı olacağını düşündüğü soru ve cevapları önceden düşündüğü anlaşılıyor.

bizi ilgilendiren kısım ise nasıl bu kişinin ülkenin gündemine oturabildiği , taraftar bulabildiğidir ,

Kanalın sunucusu Oktay beyi sunarken Türk Einstein’i olarak sunuyor. Buradaki benzetme oldukça dikkat çekici. Daha sonra da şöyle soruyor ; Hocam bugüne kadar hiçbir sınavda ikinci olmadınız değil mi , hep birinci çıktınız…

Normal koşullarda bu kişinin konuşmalarını dinleseniz çok fazla önem vermeden geçersiniz ama böyle bir sunuş ile ürün paketlenip , tüketicinin gözünde bir yere oturtulmaya çalışılıyor.

Hocanın anlattıklarının çoğu dedikodulardan ve hikayelerden ibaret. Bu hikayelerde ise ortak bir öğe var ; Türklüğü yüceltmek , Avrupayı eleştirmek gibi…. Bu duruş çizgisi hiç bozulmadan devam ediyor ve prof. Paketi içerisinde izleyiciye taktim ediliyor

Kriz ve savaş dönemlerinde her toplum kendi kahramanlarını çıkartır. Mücadelenin iletişim boyutuna kayması psikolojik boyutta da mücadele eden “sosyal kahramanlar” yaratıyor.

Tüketicisinin değerlerine tutunan ve bu değerleri tekrarlayan markalar çok hızlı parlayabiliyorlar , ama bununla birlikte de bir adım öteye gidemiyorlar

Türk mucitler programını izlerken bir elektronik mühendisi mucitini anlatırken , ürününü ithal etmek istediğini söylüyor. Sunucu ihraç demek istedin herhalde dediği zaman kendisi aradaki farkı bilmediği için bir an duraksıyor. Yani bir kişinin elektronik alanda başarılı olması onun ekonomi , siyaset alanında da başarılı olacağı garantisini vermez. Türk Einstein’in den daha çok inciler duymaya devam edeceğiz gibi…

TwitterTakip

14 February 2009

Projesiz kızılay yardımları


Havaalanlarına gittiğinizde bir karmaşaya şahit olursunuz. Müthiş bir trafik vardır , araçlar park yeri arar , polis ise onları kovalar, yakaladıkları araçları çeker.

polisin kovalamaktan , araçlarında kaçmaktan başka çaresi yoktur. Oradaki mimari bu düzensizliği yaratan asıl unsurdur.

Otopark’a park etmek mantıksızdır çünkü uçak her an gelebilir, oralarda bir yerlerde hazır bulunmanız gerekir. Dolaysıyla havaalanı içinde dolaşır durursunuz. Bu da aşırı trafik , insanların rahat hareket edememesi , stresli ve gürültülü bir ortam yaratır.

Ankara havaalanının girişinde çok büyük bir boş alan vardır , burası atıl bir durumda bekler. Oysa , bu alan araçların park edip beklemesi için dizayn edilse , burada bekleyen sürücülere çay , sandviç gibi ürünler satılsa bu kargaşa ortaya çıkmaz.

Kızılay gibi kurumlar , para dilenme dışına ,çıkıp bu tür fırsatları değerlendirip ,gelir kaynağı yaratabilse , bizim ruh sağlığımıza da bir nebze yardımda bulunmuş olurlar.

Gelecekte sürekli isteyen , hantal kurumların güven problemi yaşayacaklarını düşünüyorum. Oysa bu gibi kurumlar dinamizmleriyle , topluma yaptıkları bu tür katkılarla da güven tazelemeleri , kendilerini ispatlamaları gerekir.

Ben ilk okul yıllarımdan beri sarı Kızılay zarflarıyla karşılaşırım . O zamanlar başımızdaki öğretmen bu yardımları zorunlu kılıyordu ve yardım toplanıyordu ama kızılay’ın artık yöntemlerini değiştirmesi gerekiyor.

TwitterTakip

13 February 2009

Hikaye ve bilinçaltında yarattığı etki

Deniz Seki dün akşam uyuşturucu operasyonundan dolayı göz altına alındı. Ünlü kişiler niçin bu tür sansasyonel haberlere karışmak için özel bir gayret sarf ediyorlar ?

Yabancı dergilerde güzellik bakımından çok daha güzel kızlar olmasına rağmen dikkatinizi Türkiye’deki ünlüler daha çok çeker. Bunun nedeni yabancı güzellerin sizde çağrışım yapan bir hikayeleri olmamasıdır. Türkiye’deki ünlüler daha dikkat çekici ve anlamlı olmak için size çağrışımda bulunacak hikaye yaratmaya çalışırlar.

Çoğu ünlü kadının ünlü olmadığını ve birden size resminin gösterildiğini hayal edin. Güzellikleri o kadar çarpıcı gelmeyecektir zaten Deniz Seki de bu kadar ilgiyi hak edecek güzellikte bir kadın değildir. Ancak ,ne kadar çok hikayeye bulaşırsa o hikayeyle kitlenin bilinçaltında tutunabileceğini biliyor.

TwitterTakip

11 February 2009

Metro Turizm tesisleri

Bolu tüneli yapılmadan önce yol kenarında durup bir şeyler yiyebileceğiniz yerler vardı. Muhtar’ın yeri gibi klasikleşmiş yerler çoğu İstanbul yolcusunun uğradığı yerlerdi.

Geçiş otoban güzergahına kaydıktan sonra sadece Sebahattin’in yeri adında bir yerin açılmasına izin verildi. Sebahattin’in yeri otobanda karşılıklı iki tesisten oluşuyor.

Ancak , insanların burayı tercih etmelerinin nedeni doğa ile iç içe bir ortam olmasıydı. Yeni bölgede bunu sağlamanız önceki kadar mümkün değil ancak bahçe içinde , dışarıda da yemek yenilecek yerler açılmalıydı. Şu anki mimari önceki anlayıştan çok uzak , herhangi bir firmanın mimarisi tarzında inşia edilmiş. Normal bir Metro tesisiyle bu tesis arasında hiçbir fark yok.

Oysa ağaç evler şeklinde daha ufak bölmeli bir bina modeli uygulanabilirdi , yemekler farklılaştırılabilirdi , hayvanların beslendiği insanların 1-2 dakika ziyaret edebileceği alanlar yaratılabilirdi. Bu tesis kısa sürede müşterisini kaybedecek , Sebahattin’in yeri ismi ise tarihe karışacaktır.

Fiş aldığımda dikkatimi bir nokta daha çekti. Bu yer Sebahattin’in yeri gibi durmasına rağmen Fatura üzerinde Metro Turizm yazıyordu. Yani buranın mülkiyeti Metro Turizm’e aitti.

Otoban yapıldıktan sonra büyük ihtimalle , Metro gerekli izinleri almış , bilinen bir tesisin de isim hakkını almış , önceki müşterileri buraya toplamaya çalışıyor. Metro isim hakkını almayı akıl etmiş ama insanların o bölgeyi tercih etmesinin nedenlerini yakalayamamış.
Pazarlama yolcu taşımaya benzemez.

TwitterTakip

08 February 2009

Müşteri bazen sayılar arasına sıkışabilir

Hiroşima’ya bomba atan pilot önündeki haritalar ve kumanda kolu yerine aşağıda yaşayan insanları görebilseydi o bombayı oraya atamazdı. Sonrasında da zaten ortaya çıkan yıkımı gördüğünde intihar ediyor.

Gerçekleri anlatmakta mantıklı gerekçeler buluyor , gerekli çabayı sarf ediyor ama bir türlü ikna edemiyor musunuz ? Yukarıdaki hikaye eğer bir şekilde sondan başa ilerleseydi , bu olayda Pilot bombayı atmaması konusunda ikna olabilirdi.

Anlatarak , ikna etmeye çalışarak, uzun cümlelere sıkışmış gerekçeler arasında bazen gerçeği boğarsınız. Tartışma esnasında gerçek tablo görünmez olur , kişisel egolar , tartışmanın kendisi gerçeğin önüne geçer. İkna etmek için bazen sondan başa ilerlemek gerekir
.
yöneticilerle şu şekilde bir deneyimi çok yaşamışımdır ; Bir müşteri konusunda yöneticime ricada bulunduğumda , eğer o yönetici daha önce o müşterimle görüştüyse çözüm yönünde daha ılımlı olur , eğer tanışmıyorsa çözüm için daha mesafelidir
.
birebir tanışıklığı yok ise sorun rakamlardan ibarettir , birebir ilişki var ise durum kişiselleşir, kişiselleştikçe sorumluluk daha fazla hissedilir
.
işin içerisine girmemiş , masa başında oturan üst kademe yöneticilerin daha acımasız olduklarını görürsünüz. Siz bir müşterinizi kazanmak için uzun süre emek sarfetmişken , bu emek bir anlam ifade etmez , rakamlardan ibaret olan müşteri bir kalemde silinebilir
.
herkesten sorumlu ve vicdanlı olmasını bekleyemezsiniz ama sorumluluk kazandırmanın yolu bir şekilde sürece yöneticinizi de dahil etmektir
.
siz aşağıda yaşayan insanların durumunu anlatmadıkça , doğru iletileri veremedikçe yönetici için aşağıdakiler , rakamlardan ibaret , kumanda panelindeki bir düğme kadar anlamsız olacaktır

TwitterTakip

06 February 2009

Ürün'den müşteriye kayış

Home Trend dergisi için yazdığım yeni yazı :
.
Son ekonomik Dünya krizinde , diğer krizlerden ayrı olarak bir farklılık ortaya çıktı. Ekonomistler hatayı göstermek için haftalarca tartıştılar, birçok nedenler sıraladılar ancak hatayı gösterecek ,kriz öncesinde alınmış iradi bir karar örneği gösteremediler. Geldiğimiz noktada ,normal işleyen bir sürecin öngörülemez şekilde tıkandığını gördük , herkes toplamasını doğru yapıyordu ama sonuç yanlış çıkıyordu.

Bu kriz , bize bundan sonraki ticari model ve dünya ekonomik düzeni için yeni bir kavramı tanıştırdı ; belirsizlik…

Ticarette artık çok daha fazla değişken var. Önceden kendi ulusal sınırlarınız içerisinde aynı sokaktaki esnaf ile rekabet ediyor , rakibinizi tanıyor , değişimi tahmin edebiliyordunuz. Bu krizi kimsenin tahmin edememesi ve Türkiye’nin kendi dışında oluşan bir krizden etkilenerek ona maruz kalması yeni bir dönemin işaretçisi.

Son gelişmelerden sonra bundan sonraki süreç için birkaç öneride bulunmam gerekseydi aynen şöyle derdim ; dün ne yapıyorsan daha azını yap ama daha iyisini yap

Çünkü büyüdükçe kontrol edemeyeceğiniz alanlar fazlalaşıyor ve risk artıyor

Bu değişimi şöyle bir örnek ile açıklayalım .

Örneğin , bir ürünün fiyatı. Bir ürünün fiyatı geçmişte nasıl belirlenirdi ?

Ürünün maliyeti hesaplanır , üzerine kar marjı eklenir ve fiyat ortaya çıkardı.

Yani fiyatı belirlerleyen üretici ve satıcılardı ancak bugün için fiyatı alıcılar belirliyor.

Yani ,ürününüz etrafında yaratabildiğiniz müşteri trafiği , innovatif hareketlerle yaratabildiğiniz müşteri ilgisi ürününüzün fiyatını belirleyen unsurlardan.

Gelecek yıllarda , salt ürünün başlı başına kendi maliyetini dahi kurtaramayacağı kanaatindeyim.

Bugüne kadar şirketlerdeki büyüme modeli organik olarak gerçekleşiyordu ; ancak bundan sonra satın alma ya da stratejik ittifak şeklinde gerçekleşecektir. Üretimden pazarlamaya kadar olan süreçlerin daha karmaşık hale gelmesi ve odaklanarak çalışmayı gerektirmesi bu ittifakları zorunlu kılıyor. Bir kural olarak şunu söyleyebiliriz ; artık kendi başınıza büyüme imkanınız kalmıyor

Ölçek ekonomisinde üretim kapasiteniz arttıkça birim başına düşen üretim maliyetiniz azalıyordu. Böylece firmanız büyüdükçe maliyet olarak daha avantajlı bir duruma geçiyordunuz. Bugün ise büyük firmaların maliyetlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz. Bunun nedeni büyüdüğünüz ölçüde orantılı olarak satışınızı arttıramıyor olmanız.

Milan Kundera , bugün ki Dünyayı tanımlamak için şöyle demişti ; Artık katı olan her şey buharlaşıyor… Katı olan , esneyemeyen , uyum sağlayamayan her şeyin buharlaştığı belirsiz ve öngörülemez bir Dünyanın kapısı çoktan açıldı. Hesapların tekrar revize edilmesi gerekiyor

Aslında çoğu firma bugünlerde hesaplarını tekrar revize ediyor , stratejilerini değiştiriyor ancak bu değişimler çok yavaş ve ayrıntı noktalarında yaşandığı için görebilmek zorlaşıyor.

Bu değişimlerden birisini Türk Hava Yollarının Kevın Costner ile çektiği reklam filminde görüyoruz.

Türk Hava Yollarının Kevın Costner ile çektiği reklam filmini izlemişsinizdir. THY bugüne kadar reklamlarında biz iyiyiz , biz kaliteliyiz diyor , ürününü ve hizmetini anlatıyordu. Bu reklamda ise bir değişiklik dikkatimizi çekiyor. THY artık kendisini anlatmıyor , müşteriyi anlatıyor. Reklamlarda şu sloganı kullanıyor “ kendinizi bir star gibi hissedeceksiniz”

Reklamda ne fiyattan ne de hizmetten bahsediyor , tüketicisinin duygularını yönetmeye çalışıyor ; Ürünü değil ,tüketiciyi konumlandırmaya çalışıyor.

Bu reklamla birlikte üründen tüketiciye kayan sessiz bir değişimin ipuçlarını görüyoruz.

Son dönemlerdeki tekstil sektöründeki kampanyalara baktığınızda ; geleneksel biçimde fiyat ve vade noktasında rekabetin yürüdüğünü görüyorsunuz. THY ‘nin geldiği noktayı marka evrimleşmesinin son aşaması olarak kabul edersek ; Perde sektörüde kısa sürede rekabet ürün üzerine kayacak , uzun vadede ise yukarıdaki örnekte olduğu gibi her firma müşteri seğmentini ayırıp , kendi müşterisini tanımlamaya başlayacaktır.

Her ne kadar sektörler arasında bağlantı yokmuş gibi görünse de ; bir ucunda ürün ,diğer ucunda müşteri olan her ticari süreç benzer bir evrim geçirir.

Fiyat ve vade ile büyümek , Pazar payını arttırmak mümkündür ancak değer yaratmayan ve sürdürülebilir olmayan bir büyüme yaratır. Sizden fiyat için ürün alan bir müşteri ,yine fiyat için de ürün almaz hale gelebilecektir. Dolayısıyla ,böyle bir stratejiyle hanenizdeki müşteri sayınızı sermaye olarak görmeniz mümkün olmaz. Fiyat ve vade ile müşteri sayısı suni olarak artış gösterir.

THY bu anlamda doğru bir stratejik kayış sergiliyor. Yatırımını müşteriye doğru kaydırıyor.

Müşteriye yönelik kayış tekstil sektörünün kısa sürede gerçekleştiremeyeceği bir çözüm. Kısa vadede yüklerinden kurtulacak , orta vadede süreçlerini iyileştirip farklılaşacak , uzun vadede ise müşteri seğmentini ayrıştırıp müşteriye yönelik ürün ve hizmet noktasına geçecektir. Bu günlerdeki durgunluk , her kış yaşadığımız , baharı bekleyen bir sükut döneminden ziyade değişimin habercisidir.

TwitterTakip

05 February 2009

Kurumsallık ne işe yarar ?

Ankara’da Samsung ,telefon arızası konusunda Ana Yetkili servis olan Başarı elektoniğe gidiyorum. İnsanlar ellerinde telefonla sıralarının gelmesini bekliyorlar, kapı girişinde bir numaratik , sıcak , kirli havanın olduğu bir ortam , oturup beklemek için çok az sayıda koltuk mevcut.

Niyetim buradaki ortamın uygunsuzluğu konusunda şikayet etmek değil.

İnsanların beklerken gösterdikleri dikkat çekici sabır.

Normal bir firma , bir müşteriye ürün satacak , ürün arızalı çıkacak , 10 gün sonra arıza için müşteri geri getirecek , müşteriye numaratikten sıra vereceksiniz ve bu pis ortamda ayakta bekleteceksiniz.

Böyle bir tablo karşısında müşteriyi öfkelenmeden tutabilmek mümkün değildir.

Ancak , burada bekleyen müşterilerin sabrı , formalitelere koşulsuz teslimiyeti ve itiraz etmemesi dikkatimi çekti.

Çalışma hayatında en ufak bir hatada müşterilerin bu kadar kurallara uyduğunu , prosedürlere bu kadar itaat ettiğini göremezsiniz.

Kiğili , Markasından pantolon aldığınızı düşünelim. Üründe defo çıkıyor , tekrar mağazaya gidiyorsunuz , görevli size beklemeniz gerektiğini söylüyor , numaratik veriyor , 30 dk. Bekliyorsunuz. Böyle bir müşteri hayal edemiyorum.

Aynı müşteri niçin A Markasında böyle bir duruma farklı reaksiyon verirken ,Samsung markasının önünde itaat ediyor.

Kurumsal güç böyle bir şey olsa gerek. Müşteri böyle bir gücünüz olduğuna , şeffaf ve adil olduğunuza inandığında bu eğilimi gösteriyor.

Herhangi bir şikayetten dolayı bir mağazaya gidiyorsunuz , karşınıza halkla ilişkiler sorumlusu olarak tanıtılan bir bayan çıkıyor , sizi sakinleştirmeye çalışarak durumu telafi edeceğinin sözünü veriyor. Bu tablo firmalarda çok sık karşılaştığınız bir durumdur.

Aslında bu kişisellik ve kişiye bağımlılık müşteriyi öfkelendiriyor. Müşteri böyle bir tavır karşısında durumun kişilere bağlı olduğunu hissediyor ve bağırdığı ölçüde hakkını alacağını düşünüyor , elinden geldiğince göz dağı vermeye çalışıyor.

Kurumsallaşalım , diye uzun cümleler kurarız ama kurumsallığın nasıl bir iklim yarattığının somut bir örneği size…

TwitterTakip

02 February 2009

Kadınlar erkekleri erkeğin gücünü kullanmasını sağlayarak yönetir


Bir kadın erkeği yönetmek için erkeğin gücünü kullanmasını sağlayacak bir ortam yaratır. Rica etsem şunu benim için kaldırabilir misin ?

Çoğu zaman karşıdaki insanı etkilemek için gücümüzü ya da bilgimizi kullanırız ancak bu güç sizi bir anlamda karşı tarafa bağımlı kılar. Etkilediğiniz kişinin gözündeki değeriniz sizi yönlendiren , sınırlayan bir güç haline gelir.

Karşıdaki insanın gözündeki değerinizi yitirmemek için onun beklentilerine uygun biçimde davranırsınız.

Bana acemi bir satıcı verin onu överek , bilgisini göstermesini sağlayarak istediğiniz gibi hizaya sokayım

Okullarda artık ceza yerine ödül verilerek öğrenciler yetiştiriliyor. Teşekür belgesi vererek övdüğünüz bir kişi artık çevrenin gözündeki beklentilere göre teşekkürlük bir öğrenci olarak hareket etmeye başlıyor. Kendisiyle ve çevresiyle çelişmiyor.
İnsanların yaptıkları işleri övün ki övdüğünüz kadar başarılı bir iş çıkarsın

TwitterTakip

31 January 2009

Müşteri bilinçaltında yarattığınız boşluklar

İnsanlar soru işaretleriyle yaşayamazlar , mantıksız bir cevaba inanmayı soru işaretlerine tercih ederler.

Anlamlandıramadıkları dünyevi olaylara mistik yanıtlar vererek boşluk bırakmazlar , her şeyin bir cevabı vardır , mantıklı ya da mantıksız

Karşınızdaki insanlar iletişime geçtiğinizde siz diyalogunuzda boşluk bıraksanız dahi o boşluk doldurulur.

Bir müşteriyle görüşüyorsunuz. Cevabını bulamadığı sorular bıraktınız… Müşteri o boşlukları doldurmaya , tahmin etmeye , öngörmeye meyillidir

Yaratılan boşluklar her zaman satıcının aleyhine işler.

Evinizden dışarı çıktığınızı düşünelim , ev ile ilgili yaptıklarınızı tekrar gözden geçiriyorsunuz , aklınıza en kötü ihtimaller gelir. İnsan beyni kuşkularını , soru işaretlerini , boşlukları en olumsuz biçimde doldurur.
Müşterilerinize karşı şeffaf olun , öğütünün anlamı ahlaki bir göndermenin ötesinde bir değer ifade ediyor. Boşlukları doldurun ki süreç aleyhinize işlemesin.

TwitterTakip

30 January 2009

Davos'da yaşananlara bir pazarlamacı gözüyle bakış

Davos zirvesinde yaşananları doğru tahlil edebilmek için her iki liderin de konuşmasını izlemek gerekir. Çoğu haber ajansında Erdoğan’ın toplantıyı terk ettiği anlar görüntüleniyor ancak hangi konuşmaların ve üslubun bu sonuca yol açtığını bilmeden bu hareketi doğru tahlil etmek mümkün değildir.

Öncelikle Perez , Erdoğan’ı böyle bir konuşmaya zorluyor. Hitabetinde sorularını direkt olarak Erdoğan’a yöneltiyor.

Perez, Nobel barış ödüllü , uluslararası ilişkilerden gayet iyi anlayan çok zeki bir politikacıdır.

Ancak, konuşmasında politikadan ya da stratejilerden bahsetmiyor , son derece duygusal biçimde konuşmasını sürdürüyor. Masum pozisyonda bulunan Filistin’e karşı kendi masumiyetini anlatıyor. Roket saldırılarında ölen çocuklardan bahsediyor , gece boyunca yaşadığımız korkulu saatler , şeklinde konuşmasını sürdürüyor. Yani , Dünya kamuoyunun vicdanında durumu eşitlemeye çalışıyor. Dünya kamuoyunun en çok yara aldığı nokta olan vicdanı hedef alıyor

İsrail’in şöyle bir taktiği vardır. Önce köşeye sıkıştırır , boğar , hırçınlaşmanızı sağlar ondan sonra imajınızda oluşan çirkin resmi göstererek “ bakın bunlar bu kadar kötü “ der. İsrail bu güne kadar ne kadar toprak aldıysa bunu Hamas’ın terörünü kullanarak yapmıştır.

Bu tepkiyi Erdoğan’ın değil de başka bir lider’in yapması daha şık dururdu. Erdoğan’ın islami kimliği bu tartışmada ön plana geçecek , Hamas ile ilgili önceki övücü sözleri oluşan psikolojik etkiyi dağıtacaktır.

Hamas liderlerinin Erdoğan’ı ve Türkiye’yi öven sözleri , Erdoğan’ı zor durumda bırakacaktır. Hamas milislerinin intahar bombacısı kıyafetleriyle Türk bayrakları arasında verdiği pozlar tartışmanın seyrini değiştirecek , Erdoğan için gerekli desteğin azalmasına neden olacaktır.

Avrupa’da yaşanan ekonomik resesyon ile ihracatımızda ve yurt içi yatırımlarda önemli düşüşler olmuştu. Bu süreçte Arap sermayesi önemli bir alternatif olarak öne çıkmıştı. Bu çıkış Ortadoğu’nun sempatisini arttıracaktır.

Perez’in , Moderatör’ün tartışma sonrasında sürekli Erdoğan’ı övmeleri dikkatinizi çekti mi ? Müzakere sanatında uygulanan basit bir taktiktir bu. Bir tartışmada sesinizi yükseltir taraf olursanız bir kıyaslamaya tabii tutulur , aynı safta yer almış olursunuz. Oysa , kendinizi geri çekerek , karşıdaki insanı överek bu tartışmanın dışında bir görüntü verip , kötü sözü sahibinin üzerinde bırakmış olursunuz. Tartışmaya girdiğinizde insanlar kim haklı - kim haksız diye düşünür , ama tartışmaya dahil olmadığınızda tartışmanın doğasında olan sert üslup , öfke , şiddet görüntüsü veren ifade karşı tarafta kalır , tartışmanın doğasındaki bu olumsuz görüntülerden uzak bir imaj sergilersiniz. Tartışma sonrasındaki bu nezaket ve övgüyü bu basit müzakere taktiği ile düşünmek gerekir.

Erdoğan’ın önemli bir hatası düşüncelerini ifade ederken tartışmayı mahalle kavgası tarzına dönüştürebilmesi. Kontrolü kaybettiğinizde söylediğiniz her haklı cümle gerçekliğini yitirir ve “ duygusallık” yakıştırmasını yiyerek , acemi bir tavır olarak akılda kalır. Erdoğan sık sık bu hataya düşerek nokta koymayı beceremiyor.

Bu tür tartışmalarda itham etmezsiniz ima edersiniz , direkt söylemezsiniz , çağrıştırırsınız . Emine Erdoğan’ın “ Perez Yalancı “ çıkışı bütün bu tartışmalarda Erdoğanları haksız duruma düşürebilecek amatör bir söylem. Mahalle kavgasını andırıyor. Emine hanım bir türlü nazik eldiven giymeyi beceremiyor. Hadi bundan da vazgeçtik bir de ağlamayı bırakabilse…

TwitterTakip

29 January 2009

Kriz ve güven faktörü

Yıllardır pazarlama alanında çalışan bir kişi olarak birçok şehir dolaştım , Türkiye’nin birçok bölgesini kıyaslama şansım oldu. Ekonomik krizlerden ilk etkilenen illerden birisinin Ankara olması beni hep düşündürmüştür. Oysa , Ankara bir memur şehridir ve memur maaşları kısa vadede krizlerden etkilenmez , istikrarlı biçimde devam eder. Bu ekonomik realiteye rağmen Ankara siyasi ve ekonomik krizlere rasyonel olmayan biçimde reaksiyon verir.

Sanırım bunun nedeni her ne kadar memur bütçesi krizden etkilenmese de memur kişilerin daha tereddütlü davranıyor olmaları. Ticaretin dışında yer alan , risk alma konusunda daha deneyimsiz bir kesimin aşırı reaksiyon vermeleri.

Krizleri “ güven “ gibi rasyonel olmayan kavramlarla açıklamak size mantıksız geldiğinde bu örneği hatırlayabilirsiniz.

TwitterTakip

Google bilgiyi sunuyor ama


Google artık bir tecrübe ve bilgi yığınıdır. Artık bilmeye değil, ayırt etmeye ve seçmeye ihtiyacımız var.

Her şeyden bir parça bilme tehlikesi bugünün önemli bir problemi

Bu problem yanıltıcı bir bilme hissi yaratıyor. Merakı öldüren , ilerlemeyi durduran bir bilme hissi…

Görsellik , eğlence , her şeyi tat alarak yapmak isteği ayrıntıları irdelemenin önüne geçiyor

Sizin de bazen şöyle düşündüğünüz oluyor mu ; internet her soruma cevap verir hale geldikten sonra soru sormayı bıraktım

TwitterTakip

28 January 2009

Yan yana iki alışveriş merkezi tüketiciyi çeker mi yoksa...

Ankara’da Cepa alışveriş Merkezinin yanına bir alışveriş merkezi daha yapılıyor. Yani, yan yana iki alışveriş merkezi.

Sorumuz şu ; iki alışveriş merkezinin yan yana olması doğru mudur ? Birisi diğerinin müşterisini çalar mı yoksa …

Çoğu arkadaşım bu hareketin yanlış olduğunu , birbirlerinin müşterilerinden çalacaklarını düşünüyor

Ben ise farklı düşünenlerdenim

Bu teorimi şu şekilde açıklıyorum ; Merkezin çekim gücü…

Bu iki inşaat ağırlık merkezi yaratacak bir müşteri gücü oluşturabilir mi , sorusu bence sorulması gereken doğru sorudur

Bütün şehirlerin kalabalık caddeleri vardır. Orada daha çok mağaza olması diğerinin işini keser mi yoksa her birinin müşterisi toplam bir çekim gücü mü oluşturur ?

Her bir mağazanın müşterisi ve bunların toplamı dışarıda kalan kalabalık için bir davt midir ?

Ankara’da ünlü yokuş’u bilirsiniz. Aşağı doğru 100 tane perdeci vardır ve bu kadar perdecinin yan yana olması burayı perde alışverişinin yapıldığı bir merkez haline getirir.

Eğer bir ölçüde de bu ikinci alışveriş merkezi kendisini farklılaştırabilirse bence buradaki kalabalık mıknatıs etkisi yaratacaktır.

TwitterTakip

24 January 2009

Psikolojik hazırlık durumu ve anlam


Kendinizi havasına kaptırdığınız , sizi bu dünyadan alıp götüren müziklerin kelime anlamlarına hiç odaklandınız mı ?

Çoğu şarkının sözlerinin oldukça anlamsız ve basit olduklarını görürsünüz. Hatta aynı albüm içerisinde bir şarkının sözleri sevmeyi öğütliyorken , diğeri terk etmeyi öğütler. Yani anlam bulduğunuz ve her şeyi unuttuğunuz şarkılar son derece çelişkilidir ve sizi bu derece hayattan uzaklaştıracak bir anlam yoğunluğuna sahip değildir.

Ancak yine de sizi etkiler

Bu gerçeği müzik ve sanat olgusuyla açıklayabiliriz ama benim ilgilendiğim konu bu etkinin nedenleri

Bir gün önce dinlediğimiz müzik psikolojik durumumuza göre aynı tadı vermiyor ve daha slow bir müzikten hoşlanabiliyorsunuz
yani , psikolojinizi etkileyen müzik değil , müziğin anlamını etkileyen sizin psikolojiniz

Buradan şöyle bir sonuç çıkartabiliriz ; psikolojik durum anlamı arttırır , algılamayı etkiler

Şarkı anlamsız olabilir . çelişkili sözleri olabilir ama siz bunu sorgulamıyorsunuz , bunun üzerine düşünmüyorsunuz , sarkıdaki sözlere inanıyorsunuz ve kendinizi onun dünyasına bırakıyorsunuz
Pazarlamacıların bir müşteride istediği şey tam olarak bu değil midir ?

Müşteri beklentisini ve ruh halini etkileyebildiğinizde müşterinin yüklediği anlam da değişiyor.

Ruh halini etkileyebildiğinizde sizi daha az sorguluyor , kendisini teslim etmeye daha hazır hissediyor

Alışveriş merkezlerindeki canlı müzik böyle bir amaca hizmet eder , tüketicinin ruh halini etkiler , canlılaştırır , müzikle aynı ritimde hareket etmesini sağlar

McDonald’s restaurantlarına gittiğinizde oradaki kasiyerler hızlı konuşur , hızlı bir ritimde hareket eder , neşeli ve güler yüzlüdür. Bu durum tüketicinin de ruh halini etkiler , tüketici de hızlı konuşur , daha neşeli ve ritmik bir hareket tarzına bürünür,

McDonald’s restaurantlarına girin ve kasa önünde bekleyen müşterileri inceleyin , kapıdan girmeden önce farklı bir davranış tarzında hareket ediyorken , içeride , özellikle de kasa önünde hareketler , tavırlar şaşırtıcı derecede benzeşir

Psikolojik hazırlık durumu ürününüzü değil ama müşterinin yüklediği anlamı etkiler , dolayısıyla mağazanızdaki renkler , müzik çok önemlidir.

TwitterTakip

22 January 2009

Obama ve ilk imaj icraati

Yeni bir görev aldığınızda oraya geldiğinizi hissettirmelisiniz, bu da yaptığınız icraatlarla olur.

Oraya geldiğinizi hissettirmekle etrafınıza heyecan vermek arasında doğru orantı vardır. Etrafınızdaki kitle aradığı heyecanı yeni icraatlarınızda bulacaktır ve bu heyecanı verdiğiniz sürece etrafınızda olacaktır.

Politika’da kitlelere heyecan vermek , yenilik heyecanı uyandırmak için 3 yol vardır

1 - enkaz edebiyatı yapar geçmişi eleştirirsiniz
2 - eski kadroyu temizleyerek suçu giden kişilerin üzerine atar, yeni insanlarla yeni bir umut verirsiniz
3 - eski iktidarın sembollerini yıkarsınız

Obama 3. seçeneği kullanarak ilk icraatleri arasına Guatanamo hapisanesini kapatmayı ekledi.

Her ne kadar Bush ile dostane bir görüntü çizip 1. şıkkımızı çürütür bir görünse de; bunu biçim değiştirmiş nazik bir prestij kavgası olarak okuyabiliriz. Şimdiki kavgalar eskiden olduğu gibi kaba saba biçimde yapılmıyor , yüzde çirkin ve öfkeli bir görüntü oluşturup vitrini bozmadan daha nazik biçimde yapılıyor. Machiavelli kurallarında değişen bir şey yok yani…

TwitterTakip

19 January 2009

KFC menüsünün yarattığı illüzyon

KFC’de dün yemek yiyorum. Menüleri gözden geçiriyorum. 11-12 civarında menü mevcut. Hepsi de birbirinden farklı gibi duruyor ama aşağı yukarı 4-5 ürünü birbiri arasında karıştırmaktan başka bir şey yapmıyor.

KFC restaurantına gittiğinizi düşünelim. Bu şekilde menüler olmadığını Tavuk kanat , but , patates gibi ürünlerin tek tek isteğe göre servis edildiğini düşünelim.

KFC aslında oldukça az sayıda ürün çeşidi olmasına rağmen bu basitliği farklı menülerin arasına gizlemeyi başarıyor.

İsterseniz yiyecekleri tek tek de seçebiliyorsunuz , XL menü oluşturabiliyorsunuz , aile boyu menü gibi birçok menü sunuyor. Bu menüler arasında kararsız kalıyorsunuz , gözünüzün önüne tercihte bulunamayacağınız kadar seçenek çıkartılmış oluyor.

Oysa bu tercih çeşitliliğini 4 kalem ürün ile sağlıyor.

İstersen kendi menünü oluştur , gibi diğer restaurantlar da da çok rahatlıkla yapabileceğiniz normal bir hareketi size bir “tercih özgürlüğü “olarak sunuyor.

Lahmacun’un bu kötü ünü beni hep düşündürmüştür. Hamburger aldığınızda özel bir kutuda verilir , satıcıları özenle seçilmiştir , içerisi daima hareketlidir … Bir Lahmacun almak istediğinizde ise Lahmacun sadece bir Lahmacundur…

Normalde Başka bir restauranttan Tavuk ızgara alsanız ve bunu bir alışveriş merkezinde eliniz ile yeseniz oldukça tuhaf karşılanır. Oysa KFC ‘den aldığınız bir ürünü eliniz ile yediğinizde yadırganmazsınız. KFC imajı üzerinizde oluşacak olumsuz tüm imajları siler.

Pazarlama böyle bir şey …

TwitterTakip

18 January 2009

Sabah gazetesi değişirken okuyucu niçin değişmiyor ?


Türkiye’nin en çok satan gazetesi Hürriyet. Hiç düşündünüz mü , bu gazete niçin bu kadar çok satıyor ?

İkinci sırada ise Sabah gazetesi geliyor.

Eğer gazete satış oranını son derece bilimsel verilere dökseydik Sabah gazetesinin satış oranı bizi şaşırtırdı. Çünkü Sabah gazetesi özellikle son 1 yıldır büyük bir değişiklik geçirdi. Liberal bir çizgiden muhafazakar , muhalif bir çizgiden hükümet yanlısı bir çizgiye kaydığını gözlemleyebilirsiniz. Buna rağmen bu gazetenin okuyucu kitlesinin değişmemesi nasıl açıklanabilir ?

Sabah’ın yayın çizgisindeki değişime rağmen okuyucu kitlesini ve sayısını koruması son derece düşündürücü bir sonuç.

Ben bunu şu şekilde açıklıyorum ; değişim alışkanlıklarınızı değiştirecek ölçüde rahatsız edici olmadığında alışkanlık galip geliyor

TwitterTakip

Tema Vakfı ürünleri Tekzen mağazalarında

Geçen gün ziyaret ettiğim Tekzen mağazasında hırdavat bölümünde geziyorum. Birden karşıma bir stand çıkıyor ; stand bir bal standı

Tekzen gibi ev eşyalarının bulunduğu bir mağazanın ortasında bir bal standı…

Tema vakfı ürünlerini süpermarket raflarında sergilemek yerine hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkabilecek noktalara konumlanmayı tercih etmiş.

Bu şekilde süpermarketlerde sergilenen ürünlerin yanında “ ürün “ konumundan sıyrılarak üzerindeki “sosyal proje” değerini ön plana çıkarabilmiş.

Atatürk Orman Çiftliği’nin ürünlerini bilirsiniz , oldukça kaliteli ürünleri olmasına rağmen bir türlü kendisini farklılaştırıp , üzerine bir değer inşia etmeyi başaramadı.

Örneğin , Tema gibi kendisini farklı noktalarda satışa sunarak “ organik ürünler “ şeklinde bir başlıkla farklı bir pazarlama stratejisi seçemez mi ? Şu an AOÇ dondurmaları sadece ürün özelliği olarak biliniyor ; AOÇ dondurmalarının süt oranı daha yüksektir gibi… Yeterli mi ?

TwitterTakip

16 January 2009

coca cola ve perakende stoğu


Coca cola satıcıları haftada iki defa, bir marketi sipariş almak için ziyaret rutu düzenlerler. İstendiği taktirde müşteriler 1 aylık siparişlere dahi alıştırılabilir ama coca cola daha sık ziyareti tercih ediyor. Bunun birçok nedeni var ama en önemli gördüğüm neden : perakendedeki çok fazla stoğun önüne geçmek…

Müşterinizi daha sık ziyaret ederseniz , kısa süre sonra tekrar ziyaret edeceğinizi bildiği için daha az sipariş verir. Daha az sipariş ise ürünlerin bir yığın şeklinde bir köşede birikmesini , üzerinin tozlanmasını , görüntünün çirkinleşmesini önler

Rut sıklığının böyle bir amacı var mı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla Coca cola ürünlerinin teşhirine özel bir önem verir.

Müşteri ürününüzü satın alabilir ama markaya yaptığınız yatırım ile , ürünün değeri ile , tüketicinin gözündeki imaj ile ürün halen sizindir.

Çoğu firma, ürünüyle ürününü markete satana kadar ilgilenir. Yere atılmış , toz içindeki bir Coca cola ‘nın maliyetini bu firmanın hesap ettiğini biliyorum.

TwitterTakip

Marka Marka Marka

Home Trend dergisi için yazdığım yeni yazı

Napolyon Mısır sınırlarında tıkanıp kaldığında o ünlü sözcüklerini söylemişti “ para para para “… Tom Peters ise 90’ lı yıllarda şirketler kar edemez duruma geldiklerinde bugünün gerçeğini haykırdı “ marka marka marka “

Napolyon’un sıkıntısı bugün için krediler ile aşılabiliyor ama henüz Tom Peters’in tespitinin içeriği doğru biçimde doldurulabilmiş değil. Herkesin bir marka algılaması var.

Avrupa’da marka akımı 90’lı yıllarda başladı. Cateplıllar gibi iş makinesı üreten bir firma dahi markalaşmaya önem verdi ; bot , şapka , kazak gibi yan ürünler çıkartarak topluma ulaşmaya çalıştı. Marka olmak ve topluma ulaşmak bir anlamda sigortaydı. Bugün, İntel gibi bilgisayar çipleri üreten bir firma dahi neredeyse Coca Cola kadar reklam veriyor. Bu kadar reklam vermesine bakarak, orta vadede topluma ulaşmak için yeni ürünleri üreteceği fikrine kapılabiliriz.

Bu dönemde ülkeler de marka olmak adına önemli adımlar attılar. Amerika özgürlükler ülkesi , İtalya ve Fransa sanatın ülkesi oluverdi. Hindistan’da yeni üretilmeye başlanan Tata otomobili eğer Amerika’da üretilseydi ,bu 4000 dolarlık araç , tüketimi demokratikleştiren ,Amerika’nın özgürlük adımı olarak algılanacaktı ; Hindistan’da üretildiği için alt sınıf gariban arabası olarak algılandı

Teknolojinin gelişmesi üretim sürecini de aynılaştırdı. Siz bir ürün ürettiğinizde aynı kalitede bir ürünü tezgah altında çalışan bir atölye de üretebilir hale geldi. Ürün üzerindeki bu rekabet avantajı ortadan kalkınca rekabet avantajı sağlayacak noktalar farklılaştı.Bugün için bu farklılığın durduğu yer ; Marka’dır

Her ne kadar Marka gibi herkesin üzerinde anlaştığı bir doğru olsa da bu doğrunun her sektöre uygulaması farklıdır.

Ev tekstili sektörünü düşündüğümüzde bu doğru nasıl bir değişim geçiriyor , nasıl bir evrimin içerisinde ? Önemli olan nedir ? Bilinirlik mi , iyi bir dağıtım ağı mı , kalite mi…

Tekstil sektörü ülkemizde markalaşma aşamasını son dönemlerde gündeme aldı. Bu konunun gündeme gelmesinde de önemli etken işgücü maliyet avantajının kaybedilmesi oldu. Şu anki kriz ortamı ise bu markalaşma aşamasını tehlikeye atabilecek bir süreç. Çünkü kriz dönemlerinde şirketler markalaşmadan ziyade maliyetleri kontrol etmeye yönelirler.

Tekstil sektörü markalaşma kavramını daha yeni kovalamaya başlarken ,Dünya ise markalaşmada ikinci bir aşamaya geçmiş durumda. Buna kitle pazarlamasından bireysel pazarlamaya geçiş diyebiliriz. Şu anki mantıkta Tv gibi iletişim araçlarıyla bilinirliğinizi arttırmak yerine uygulamaya yönelik daha ufak uygulamalarla deneyim yaratmaya ve yaymaya çalışıyorsunuz.

Özellikle perde sektörü ürün ya da marka gibi olgulardan daha ziyade hizmete ve deneyime dayalı bir sektördür. Bu tür sektörlerde bilinirliğinizi artırmak her zaman avantaj getirmez. Bunun yerine buradaki maliyeti hizmete kaydırıp “deneyim farklılığı” yaratmak çok daha hızlı ve etkili bir yayılım sağlar. Güncel pazarlama bu kavrama “ worf of mouth “ ismini veriyor. Yani olumlu deneyimin yayılması.

Marka, tüketiciye direkt ulaşabildiğiniz hazır ürünlerde daha çok sonuç verir. Burada ürün üzerinde yarattığınız algılamayla direkt tüketiciyi yönlendirebilirsiniz. Ancak ürününüz perde gibi nihai ürün olmadığı durumlarda bu algılamayı etkileyecek birçok faktör devreye girer ve kırılımlar yaşanır. Maliyetinizin karşılığı tam olarak dönmez.

Marka olmak belirli bir maliyeti ve harcamayı beraberinde getirir. Bu ise firmaları daha çok satmaya zorlar. Daha çok satma kaygısı ise ürünlerin ortalama bir beğeni seviyesinin yakalanmasını gerektirir. Bu ise basitliği ve taklit edilebilirliği doğurur. Özellikle renk ve desen gibi öğelerin ön planda olduğu ev tekstili gibi sektörlerde marka’daki optimum noktası çok çabuk aşınır. Bilinirlik avantaj olma özelliğini kaybeder.

Ürünü yönetmek yerine müşteriyi yönetmek çok daha etkilidir. Zira araştırmalar bize müşterilerin ürün alırken ürün kadar ürün dışındaki etkenlenlerin de aynı oranda etkili olduğunu gösteriyor. Bugüne kadar firmalar ürünü ve rakibi dikkate alarak stratejilerini geliştirdiler. Bugün ise bu anlayış çökmüştür.

Marka, ürün üzerine “ imaj değer “ eklemek için verilen gayrettir. Coca Cola gençliği ve dinamizmi simgeler. Kola nihai bir ürün olduğu için bu imaj ile tüketicinin yaşam tarzı arasında bir bağlantı kurabilirsiniz. Perde söz konusu olduğunda ise ürünün üzerine böyle bir imaj değer eklemeniz mümkün değildir. Tüketici satın alma kararını evde tv karşısında değil , mağaza içerisinde verir.

Son söz ;

Önümüzdeki günlerde sektörde ayrışmalar yaşanacaktır. Müşteri yönetimi daha çok ön plana geçecek , perakende ile üreticiler arasındaki zincir daha direkt hale gelecektir. Ürünün fiyatını belirleyen unsur bugüne kadar arz oranı ve maliyet gibi etkenler iken ; gelecekte konumlandırma , hedef kitle gibi daha stratejik noktalara kayacaktır. Kitle markaları piyasada kendisinden söz ettirirken hem perakendeci hem de üretici boyutunda karsız bir noktada kalacak, kar marjlarını arttıramayacaklardır. Son ekonomik krizle birlikte “ulaşılamaz lüks” yerine “ ulaşılabilir lüks “ tekrar popülerlik kazanacaktır.

TwitterTakip

free web site hit counters

Image Hosted by ImageShack.us
 
Image Hosted by ImageShack.us